bugün

Araştırma ve geliştirme diyecekler, kısaca arge diyorlar... Köylülerin askerlikte asteğmene astek, askeri inzibata asiz dedikleri gibi!

Şirketlerin bu işlere bakacak bölümleri bunlar, yokluğundan ya da yetersizliğinden hep yakınılır.

Geçenlerde gene bir araştırma yapmışlar (araştırmanın araştırması!), Avrupa Birliği ülkeleri bu alanda Amerika'nın ve Japonya'nın gerisinde kalmışlar (elbette!), buna harcanacak parayı arttırmaya bakıyorlarmış. Üç yıl içinde 700 bin araştırmacı daha piyasaya çıkacak, şirket bünyelerinde geliştirmeye sıvanacakmış.

Peki Türkiye? Türkiye elbette nal toplayarak arkadan geliyor.

Çünkü şirketlerin araştırma ve geliştirme departmanları dandik, ikinci sınıf bölümler olarak kabul ediliyor, ücretler düşük, gene de buralar memur maaşına talim etmekten nefesi kokmuş akademisyenlere sığınak gibi görülüyor... Fakat bütün üniversitelerin iliğini emip en parlak bilim adamlarını şirketlere doluştursanız da fazla bir yere varamazsınız.

Çünkü Türkiye, dişe dokunur araştırma ve geliştirme yapamaz.

Çünkü, yüksek liseye dönüştürülmüş üniversitelerinde bilim üretemez ki bundan yeni teknoloji doğurabilsin!

Çünkü şirketin parası yetmez ki üniversiteye boşverip teknolojiyi kendi bünyesinde yenileyebilsin!

Türkiye ancak sanat ve sosyal bilimler alanlarında önemli adımlar atabilir. Sanatta henüz atamıyor, örneğin sinemada çok yetenekli gençler var ama piyasa işi yapıyorlar, Amerikan filmlerini taklit etmeye çalışıyorlar. (Osman Sınav ve Çağan Irmak, iki elim yakanızdadır!)... Sinemada henüz eli yüzü düzgün aşamasındayız, geriye dönüp Yeşilçam'a bakınca buna da şükür... Tiyatroda epey ileriydik ama bir sanat dalı olarak tiyatro artık can çekişiyor... Edebiyatta dille sınırlıyız, neyse ki Orhan Pamuk Nobel aldı da azıcık sesimizi duyurduk. Müzikte gücümüz poptan öteye gidemiyor. Resim ve heykelimiz yok gibi.

Sosyal bilimlerde epey yol alındı, çok iyi tarihçilerimiz, sosyologlarımız var ama demokrasi olmadığı için orada da nazik meselelere girilemiyor.

işte uygulamalı bilimlerde de böyle: Ancak ithalatçılık edebiliyoruz.

Amerika'yı yeniden keşfedemeyiz. Evvelce sanayide ithal ikamesi modeli yerine Japonya gibi 'önce bire bir taklit, sonra daha ilerisini üretme' modelini uygulayabilmiş olsaydık, belki...

Ama unutmayalım, savaştan sonra bunu başaran Japonya'nın askeri harcamaları sıfıra inmişti, üstelik hem temel hem de ağır sanayiini savaştan çok önce kurmuştu... Uçak gemisi yapabilen iki ülkeden biriydi yahu, Almanya'nın bile uçak gemisi yoktu...

O zaman sen de ancak Anadol arabası üretirsin, kaportası kâğıt, motoru Ford... Bunu beğenmeyen Engin Ardıç'a da Radikal Gazetesi'nin sayfalarından küfür edersin. Hadi, Ferrari benzeri bir Türk arabası yap da alkışlayalım aslan mühendis. (istersen adını Cihan Pehlivanı Koca Yusuf falan da koyabilirsin, ne güzel ulusalcı kokar.)

Ama motorunu da sen özgün olarak çizip dökümhaneye döktüreceksin aslan parçası... Ve şu anda dünyanın bütün dört zamanlı motorlarından daha ileri bir icat olacak...

Türkiye'de bilim adamı yoktur, öğretmen vardır. Türkiye'de mucit yoktur, kâşif yoktur, teknokrat vardır.

Türkiye'de bilim yapılmaz, dışarıdan aktarılır ve öğretilir. O kadar.

Çünkü Ahilleus kaplumbağayı asla geçemeyecektir, senin ulaşacağın her noktada durup baktığında, ötekiler hep daha ileri bir noktaya varmış olacaklardır. Günün birinde aya da gidersin elbette, fakat ötekiler Jupiter dolaylarında bulunacaklardır.

Çünkü sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun oğlum!

Bu iş, merhum Attila ilhan'ın egzantrik fikirleri uyarınca imalat-ı Harbiye fabrikasında kasatura yapıp bununla Stinger füzelerini altetmeye benzemez.

Onun için, özel sektöre çıkmış argeciler hiç üzülmesinler, parayı alıp bir şey araştırırmış ve geliştirirmiş gibi yaparak kendilerini ve patronu avutmaya baksınlar.

Dua etsinler, nankör bir işle uğraşıyorlar ama hiç olmazsa aynı şirketin halkla ilişkilaaeerci şabalak kızları gibi gülünç olmuyorlar!

engin ardic
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar