bugün

bir kırık bebek

Yaramaz bir çocuk gibiydi ruhum uslanmıyordu. En sevdiği oyuncağı kırmıştı, şimdi üzgün gözlerle etrafına bakıyordu. Hiçbir oyuncağı onun yerini tutmuyordu. Hangi bebeğini eline alsa çirkin, hangi arabasını eline alsa eski geliyordu. Oyuncak kutusunu annesine inat odanın ortasına boşaltıyordu da yine kırdığı oyuncağının yerini alacak bir şey bulamıyordu.
Anlık oyalamalara kanıyor, annesinin "yemek vakti" çağrısıyla oyuncağının yokluğunu unutuyordu . Sonra babasının kucağında sohbete dalıyor, annesine saçlarını taratıyordu. Odasına gitmemek için türlü bahaneler buluyordu da uykusu eziyet ediyordu gözlerine. Anlaşmış gibi gözleri vicdanıyla kapandıkça kapanıyordu. Korkusunu yenmek için annesinin elinden tutarak girdi yatağına. işte mahkeme başlıyordu gözlerinin karanlığında. Kırdığı bacak için sorgulanıyor, yok ettiği kalp içinse müebbet alıyordu. Ölene kadar her yatağa girdiğinde aklında o kırdığı bebek olacaktı. Onunla geçirdikleri güzel günler, birlikte uyudukları geceler, dizlerinde salladığı dakikalar işkence gibi her gece gelecekti aklına. Ve hiçbir oyuncak onun yerini tutmayacaktı, hiçbir oyuncak onun kadar eğlendirmeyecekti, hiçbir oyuncağı onun kadar sevemeyecekti.
O gece onu kırdığı ana geri döndü ve tükürdü kendine. Yaptığına pişman olması ise; hiçbir şey ifade etmiyordu çöpe atılmış bebeğe. Kırık uzuvlar...
Dağınık oyuncak kutusu yerde, çocuk yatağında, ev sessiz...
Sence de büyüdük mü?