bugün

tanrının yokluğunu ispat edememek

bügün inananlarla (müslüman, hıristiyan, vs.) konuşmalarımda, onları köşeye sıkıştırdığım her an bana dönüp:
" ;ama tanrının yokluğunu ispat edemiyorsunuz! " diyorlar. pek tabi, bu gerçekleşebilir ispatlama büyük ölçüde tamamlanmış değildir.
fakat sorun şuradadır; ateizm, teizmin karşısında yer alır. inananların inandığı şeye inanmamak.
yani, başlı başına bir oluşum değildir.
ateistler, tanrının yokluğunun kesin olarak ispatlanamadığı bir devirde tanrı bilinemezliğini savunmaktadırlar. çünkü olmayan birşeyin yokluğunu ispatlamaya çalışmak ne derece başarı ile sonuçlanır, bilemiyorum;
fakat;
daha açık bir ifade ile anlatmak gerekirse,
diş perilerinin yokluğunu hiçbir insan kanıtlayamaz ya da kokmuş turşu tanrısının, viking tanrılarının, ya da mitolojik binlerce tanrının yokluğu ispatlanamaz. ve bu yokluğu ispatlamaya kimse yeltenmez. burada inanç devreye girer.
işte tam bu yerde bilinemezliğin inanca dönüştüğü noktayı yakalamış oluruz. yani yokluğunun ispat edilemediği binlerce 'şey' bulabiliriz; ama bulduğumuz bu 'şey'ler onlara inanmamız gerektiği anlamına gelmez.

sonuç olarak, " ;ama allah'ın olmadığını ispat edemiyorlar! " haykırışının ne kadar aciziyet ve saçmalık olduğunu anlamış oluruz.

tanrı bilinemezliğini Bertrand Russell'ın kutsal demlik örneği ile açıklamakta fayda var;

"birçok ortodoks (ya da müslüman) kişi, kendilerinin dogmaları ispat etmeleri gerektiğini değil, şüphe edenlerin kabul edilmiş dogmaları çürütmesi gerektiğini söyler. bu elbette bir hatadır. eğer ben, dünya ve mars arasında, güneş etrafında, eliptik bir yörüngede dönen bir çin demliği bulunduğunu öne sürseydim ve bu demliğin en güçlü teleskoplarımızla bile ortaya çıkarılamayacak kadar küçük olduğunu da iddiama ekleseydim, hiç kimse bunun aksini ispatlayamazdı. fakat konuşmama, iddiamın aksi ispatlanamayacağı için insan mantığının iddiamdan şüphelenmesinin tahammül edilemez bir küstahlık olduğunu söyleyerek devam etseydim, kesinlikle saçmaladığım düşünülecekti. oysaki eğer böyle bir demliğin varlığı eski kitaplarda bildirilse, her pazar (ya da cuma) kutsal bir gerçek olarak aktarılsa ve okul çağındaki çocukların zihnine yavaş yavaş aşılansaydı, varlığına inanmakta çekimser davranmak elbette bir tuhaflık belirtisi halini alırdı. ve bu şüpheci kimse, aydınlık bir çağda psikiyatristlerin, daha önceki çağlarda ise engizisyon mahkemesi'nin ilgisini hak ederdi."

vardığımız yerde, diş perisi veya hızır gibi bilinmezliklerin yokluğunun büyük ölçüde ispatının mümkün olmadığını; fakat bunun kutsal bir demliğe tapmamız anlamına gelmediğini anlamış oluruz.