bugün

ben bu yazıyı öylesine yazdım

zaman zaman bir şeyleri merak ettim, araştırdım, yazdım, çizdim. bir konuyu, ona hakim olana kadar araştırdığım epey az olsa da, şu sıralar istanbul hakkında ciddi şekilde okumalar yapıyorum. 1 ay oldu hemen hemen son kez gideli. O günden beri 5 kitap bitirdim. hemen hemen hepsi, birisi dışında, ufkumu kırk katına çıkaran kitaplardı. şehir hakkında epeyce de bilgi sahibi oldum.

'öğrenmenin en kötü yanı nedir?' sorusunu sordum kendime bu yazıyı yazmadan evvel. cevap ise epey sert bir tokat vurdu yüzüme; cahil olduğunu anlamak. tüm bu bilgilerden habersiz, yıllar geçirdiğini farketmek.

'Ayda bir dünyam başıma yıkılır, daha sonra yapmak istediğim yeni bir film bulurum' diyor steven spielberg. bu lafın önemi benim için çok büyüktür. zira, ne vakit dünya başıma yıkılsa, yapacak yeni bir film bulamıyor olsam da, öğrenecek, keşfedecek yeni bir şey buluyorum.

tüm bunlardan ise şuna geliyorum; hayatın bize oynadığı bu türlü oyunlara, gerçekten 'iyi ki oldu' gözüyle bakmamız mümkün değil mi? Bu bize daha çok şey katmaz mı?

örneğin; yıllar evvel bir pazar günü, yine dünyam başıma yıkıldığında sinema denen büyülü sanat formu ile tanıştım. Daha öncesinde de sinema'yı biliyor olsam da, o gün farklı gelen bir şeyler vardı. o günden beri okuyor, fotoğraf çekiyor, öğrenmeye çalışıyorum.

Keza, istanbul meselesi de aynı şekilde gerçekleşti. insan, tutunacak bir şey arıyor dünyası başına yıkıldığında. bir insana tutunmak yerine, kitaplara, filmlere ve şiirlere tutunmak istiyoruz. Bunlar ise, bana öyle geliyor ki, tam olarak da bizi biz yapan şeyler.