bugün

balkonda o zamanlar 20 li yaşlarda, henüz evleneli 3 ay olmuş yengem oturuyor. saksıda vita kutularına dikilmiş sardunyalar var. ağlıyor...

gözü tam evimizin karşısındaki kartal cezaevinde.

çünkü dayım iki erkek kardeşiyle beraber kartal cezaevinde tutuklu. hep beraber oturuyoruz. öyle eylemlere katılan, çok faal gençler değiller. 2'si üniversite öğrencisi. ama evin her yeri kitap, mizah dergisi dolu. nüfus cüzdanları da çok tehlikeli. malatya-arguvan!

annem- babam tekel işçisi. annem ilkokul mezunu ve che'yi pop star sanıyor. ama sendika üyesi. ikidebir evimiz aranıyor. öyle seyrediyorum olanları. herkes mutsuz, tedirgin...

cevaplarını alamadığım sorular soruyorum. dayımlar nerde? kitapları neden götürdü polis amcalar?

annem tüm bunlar yüzünden çok hasta. ağzından sürekli kan geliyor. bostancı'da şimdi adını hatırlayamadığım bir sanatoryuma yatırılıyor. neyi var diyorum? üşütmüş bir şey yok diye geçiştiriliyorum.

uzun süre babam annemin ziyaretine götürüyor bizi. hastane bahçesi çok güzel. bir tek bunu hatırlıyorum. şimdi biliyorum ki annem verem olmuş. sıkıntıdan, yokluktan, üzüntüden hastalanmış. daha sonra içerdeki dayılarımda aynı hastaneye aynı sebepten yatmış.

bunları yaşamak için ne yapmışlar? koca bir hiç.

işte böyle flu hatıralara sahip olduğum, kimin kimi neden öldürdüğü, tutukladığı belli olmayan karanlık günlerdi.

o günlerden tek hatıra annemle bindiğimiz kartal-haydarpaşa trenine sıkılan bir kurşunun saçma izi.

bir de necefli maşrafa. netekim unutmuyoruz!