bugün

aşık olunan kadından ayrılmak zorunda olmak

muhteşem sessizlik.. işte bu hala paylaştığımız tek şey. aşık olduğun kadından "sevgi" dışındaki sebeplerle ayrılmak zorunda olmak geride ölesiye bir suskunluk bırakır.

adam, o'nun hayatına girmesiyle kalbinde o güne dek hep boş kalmış bir yerlerin olduğunu farkına varmıştı artık.. en derin yerlerine kadar indi ve o'nu yerleştirdi.. "sakın bir yere kaybolma aşk" dedi.. çok kısa sürede en güzel yer haline geldi içinde. kendine de acı bir tuzak kurmuştu, farkında olduğu... bir gün yok olursa o derinlik, boğulacaktı en dibinde. tıpkı suyun altında imdat isteyememek, sesini duyuramamak kadar muhteşem bir sessizlik işte bu. boğuyor.. üzülmiycem lan dedikçe batıyorum. aşkın yetersiz kalması çok acı verici be olm.

hangi kız için bu galiba o kız desem bir açığı batıyordu gözüme, vazgeçiriyordu beni.. hani mükemmelliyetçi olma durumları var ya amk? alemin artizi biziz ya? sana mı kaldı mükemmeli aramak? al sana mükemmel kız! işte tam bulduğumu sandığım da gölgelerin gücü adına bırakınca beni böyle mal gibi ortada, iyice vazgeçtim bu aşk meşk olaylarından. niye bitti, sorun neydi? sorun "çok fazla sıkma olayları" işte hacı, elimde değil ki.. ben yirmi üç yıldır kafamda belirlenmiş o çerçeveyi her ne kadar genişletebilirsem genişleteyim (tabii kendimi de hiç etmeden) olmadı.. kendini hiç etme, tek bir beyin olabilme kısmını aşamadık galiba. kısaca her istediğimiz olmuyor işte.. ben yokum arkadaş, "aşk" sen var mısın? gel o zaman. bul yine beni hadi.. ee hani? gelemiyo musun? gurur mu? mantık mı? evet. asla bulamayacaksın beni onlarla.. neyse abi, "pasif atak yapma lan piç!" diyenler kulağımı çınlatıyor fecii şekilde.. onun için devam ediyorum..

*adam, kadının ona "sevildiğini" doyasıya hissettirmesinin hatrına müthiş sessizliğe gömdü kendisini. kadın da çok başka bi' yerde, çok başka planları olan hayatında, ama yine de adamın paralelinde bir yerlerde aynı şeyi yaptı, sustu.

hayattan çok öte beklentilerim yok benim, olmadı.. sağlık, huzur, para, aşk gibi default istekler haricinde ben en çok "sevilmeyi" istemiştim. off.. hala anımsadıklarım bile ne tatlı.. mutluluğun tatlılığı yerini mutsuzluğun suskunluğuna bıraktı beni. şarkıda da dediği gibi, sustuklarım artık büyüdü içimde.. artık yazmak, anlatmak istiyorum.. fakat ölesiye merak etmekten ağzım o kadar yandı ki karşısına geçip bir hoş beş dahi edemedim mutsuzluğumla.. neden mutsuzsun diye soramadım... mutsuzluğumu kelimelerin ardına saklayıp geride ne kaldıysa aşktan bana, yazmak istedim. içimi dökmek istediğim birileri olsun ama o "birileri" beni tanımasın istiyorum.

