bugün

türkiye gazeteciler cemiyeti

türk medyasına son 34 yıl boyunca muhabir, röportajcı, köşe yazarı, foto-muhabiri, tv programcısı, metin yazarı, yönetmen, film eleştirmeni, editör, şef, müdür, velhasıl aklınıza gelebilecek hemen bütün meslekî pozisyonlarda hizmetler vermiş; bu hizmetleri karşılığında da ölümüne kadar geçerli “sürekli basın kartı” taşımaya hak kazanmış, sinema ve televizyon üzerine kitaplar yazmış, benim bilebildiğim iki düzineye yakın takdir beratı, başarı belgesi ve ödülü bulunan, şu anda da istanbul medipol üniversitesi’nde gazetecilik ve sinema-tv bölümlerinde meslek dersleri veren saygın gazeteci-televizyoncu-sinemacı, değerli dostum ali murat güven’in -cemiyet’te hiçbir özel yetki ve imtiyaz içermeyen, alelade- üyelik başvurusunu, aday kişi bütün üyelik kurallarına fazlasıyla uyuyor olmasına rağmen, yaklaşık 9 ay süren bir bekletmenin sonucunda gerekçesiz olarak reddetmiş sözde meslek örgütüdür. bu başvuruyu reddeden “balotaj kurulu”nun üyelerinin büyük bölümünün herhangi bir meslekî faaliyetini ise hafızanızı ne kadar zorlasanız da hatırlayamıyorsunuz.

başvurusu reddedilen dostumun, evrensel gazetesi yazarı olan cemiyet başkanı turgay olcayto ve (tamamı solculardan oluşan) diğer bütün yönetim kurulu üyelerine gönderdiği, lafı çok sağlam sokan aşağıdaki mektubunda da afişe ettiği gibi, türkiye işte böyle boktan bir ülke… “herkes için” sloganıyla yola çıkan ne kadar dernek, vakıf, meslek örgütü, stk var ise bir süre sonra artık yalnızca kendi çıkar çevresi, yandaşları, koruyup kolladığı kesim için var olmaya başlıyor.

olay, üzerine öyle uzun uzadıya yorum yapılmaya gerek olmayacak kadar açık bir partizanlık ve tarafçılık gösterisi içerdiğinden, bu arada aşağıdaki tarihî değere sahip mektup da zaten söylenmesi gereken her şeyi fazla fazla söylediğinden dolayı, bugün medya mensuplarına dağıtılan o mektubu paylaşmakla yetiniyorum ben de…

* * *

sayın turgay olcayto
“türkiye -belli bir siyasal görüşe mensup- gazeteciler cemiyeti”
genel başkanı

cağaloğlu-istanbul

20 şubat 2019 çarşamba

pek muhterem “gazetecilik meslek örgütü” başkanımız,

mesleğimizin ve meslektaşlarımızın kıdemli ağabeyi, koruyucusu, kollayıcısı, hâmisi (!) turgay olcayto beyefendi,

bilesiniz ki bu mektubu size ellerim klavyede sinirden zangır zangır titreyerek yazıyorum.

yazsam ayrı bir dert; yazmasam, yıllardır “babanızın çiftliği” edâsında yönettiğiniz o cemiyet’te nicedir yürürlükte bulunan gayrı âdil, gayrı nizâmî, tarafgir düzenin devam etmesini onaylayan bir meslek mensubu görüntüsü verme riskim var ki doğrusu bundan da utanç duyarım.

o yüzden, kalbinden ve aklından bundan böyle “türkiye gazeteciler cemiyeti” diye bir -sözümona- meslek örgütünü tamamen silmiş 34 yıllık bir medya mensubu olarak, yaşadığım şaşkınlık ve dehşeti en azından birinci elden bilmenizin; oturduğunuz o koltukta sizin ve yönetim kurulu üyelerinizin konforunun en azından beş dakikalığına bozulmasının bile yüksek insanlık değerleri adına önemli bir kazanç olduğuna inanarak, size böyle bir mektubu inadına göndermeye karar verdim. hem size, hem de ismi bile bundan 50 yıl öncesinden kalmış köhne ve geçersiz bir gazetecilik jargonunu yansıtan o “balotaj kurulu”nuzun pek muhterem üyelerine ayrı ayrı göndereceğim mesajımı…

bu dünyaya istanbul’da, pek çok üyesi gazeteci, sinemacı ve reklamcı bir ailenin mensubu olarak geldim.

