bugün

okullarda siddet

birçok televizyon programındaki tartışmalardan anladığımız kadarı ile hala yüzeysel şekilde tartışılıp geçiştirilen olaylardır. medya, yapımcılar, oyuncular, eleştirmenler, ilahiyatçılar, öğretmenler bir arada oturmuş suçu ailelere, yozlaşan aile yapısına atmaktalar.

peki bu ne kadar gerçekçi bir yaklaşım?

medyanın halka karşı sorumluluğu herkesin ağızında geveleyip durduğu fakat hiç kimsenin bu sorumluluğun vebalini zerre kadar üstlenmediği bir kavramdır. medya herşeyden önce halkını bilmelidir. bizim medyamız halkını ne kadar tanıyor? medyamız halkını çok ama çok iyi tanıyor kanımca. öncelikle kendi kendimiz ile yüzleşelim, biz cahil,okumayı, araştırmayı sevmeyen bir toplumuz. bütün bu etkenler bizi öncelikle duygusal, mantıksız, fevri, düşünmeden hareket eden ve karaktersiz bir toplum yapıyor. halkımızın çoğunluğu kaderini eline almaktan uzakta yaşayan, bir umudu olmayan, gelecekleri olmayan insanlar. bir de bütün bunlara medyanın, ardından toplumun özendirdiği kolay zenginlik, çalışmadan para kazanma, işsiz güçsüz olma gibi faktörleri ekleyelim. karşımıza şu şekilde bir tablo çıkıyor; hayattan hiçbir umudu olmayan, toplumdan saygı görmeyen bu insanlar, medyada ve toplumda kendisinden hiç de fazlası olmayan insanların ya mafya babası rollerinde oynadıkları ya da sağda solda mankenler ile gezdikleri için tüm okumuş insanlardan daha fazla saygı ve sevgi görürken görüyorlar.

siz kültürlü insanlar, yazarlar, okurlar. siz kendinizi bu insanların yerine bir koyun. büyükleriniz, toplum önünüze iki seçenek koyuyorlar. ilki okumak, üniversite dahil 15 sene boyunca okumak. hatta bununla da kalmayıp yanında kültürel ve düşünsel olarak gelişmek, bunun için kitaplar okumak, kafa yormak. yani çalışmak çalışmak ve çalışmak. bu yolu seçseniz ve çok iyi okusanız dahi geleceğiniz belirsiz görünüyor. üniversiteden mezun olsanız da yine çalışmak çabalamak zorundasınız. bütün bunları başarsanız bile yine de toplumdan gerekli saygıyı göremiyorsunuz.

gelelim ikinci yola, ikinci yol çok daha az kafa karıştırıcı. toplumun sunduğu ikinci yoldan giderseniz okumanıza ya da çalışıp çabalamanıza gerek yok, herhangi bir işiniz olmasına dahi gerek yok. tek yapmanız gereken medyanın ya da toplumun günlük taleplerine uymak. bu talepler günümüzde futbolcu olmaktan, racon kesen eşkiya olmaya kadar uzanmakta. eğer siz toplumun şaklabanı ya da şekilli abisi olabilirseniz bütün kapılar size açılacaktır. ne de olsa bu pazarda herşey talepten geçiyor, çünkü talep para getiriyor, hem de kolay para. söz konusu para, şan, şöhret ve kimsenin göremediği bir saygıyı beraberinde getiriyor. toplum kolay para kazanmayı, bol para kazanmayı, paranın getirdiği mutlak erki özendiriyor.

tekrar başa dönelim, karşınızda yukarıda bahsi geçen iki seçenek var. siz hangisini seçerdiniz? kendinizi o hayattan hiçbir umudu olmayan, toplumdan hiçbir saygı görmeyen, ancak kendisi gibi cahil ve kalıpsız insanları televizyonda, sırf paraları var diye, mankenler ile dolaşırken ya da restoranlarda garsonlar eteklerine kapanırken gören çocukların yerine koyun. siz ne yapardınız? hangi yolu seçerdiniz? kanımca 10 kişiden 8'i ikinci yolu seçerdi. hangimiz eleştirebiliriz ki o sekiz kişiyi? neden paralı kıroların, eşkiyaların yarısı kadar bile saygı ve takdir göremeyecekken profesör ya da yazar olabilmek için yıllarını harcasın?

sadede gelirsek neyi ekersek onu biçiyoruz. eğer biz çocuklarımızı kolay para kazanabilmeleri için eşkiyalığa, mayfa olmaya özendirirsek bugün yarın okullarda bu tür olaylar meydana geldiğinde şaşmamamız gerekir. eğer çocuklarımızı iki tane monoton tempo üzerine anlamsız sözler söyleyip şarkıcı müsveddesi olarak kolay para ve saygı kazanmaya özendirirsek neden bu toplumdan bir mozart çıkartamıyoruz diye sormamalıyız.

toplum ve medya olarak bir yol ayrımında olduğumuzu düşünüyorum. bu yollardan bir tanesi belki nobellere, pulitzerlere gidiyordur, bilmiyorum. ama o yoldan gitmeyi seçersek çok ama çok çalışmamız lazım. diğer yolu seçersek bu şekilde devam etmemizde bir sakınca yok. bundan sonra da bir çok kolay para ve saygı kazanan kişiler gelip geçecektir. hiç biri ileride hatırlanmayacaktır. ancak ne gerek var hatırlanmaya biz paramız ile keyfimize bakalım, 15 dakikalık şöhretimizin tadını çıkartalım. ileriyi düşünmek, toplumu düşünmek, daha büyük düşünüp insanlığı düşünmek bizim için önemli değil. büyük düşünemediğimiz sürece biz de dünya için önemli olamayacağız.