bugün

türkiye den din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri

ilköğretim seviyesi'nden, liseye kadar değişmeksizin devam eden derslerdir. derslere gelen insanların genelinde zihniyet aynıdır. ancak; şanslı birkaç öğrenci bu işi çok daha farklı, kendine has yapabilen ve gerçek anlamda dinin eğitici tarafına, öğütleyici tarafına dikkat çekebilen adamlarla ders işleyebiliyor.

geçenlerde şu hayatta her türlü kefaretimi sunabileceğim ve yaklaşık 10 yıldır hayatımın bir parçası olmuş bir adamla oturuyorduk. ve onun, kendi kardeşimden ayırmayacağım kardeşi de bizimle... henüz 14 yaşındaki bu adamın bir özelliği de bir zamanlar bizim de okuduğumuz devlet okulunda ilköğretimini sürdürmekte olması. biraz da mazinin ağızda bıraktığı tadı özlemiş olacağım ki "abicim" dedim elemana, "hocalar aynı mı hala?"(yakında okuldan ayrılalı 10 sene olacak) ve aldığım cevaba şaşırmadım. "yunus hoca" dedi, "hüseyin hoca" dedi, "nejdet hoca" dedi, ve son olarak da küfreder gibi derin bir nefes alarak ekledi "bir de dinci ibo var" diye...

bunu duymak, içimdeki birşeyleri tetiklemişti. ki ufaklığın da düşüncesi benimle aynıydı... ibrahim hoca; hafif uzunca, kır saçlarını ortadan ikiye ayıran ve her dersinde yaklaşık 30-35 kişilik sınıf mevcuduna yeni bir sureyi ezberletip de okutarak ders işleyen bir adamdı. derslerini kırmayı tercih ederdim... hele o yaşlardaki bir çocuk için bahçede top oynamak, karşıdaki kız lisesi'ne bakarak kolasını yudumlamak çok daha eğlenceli geliyordu. ki buna da kimse şaşırmasın... hocamızın bir de hoşgörülü tarafı vardı. ilk girdiği derste demişti "benim dinim islâm olduğu için ben derslerimde müslümanlığı işleyeceğim. farklı inançları olan, dersimden muaf tutulacaktır, isteyenler şimdi çıkabilir." diye...

bu noktada arkadaşımla ayrı düştüğümüz bir nokta vardı ki o da arkadaşımın bu hareketi bir jest olarak görmesiydi bugün baktığında. oysa ben biliyordum ki ben bir hristiyan olsam ve o dersten, o gün çıksam... muhtemelen bugün böyle sıkı arkadaş olmayacak ve hatta senenin başında gelen bu gelişmeyle arkadaş dahi olamayacaktık muhtemel.

derken yedinci sınıf bitti ve "ortaokul" demeye önceden alışık olduğumuz ilköğretimin, ikinci ayağının son senesine gelmiştik. ve sınıfımızla beraber kimi öğretmenler de değişmişti. ibrahim de onlardan birisiydi... onun yerine bir zamanlar boks sporu ile ilgilenmiş olan mehmet hoca, din derslerine gelecekti... takım elbisesinin altına giydiği beyaz bir spor ayakkabı dışında o yaşlardaki öğrenciler için oldukça düzgün bir rol modeldi(itiraf; ayakkabılarıyla ve giyimiyle çok dalga geçtik.). ilk dersinde sınıftan bir gönüllü tayin etti ve her dersin başında "asr suresi" okuyacak ve türkçesini de aktaracaktı bu gönüllü arkadaş. bir sene boyunca bu serenomi devam ederken, bir tarafta da derslerde dinin ve inancın felsefi tarafları ile ilgili münazaralarımız ayyuka çıkıyordu. misal hocamın "kıyamet" üzerine yaptığı tespit hala zihnimdedir. "hepimiz kıyamet koptuğunda burada olmayabiliriz. ama gene de kendi kıyametimize hazır olmalıyız." derdi ve o güne kadar kıyameti hep "öcü" olarak gösteren meslektaşlarından biranda ayrılmıştı bu yaptıkları ile gözümde.

ve ibrahim hocanın ezberlettiği surelerin birçoğunu unuttu o gün, o sıralarda oturan neslim. en azından kendi payıma namaz sureleri hariç hemen hepsini unutmuş durumdayım(ki bu gerçekten de pek hoş birşey değil ama küfrederek sure ezberlemek çok daha beterdi, şüphem yok. hele ki öğrencilerinin bunu yapmasına sebep olan o öğretmen(ler)in durumu daha vahim geliyor bana işine karışmak gibi olmasın bilenin...) bugün hala aynı şeyi görüyorum "asra andolsun ki insan hüsrandadır. ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç."

gene de ufaklığı uyardım alıp da karşıma... pireye kızıp da yorgan yakılmamalı hiçbir evresinde insan hayatının.