1985’de, istanbul üniversitesi iletişim fakültesi’ni üçüncülükle kazandım. ki bu fakülte de zaten benim ilk tercihimdi. çocukluğumdan bu yana benzersiz bir arzu ve tutkuyla gazeteci olmayı istiyordum.

henüz fakültenin ilk yılından itibaren, okul hayatıma paralel olarak, türk medyasında aktif olarak çalışmaya başladım. daha 20 yaşında günlük gazete sayfaları çizebilen bir sayfa sekreteri, türkçe’yi gayet kıvrak şekilde kullanan bir editör, sahadaki en zor görevlerden alnının akıyla çıkan usta bir fotoğrafçı ve en zorlu işlere gönderilen bir özel haber muhabiriydim. gençlik yıllarım babıâli yokuşunda bir aşağı bir yukarı binlerce defa tazı gibi koşturmakla geçti. artık bir kısmını unuttuğum, sayamayacağım kadar çok dergi, gazete ve ajansta uzun ya da kısa süreli olarak görev yaptım.

askere gittiğimde bile, doğu’da ordu foto-film merkezi adına fotoğraf ve film çekimleri yapmakla görevlendirildim.

türkiye’nin her köşesini, dünyanın beş kıtasını gördüm, muhabir olarak beş pasaport doldurup eskittim, anadolu ajansı’ndan millî gazete’ye, star televizyonu’ndan yeni şafak’a kadar yığınla irili ufaklı yazılı, sesli, görüntülü ve elektronik medya kuruluşu için hesabı tutulamayacak miktarda haber hazırladım.

1996 yılından itibaren “sarı basın kartı” taşımaya başladım, 2016 yılında da “sürekli basın kartı”na hak kazandım. ki sanırım, türkiye’de bir gazetecinin “sürekli basın kartı”nı hangi şartları yerine getirerek almaya hak kazandığını siz de biliyorsunuzdur.

o güne kadar türkiye gazeteciler cemiyeti’ne üye olmayı yüzlerce kez hak etmeme rağmen, böyle bir başvuru, meslek hayatımın yoğun temposu içinde 2018 yılı yaz aylarına kadar mümkün olamadı, ben de bu üyeliği çok fazla kafama takmadım. nihayet, tempom biraz düşüp de meslek hayatımı genç gazetecilerin yetişmesine yönelik olarak üniversitede akademisyenliğe doğru kaydırınca, memleketimizin bu anlı şanlı meslek örgütüne üye olmaya artık iyi-kötü hakkım doğduğunu düşünmeye başladım.

böylelikle, 2018 yılı yaz başında, cemiyet’inize, üyelik için bütün şartlara uygun bir vasıf ve kıdemde, yanı sıra benden istenen bütün başvuru belgelerini de özenle hazırlamış bir şekilde resmî başvuru yaptım.

yaşadığım büyük komedi de bundan sonra başladı.

aradan koca bir yaz geçti, sonra da sonbahar… aklıma geldiği bir-iki defa cemiyet’i aradım ve “üyelik başvurularını değerlendirmekle görevli balotaj kurulunun ne zaman toplanacağını” sordum. türkiye’nin göbeğindeki bir basın meslek örgütünde çalışıyor olmaktan ziyade kuş uçmaz kervan geçmez bir taşra şehrindeki küçük ve unutulmuş bir devlet dairesinde görevli, içi geçmiş memurlar izlenimi uyandıran “halkla ilişkiler” personeliniz, her seferinde 10-15 dakika boyunca başvuru belgelerimi araştırdıktan sonra, “balotaj kurulunun, cemiyete yapılan üyelik başvurularını değerlendirmek için toplanmasının hiçbir düzenli periyodu ve tarihi bulunmadığını, bu kurulun yıllardan beri kafasına göre bir zamanda toplanıp biriken başvuruları değerlendirmekte olduğunu” bildirdi bana…

gerçi, telefonda alelacele yapılan bu açıklamalar bana nasıl da köhnemiş bir yapıyla karşı karşıya olduğum noktasında peşinen bir fikir vermişti vermesine; ama yine de erken bir suizanda bulunmamak adına, bir süre daha beklemeyi tercih ettim.

öte yandan, telefonla arandıklarında mecburen cevap veren iletişim personelinizin, cemiyet’in resmî e-posta adresine aynı konularda bir mesaj gönderildiğinde ise elektronik mesajlara kesinlikle geri dönüş yapmadığını da yine aynı vesileyle tecrübe etme imkânı buldum. farklı tarihlerde attığım her iki e-postaya da tek satırlık bir cevap alamadım. ki bu da cemiyetin dış ilişkilerindeki “süper ciddiyet”i ortaya koyan önemli bir veriydi.

nihayet, dün, artık neredeyse birinci yılına ulaşacak olan üyelik başvurumun akıbetini öğrenebilmek için cemiyetinizi bir kez daha telefonla aradım. bu defa da 10 dakika boyunca başvuru kaydımı dosyalar arasında arayan hanım, en sonunda “siz balotaj kurulu tarafından reddedilmişsiniz, reddettiğimiz kişilere herhangi bir bilgi vermiyoruz” deyince, -normalde son derece mâkûl bir insan olmama karşın- en sonunda aklım yerinden çıktı.

