bugün

En yakın arkadaşı Mustafa’nın zoruyla, hiç adeti olmayan bir şey yapmaya gitmişti o sabah, bir psikiyatrist ile görüşmeye…

“Gözünü seveyim Mehmet Ali” demişti Mustafa, “Allah aşkına git, bir konuş, bir dertleş, bak Allah’ın adını verdim. Yahu ayıp değil, günah değil. Koskoca adamsın, cahillik etme. Eskidenmiş o psikiyatristlere deli doktoru demeler, artık muhabbet kuşu ölen vay kuşum öldü, vay bunalıma girdim diye doktora gidiyor be! Bak hakkımı helal etmem sana.”

“Başlatma hakkından hukukundan.” dedi Mehmet Ali, “Ulan amma bulaşık adamsın, kendi işin gücün yok mu senin?”

”Benim işim gücüm sensin arkadaş. Randevu alıyorum bir kaç güne, hazırla kendini.”

***
Nişantaşı Rumeli Caddesi’nde bir apartmanın beşinci katına çıktı hırıldayarak… Sigarayı günde iki pakete çıkarmasının etkileri, böyle zamanlarda çok daha hissedilir oluyordu haliyle.
“Ulan Mustafa” diye söylenmeye başladı, “Ulan, ne hale soktun beni göt oğlanı!” ve zile bastı…
***

Yaklaşık yirmi dakikadır, gayet modern döşenmiş, vanilyalı oda spreyi kokulu bir muayenehanede, kendisinden en az on beş yaş küçük ve hatta -birazişlensegüzelsayılabilecek- kumral, zayıf ve iri gözlü bir psikiyatristle karşılıklı oturuyordu.

“Mehmet Ali Bey, kırk sekiz yaşındasınız, fakat görüyorum ki kendinizi yetmişlerinizde hissediyorsunuz.” dedi genç kadın hafifçe gülümseyerek. “Sırf dinlenebilmek için işinizden ayrılmışsınız ve herhangi bir hobinizin olmadığını söylüyorsunuz, fakat bu mümkün değil. Herkesin kendince, yapmaktan hoşlandığı bir şeyler vardır.”

-Hali hazırda yapmaktan hoşlandığım herhangi bir uğraşım yok.

-Kitap okumaz mısınız mesela?

-Altı yedi aydır okumuyorum.

“Anlıyorum.” dedi genç kadın, elindeki hardal rengi, deri kaplı defterine bir şeyler not etti ve devam etti: “Peki bir hayvan beslemeyi düşünmez misiniz, şirin bir kedi gibi?”

-Aslında kedileri severim, fakat ne yazık ki her gün büyük bir sorumlulukla ev arkadaşım Hüseyin’i besliyorum ve bir kedi onun için fazlasıyla tehlikeli.

-Hüseyin bir fare o halde, yani hamster besliyorsunuz, öyle mi?

-Aslında hamster değil, bildiğimiz fındık faresi. Henüz hiç karşılaşmadık ama uzun zamandır evimde olduğunun farkındayım ve her gün mutfağa onun için bir parça peynir bırakıyorum, şimdiye dek hiç bir ikramımı geri çevirmedi.

****

Dışarıda hızla yağan yağmur, muayenehanenin camlarını dövmeye; psikiyatristse kendinden gayet emin, kafa şişirmeye devam ediyordu...

“Eşinizden ayrılmanızla birlikte, birdenbire içine düştüğünüz o ağır boşluk duygusundan kurtulmak için, bu abartılı yalnızlığınıza bir son vermelisiniz Mehmet Ali Bey. işinize geri dönmeli veyahut arkadaşlarınızla daha sık vakit geçirmelisiniz.”

*

Uzunca bir süredir yumruklarını sıktığını, avcunun içine geçen tırnaklarının verdiği acıdan sonra farkedebildi, saç dipleri terlemiş ve muhtemelen nabzı normalin çok çok üstüne çıkmıştı. Son zamanlarda, kalabalık bir yere girdiğinde veya biraz fazla gerildiğinde vücudu hep bu tepkiyi veriyordu istemsizce.

Doktorun sözünü kesti ve “izninizle, artık gitmek istiyorum.” dedi.

-Ama seans hala sürüyor Mehmet Ali Bey.

-Çıkmak istiyorum.

-Aslında, yazmak istediğim bir kaç antidepresan var, bu hapların size yardımcı olacağını düşünüyorum.

“Teşekkür ederim doktor hanım ama kullanmakta olduğum bazı yardımcılar var zaten.” dedi gülerek, ve ekledi: “Bir de antidepresanlarla birleşirlerse intihar etmiş olurum sanırım; henüz hazır değilim.”

Girişte duran orta yaşlı göbekli kadına, çalıştığı zamanlarda aldığı maaşın yaklaşık beşte birini ödedi ve çıktı…

***

Yanında şemsiyesi yoktu, ellerini cebine soktu, yağmura aldırmadan Nişantaşı’ndan Cihangir’deki evine kadar yürüdü. Aklından binbir çeşit şey geçiyordu, eski karısının yüzü, minik bir farenin yüzüne karışıyor, karısının ciyaklayan sesi, bir farenin kapana kısılışını anımsatıyordu ona.

“Sen beni artık mutlu edemiyorsun!” diye bağırmıştı karısı terketmeden önce. “Anladım ki,senin o küçük dünyanda, kendinden başka hiç bir canlıya yer yok! Bencilin tekisin sen, ve ben şimdi senden kaçıyorum. Aslında istediğin de buydu değil mi? Sadece kendini mahvettiğini sandın Mehmet Ali, ama beni de tükettin. Hep böyle uzak ol herkesten tamam mı? Zehrini kimseye saçma, kendi kendini mahvet. Sonra da geber!”

***

düşündü, düşündükçe kendini kaybetti. Düşündükçe kanı çekildi, elleri soğudu. Düşündükçe, yağmurla birlikte ruhu aktı logar kapaklarından...

***

Buzdolabından çıkarttığı ve her zaman aynı yere koyduğu peyniri, bu sefer kilerden arayıp bulduğu paslı bir kapanın üstüne yerleştirerek koydu her zamanki yerine ve müziği açtı son ses.

Ne kadar zamandır müzik dinliyor, ne kadar zamandır o kanepede oturmuş boş boş yerdeki parkeleri inceliyordu, bilmiyordu. Zaman kavramı tamamen yok olmuştu o an..

Ve nihayet, mutfak tarafından gelen tiz bir cıyaklama sesi karıştı Bülent Ortaçgil’in sesine…

Kulaklarını tıkadı Mehmet Ali var gücüyle, ev arkadaşı Hüseyin paslı kapanda can çekişirken…

ve şarkıyı mırıldanmaya başladı hıçkıra hıçkıra…

Sev beni, sar beni...

Bir tek kötü sözün sarsar beni...

Bu saçma sapanlıktan kurtar beni...

Ben bunları kimseye anlatmadım...

Kendimle bile konuşmadım...

Bir tek sen duy diye...

Sen bil diye...

Sen anla diye…
ilk okuduğumda fare ile karısı arasında bir bağ kuramamıştım. ikinci okuduğumda ise eski karısının yüzü, minik bir farenin yüzüne karışması, karısının ciyaklayan sesi ve bir farenin kapana kısılışını anımsatması ile son kısımı bağlayabildim. Daha detaylı bir öykü olabilirdi son biraz daha ilgi çekici de olabilirdi. Yine de ilk öykü ile karşılaştırıldığında her ne kadar sıcak bir hikaye içermese de, içerik ve son olarak daha başarılı öyküdür.