işte burası da tam yeri : ) bu sebeple buradan * arkadaş edinme yanlısı olmadım pek fazla.. gerçek hayatta yeterince var zaten, bu yaştan sonra "yeni insanlar, yeni yüzler" tribine hiiiiç gelemem. ben yazayım, birileri okusun. yargılayamasın kimse, sormasın "niye?" çünkü detayları ve beni bilmiyorsunuz ki yargılayasınız. böyle gizlice, hayatın kenarından bi'yerinden yazmak ayrı bir tat yani.. seninkilere paralel derdi olan birilerinin varlığı onca yalnızlıkta yalnız olmadığını anımsatır belki. belki de zaten okunmuyorsa bunlar (ki muhtemelen şu an olan da bu.), paraleli de olamaz.. yani yine yalnızız olm desene. ama zaten konu okunup okunmama değil ki, içini dökmecilik oynuyoruz. sen diye birisi varsa karşımda şu an bunu okuyan, o da susup dinlemecilik oyunu oynayacak bana. böylece yalnızlığımızın tadını çıkartacağız karşılıklı. artık lafı bu kadar uzattıktan sonra belini kırma vakti geldi galiba ikisinin de. *

* * * * *

"zaman su gibi akıyor" yalanında yıkandım on bir buçuk ay.. aktı geçti en güzel zamanlar; geldi gitmiyor en berbat anlar! evet, şu son zamanlarda, zaman geçmek bilmiyor, şurup gibi.. yavaş, koyu tonlarda hep ve yoğun.. saate her bakışımda sadece bi' dakka geçmiş oluyor. annem "oğlum dakka başı ne bakıyon saate?" demese, olayı fark edecek kadar da kendimde değilim, anla.. işyerinde ellişerli doldurmam gereken kutuları dördüncü seferde de yanlış doldurduktan sonra, tekrar baştan saymak sorun değil, aksine aklımı başka şeylerle doldurup boşaltmak için bir sebep oluyor.. dördüncü seferden sonra da artık başkaları için komik bir hal alıyor haliyle.. umursayan kim ki zaten gözlerim takılıkalmış bir noktada, ben yokum orda.. kısacası artık hiçbir yerde değilim, ordan burdan soyut yaşıyorum anlayacağın.. tabi işin yaşama kısmı tartışılır..

[senden çok iyi alışkanlıklar kazandım, hepsi için teşekkürler. sen, öncesi ve sonrasıyla hatrımda güzel bi' yer edindin. geçen hafta sokakta yavru bir kedi bulup arka bahçeye aldım, annemden gizli besliyorum. o kedi sana minnettar, emin ol! "içinde kedi sevgisi vardı da ortaya çıktı.." zırvasını bi kenara bırak. ben bi tane kedi sevdim; o da özgürlüğü için ayrıldı evinden. her neyse.. beni gıcık eden başka alışkanlıklar da var. şifre meselesi... sürekli 4477..'li şifreyi yazıyorum. her akşam aynı teraneyi yaşamaktan bıktım. ama alışkanlık işte, parmak uçlarım bu haldeyken, içimi nasıl anlatayım?]

dediğim gibi, vazgeçtim ben bu sevdadan. boşverdim be.. ne halim varsa görüyorum.. içimden gitmek geliyor be olm. para olsa da atlayıp bi yata uzaklaşabilsem güneye doğru, böyle mangalcı amcalar gibi beyaz şapka, beyaz şort falan. öyle hiç bilmediğim bi'yerlerdeki sakin bir koyda, tek başınalığın koynunda sabahlasam.. uykusuzluktan zevk alabilsem..

kafamı boşaltabilsem, rahatlasam şu durumda nasıl mümkün olacaksa? her nasıl olacaksa olsa işte!! buralarda olmasam, hiç kimsesiz bir yerlerde hiç kimsesiz kalsam. sığamadığım bu odadan taşabilsem.. ilk defa içtiğim o geceki sarhoşluğumu bir odadan taşırabilsem de keşke, bu pis dünyanın pis sokaklarına, denizlerine kusabilsem bim'in poşeti yerine.

yok işte. sadece büyüdüğüm bu semt ve aksak sokakları var, eski ahşap binaların yerini katletmiş bahçesiz beton evlerden geriye kalan.. ağaçları da kaldırımlara kurban edilmiş bu sokakların.. işte o semtin beni yormadığı birkaç akşamüstü, beni yalnız bırakmayan arkadaşımla beraber, filesiz potaları olan o basket sahasında ateş bükercesine hareketler yapıyorum da atışları bir türlü tutturamıyorum. üstelik o absürt sıçrayışlarımı gören veletler de saha kenarından kıs kıs gülüyorlar da fark etmemiş gibi salağa yatıyorum. gülmeyin lan piçler! :( yapamıyorum işte beceriksizim. yani özetle abicim, olmayan şey olmuyor işte.

değil, hayır, negatif, yok, olmuyor...