üstad, sizin ve ekip arkadaşlarınız, orayı ciddi bir meslek örgütü olarak mı, yoksa babanızın kendi parasıyla kurduğu özel bir şirket olarak mı görüyor ve yönetiyorsunuz?

cemiyet’inizin tüzüğünü baştan aşağıya bir kez daha okudum, üyeliğe kabul şartlarına satır satır baktım. görünür duruma göre, üye olmamı engelleyebilecek hiçbir çapak, kusur ya da eksiklik söz konusu değil…

türkiye gazeteciler cemiyeti, hiçbir ırk, din, politik görüş, nüfuz, kıdem ayrımı yapmaksızın, türkiye’de medya sektörünün bütün emekçilerinin haklarını korumak ve onlara zor zamanlarda kılavuzluk etmek üzere kurulmuş, partiler üstü, siyasetler üstü, inançlar üstü, iktidarlar üstü sivil bir meslek örgütüdür. ya da en azından 52 yaşına ulaşan ben, bu yaşa kadar bu konuyu böyle biliyordum.

1) türkiye’de toplam 5 tane gazetecilik fakültesi var iken bunlardan birini üçüncülükle kazanmış ve mezun olmuş,
2) yine aynı alanda yüksek lisans yapmış,
3) ömrünün 34 yılını yurt içinde ve yurt dışında gazetecilik, televizyonculuk yaparak geçirmiş,
4) bir düzine meslekî ödüle sahip,
5) hiçbir sabıkası bulunmayan,
6) yayınlanmış üç ayrı kitabı olan,
7) şimdiye kadar yurt içi ve dışındaki üniversitelerde, liselerde, vakıflarda, derneklerde, meslekî konferanslarda gazetecilik üzerine yüzlerce kez kürsüye çıkıp konuşmalar yapmış,
8) halen medipol üniversitesi iletişim fakültesi’nde de gazetecilik dersleri vermekte olan ben,

türkiye gazeteciler cemiyeti’ne, yönetiminde hiçbir söz hakkı bulunmayan, alelâde bir üye olarak kabul edilmemişim. gerekçesiz ve açıklamasız…

neymiş?

bazıları ta 2. haçlı savaşları zamanında gazetecilik yapmış olan kıymeti kendinden menkûl 10 kişiden oluşma, komik ve demode isimli “balotaj kurulu” isimli bir ekip bunu böyle uygun görmüş!

o hâlde, ben de soruyorum: hangi nesnel kriterlere göre?

bütün eğitimini ve hayatını medyaya adamış bir türk gazetecisine, “seni meslek örgütümüze kabul etmiyoruz ve bunun gerekçesini de açıklamaya gerek duymuyoruz” demek, ona düpedüz sülale boyu küfür etmektir. ki ben de bu dolaylı küfürünüzü kesinlikle yememeye kararlıyım.

başkan beyefendi,

o dernek ne sizin, ne yönetim kurulunuzun, ne balotaj kurulunun, ne de bilmemne kurulunun babasının tapulu malı değildir. o dernek, türk gazetecilerinin ortak derneğidir, hepimizindir, sizin olduğu kadar benim de bir ömür boyunca süren alın terimin ve mücadelemin bir ürünüdür.

bu red cevabını duyduğum dakikadan itibaren, benim için “türkiye gazeteciler cemiyeti” diye bir kuruluş kalmamıştır. keyfiniz gelip de ihsan edeceğiniz o üyelik ta yerin en dibine batsın!

ancak, bu demek değil ki uğradığım onur kırıcı haksızlığı, dahası apaçık hakareti sessizce sineye çekip yutmak zorundayım. öyle bir şey yok! bu saçmasapan yönetim düzeni ve bu saçmasapan üyelik kabul-red mekanizması kamuoyuna kesinlikle ifşâ edilecek! herkes, medyayla ilgili anma törenlerinde kürsülere çıkıp afili konuşmalar yapan muhterem başkan ve avanesinin nasıl bir mantık içinde cemiyet yönettiğini görecek, anlayacak, bilecek.

