bugün

oldukça zor bi' durumdur sevgili kardeşlerim.

sene 1998, deprem öncesi yıllar... üniversite okumak için istanbul'a göçeli 6 yıl olmuş; ama hala ne bir at zikine kelebek, ne de bir eşşek bokuna boncuk olmuşum. okula gitmemeler, karı kız piyasasında manipülasyondan manipülasyona cirit atmalar falan fişman... güzel bir sevgilim var o vakitler, eczacılık fakültesinden, ismi ceyda. ahh ulan ceyda, aaah! hatırlarım hala hayatıma girdiğin o pembe yaz akşamını da rakı masasından kuru et indiriveririm mideme. sen yayıla yayıla, salına salına geçerken bizim bakkalın önünden köpeğinle, ben de seyre dalardım seni ve sorgulardım bitevi hayatımın fukaralığa boyun eğmiş sapaklarını... ulan sırf seninle muhabbet kurabilmek için, it çaldım lan gidip kapıcı selahattin abilerin apartmanından. düşün bak sene 1998, moda'da boktan bir bodrum katında yıllarını heba etmekle meşgul bir üniversite öğrencisi, platonik takıldığı kız uğruna gidip köpek çalıyor.

ev arkadaşımla yine bir gün, ekmek arası yaptığımız kızarmış patatesleri öldürürken, dedim ki "la olm ben bu kızı çok seviyom ya! nasıl gidip konuşcam, bi akıl ver hele!", o sırada bizim pezevenk öksürmeye başladı ve bana dönüp nemli gözleriyle "günde 5 ekmek yiyen başka üniversite öğrencisi var mıdır lan! yumurtasız, bibersiz; 1 domatesle yaptığımız menemeni bile 2 ekmekle yiyoz amk! paranın gözü kör olsun ya! şu apartmandaki itler bile bizden daha güzel yemekler yiyolardır şerefsizim"... sustum, cevap veremedim. ekmek de bayatlamıştı zaten. koltuktan kalktım, kapıya doğru yürümeye başladım. yürürken birçok şeyi sorguluyordum: garibandık, öğrenciydik filan belki ama biz de sevebilirdik lan! sırf param olmadığı için, neden hoşlandığım kızla konuşamıyordum ki! efkarlanmıştım, çıkardım ve bir maltepe tellendirdim...

insan yalnızken her bi' boku düşünüyor. özellikle de cinsellikle ve parayla alakalı şeyleri daha da çok düşünüyor. gerçi cinsellik demek, para demek; para demek de cinsellik demek; ama girdin mi bir kere o döngüye, seni rahat bırakmıyor sorular.
dişlerimin arasında sigara, ellerim cebimde... apartman girişine kadar aheste aheste yürüdüm ve bir karar verdim: acil bir şekilde köpek sahibi olmam lazımdı, ceyda'nın köpeğini dolaştırmaya çıkardığı saatlerde ben de köpeğimle o civarlarda olacak ve bir şekilde sohbet etmeye çalışacaktım. yaşlı bir kerime teyze vardı yan apartmanımızda... az çok sohbetimiz de vardı, ilk yıllarda yemek filan getirirdi arada. kerime teyze'nin terrier cinsi, böyle puşt gibim, ibne gibim, fare gibim bir iti vardı. bir şekilde kerime teyze'nin evine girip köpeği çalmam lazım diye düşündüm ve plan yaptım: "2. katta oturan ve akşam ezanından sonra ölü gibi uyuyan kerime teyze'nin götünde pireler çift kale maç yapıyor olsa gerek"... balkona tırmanmaya başladım. öyle bir iman gücü gelmişti ki bünyeme, fazla zorlanmadan balkona ulaşmayı başardım. havalar da yavaştan ısınmaya başladığından dolayı, penceresi açık bırakılmış...

sessiz bir şekilde girdiğim odanın, salon olduğunun farkına varmam pek de zor olmadı. zor olmamasına zor olmadı da, ev hiç de beklediğim gibi ölü evi gibi değildi. her odadan başka başka, saçma saçma gürültüler geliyordu. arada sırada havlayan bir köpek sesi... salonda dev bir koltuğun arkasına uzandım ve beklemeye başladım... hemen arkamda buz gibi duvar olması, götümü sağlama aldığımın en büyük alametlerindendi. o gece kerime teyze'nin evinde, acayip seksler döndü. sevişenler mi dersin, cigara çevirenler mi, sevgilisiyle telefonda kavga edenler mi... ara sıra salona gelen biri vardı... uyumuşum.

gözlerimi açtığımda, hızlı soluk alıp verme sesleriyle irkildim. yattığım yerden doğruldum ve işte adamımız salona girmişti. önce sağına soluna bakındı akabinde kocaman bir saksının üstüne çıkıp, minicik çüküyle çövdürmeye başladı. fırsat bu fırsat deyip, cebimdeki eteri ve pamuğu çıkardım. eteri pamuğa döktüm ve köpeğin üstüne atladım... kısa süreli bir boğuşmadan sonra, iti bayıltmayı başarabilmiştim. cebimdeki bim poşetini çıkardım, köpeği güzelce paketledim...

günlerdir ceyda'yı göremiyordum ve artık merak etmeye başlamıştım. bakkalın çırağına durumu sordurttum. köpeği kayıpmış, kız da üzüntüden yatağa düşmüşmüş, evden çıkamıyormuşmuş... hay şansımı sikeyim derken, önümdeki telefon direğinde bulunan ilan dikkatimi çekti: "2 yaşındaki oğlumuz henry kaybolmuştur. bulanların bıdı bıdı..." bir de fotoğraf vardı ilanda... bakkalın çırağını çağırdım, dedim ki "olm bu kız nerde oturuyo" dedi ki "ahan da abi şurada" "lan olm orada kerime teyzeler oturmuyor muydu" "abi kerime teyze 4 ay önce öldü" o kadar çok sinirlenmiştim ki, iki tokat çaktım piçe ve hemen eve koştum. eve girdiğimde henry, bizim koray'la oturmuş menemen yiyiordu. koray ekmek bana bana, henry ise çatal bile kullanmadan direkt domatesleri, soğanları mideye indiriyordu...

sonuç olarak henry'i aldım, çamura filan soktum, kirlettim ve ceyda'nın evinin yolunu tuttum. henry'i yaklaşık yirmi dakika önce kurbağalıdere'de bulduğumu söyleyecektim. kapıyı dev gibi bir afet-i devran açtı, içeriye buyur etti, salona geçtik... vay amk dedim, demek ki saklandığım koltuk buymuş dememe kalmadan "ceydacım arkadaş köpeğini getirmiş bak" dedi başka bir afet. ceyda yatıyor koltukta, etrafında 5 tane kız daha var, sonradan öğreniyorum ki ev arkadaşları bunlar. uzatıyorum henry'i ceyda'ya, bi' elektriklenme filan oluyor aramızda. o gün de feci şekilim filan yani, sigara bile içmemişim mis gibi kokuyorum...
ilk başta 5 erkek 1 kız gibi düşünülse de sonraları 5 kız 1 erkek olduğu anlaşılan durumdur.