üstelik tuhaf bir de korku sardı beni. evet, çok korkuyorum.. yıllardır kilo alamamaktan yakınırken, şimdilerde öyle bir göbek saldım ki artık işerken pipimi görememekten korkuyorum!

ben tüm bunları anlatıyorken, diğer yandan fark ediyorum ki içimde derin bir çukur açıldı gittiğinde ve ben yazdıkça daha da içine giriyorum içimdeki yerinin.. sular doluyor oraya günlerin akıp gittiği hızda. ve ben, bir gün o sularda boğulacağım biliyorum..

ben tüm bunları anlatıyorken sanki karşımda beni pür dikkat dinleyen birisi var ve anlattıklarımın hepsini harfiyen anlıyor, acımı paylaşıyor gibi.. ben anlattıkça o daha da anlatmamı istiyor.. kafasını sallayarak onaylıyor ben anlatırken bunları.. ben de heyecanla ve hakim olamadığım bir hızda anlatıyorum, anlatmaya devam ediyorum.. oysa başının etrafında uçuşan sinekleri savuşturmak için sallıyor belki de.. hehe galiba göremediğim yönleri var hayatın, hala da var olan ve asla görmek istemediğim.. sıkılmış mıydı benden acaba ben her şey yolunda sanarken? bazı sözlerimizi bir anda nasıl hiçe sayabildik, her şeyin sözlerden ibaret olduğu o mesafelerde hele? madem öyle; bu denli olumsuzluğa rağmen yine de iyi kalabilmek, gülebilmek istiyorum.. o'na değil de hayata sormak istiyorum: bu mudur bana biçtiğin paha? bu mudur olay lan? o büyük aşk böyle bir konuya mı kurban edilecekti? peeeeeh! daha kimin pahasına, biçimsizliğine bakabilirim ki? kim umrumda ki?

ben burda durmuş zihnimi işgal eden olumsuzluklarından şikayet ederken, git gide tek başıma kaldığımı hissediyorum. herkesin bir bahaneyle, kimilerinin de bahanesizce, öylesine uzaklaştığını hissedebiliyorum. hani yolda arkadaşınla yan yana yürürken bir şeyler konuşursunuz da, o arkadaşın bir anda karşıdan gelen adamın 'etkisiyle' diğer tarafına geçer ve sen kafanı çevirip lafının devamını hiç kimsenin olmadığı o "boşluğa" anlatırsın ya.. işte o anı ebedi sûretle yaşamak gibi bu..

dinleyen hiç kimsenin olmaması * gibi bir yalnızlıktan kaçmak için uzattığım tüm cümlelerin geleceği yer aslında şuydu en başından beri;

aşk özveriydi, karşılıksız verilen.. aşk sabretmekti, haftaları aylara bağlayan.. aşk göğüs germekti, yılların kucağında eskimeyen.. aşk devam etmekti, zıtlıkların "örtüldüğü" temiz bir sayfasıyla fedakarlığın.. aşk yenmekti, imkansızlıkları.. aşk paylaşmaktı, cebindeki son bozukluklarla patates kızartması ve çay, kahve alınabilen..
aşk mesafeydi, bir kelimeyle kısalan..
aşk yürümekti, asla yormayan..
aşk merdivendi, sokaktı..
aşk huzurdu, gözünü kapayınca gördüğün..
aşk öpmekti, masumiyeti kıskandıran..

aşk hepti, hepsi gitti..