ha, diyelim ki bir insanın meslekî şöhreti çok kötüdür, meslekî sigortası ve basın kartı yoktur, sabıkası vardır, alkoliktir, eroinmandır, pkk’lıdır, fetö’cüdür, şudur budur, o zaman reddedilmesini elbette ki anlarım. ki zaten o durumdaki biri de reddedileceğini peşinen bilir, böyle meslek örgütlerine hiç başvuru yapmaz.

ben ise büyük bir iyi niyet ve masumiyet içinde bir çuval dolusu belgeyi hazırlıyorum, üstüne bir yıla yakın süre boyunca da sabırla bekliyorum. sonuçta ise bilmem kaçıncı telefonla aramamdan sonra beyzadelerimiz tarafından reddedildiğimi -o da lütfen- öğrenebiliyorum.

öyle yağma yok başkan beyefendi,

oturduğunuz o koltuğun, o koltuk sayesinde elde ettiğiniz onca imtiyazın hakkını vereceksiniz; diğerleri de çatır çatır verecekler. gazeteciler toplumun en bilgili, en zeki, hakkını hukukunu en iyi bilen mensuplarıdır. zaten öyle olmasalar, gazeteci olamazlardı.

bu arada, size şunu da söyleyeyim, ben aslında tamamı fanatik solculardan oluşan derneğin yönetiminde neden reddedildiğimi de az çok tahmin edebiliyorum; ancak bunu sizlere de dürüstçe ikrar ettirene kadar onur mücadelemi sürdüreceğim. bu işin yolu mahkemeye kadar gidecek.

önümüzdeki günlerden itibaren, bu memlekette ne kadar internet haber portalı var ise bu mektubumu ve konuyla ilgili olarak yaşadıklarımı, somut belgeleriyle birlikte bütün gazetecilik sitelerinde tek tek yayınlatacağım. genç kuşaktan meslektaşlarımız ileride size ezkaza üyelik başvurusu falan yapmaya kalkışırlarsa, “meslek örgütü” görünümünde nasıl bir “çiftlik” ile karşılaşacaklarını şimdiden bilsinler.

gazeteci olarak geçmişte bir-iki kez derneğin yönetim merkezine, yine bir-iki kez de basın müzesi’ne gelmişliğim vardır. tepeden tırnağa çağın gerisinde kalmış, alabildiğine demode, komedi derecesindeki arkaik personel ve organizasyon yapınız daha kapıdan içeri girer girmez kendisini fazlasıyla belli ediyor. medya sektörüne yakın ve yatkın kişiler olmaktan ziyade tam bir “eski model devlet dairesi memuru” görünümünde, işleri yokuşa sürmek ve başvuranlara "bugün git, yarın gel” demekten büyük keyif alan fosilleşmiş çalışanlar, içinde bulunduğumuz şu olağanüstü iletişim ve bilgisayar çağında bile en basit yazışmaları, form-belge doldurmalarını taş devrinden kalma yöntemlerle yapmalar, gayet yavaş bir çalışma ve hizmet hızı, “basın müzesi” gibi son derece heybetli bir isme sahip iken yıllardır bütün numarası iki tane paslı matbaa makinesi kalıntısını sergilemek olan devâsâ bir bina…

doğrusu, pek muhteşem yönetiyorsunuz bu meslekî örgütü ve uzantılarını… o kadar muhteşem yönetiyorsunuz ki, son 15-20 yıldır toplumda, meslekî câmiâda ve iktidar kanadında var mısınız yok musunuz belli değil, bir allah’ın kulu artık bildirilerinizi ve açıklamalarınızı ciddiye almıyor!

ismimi lütfen hiç unutmayın başkan beyefendi…

siz hukukçusunuz. ben de epeyce bir bilirim hukuku… hukuk çerçevesinde hakkımı sonuna kadar arayacağım ve başınızı da ağrıtabildiğim kadar ağrıtacağım. çünkü, bu mesleğe ömrünü adamış, günümüzde de ders verdiği fakültelerde yeni gazetecilerin yetişmesine canla başla hizmet eden biri olarak, bilin ki benim onurumu çok kötü kırdınız.

gerçek gazeteciler, parayla pulla, malla mülkle işi olan insanlar değillerdir. gerçek gazeteciler, taltifle, moralle, saygı görerek motive olur ve ayakta kalırlar. bunca yıllık hizmetten sonra, bana ülkemdeki bir meslek örgütünün alelâde üyeliğini bile lâyık görmeyerek, bana farklı bir lisan ile hakaret ettiniz.

ben de bundan böyle sizin ve o köhnemiş düzeninizin canını sıkabildiğim her platformda sıkacağım.

selametle,

ali murat güven