bugün

kuran da olmayan 200 hurafe

ON BiRiNCi AYET

فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

“… Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun.” (Nahl, 16/43)

Ayette geçen “ehl-i zikir” ile kimin kastedildiği hakkında âlimler farklı izahlar yapmışlardır. Yapılan her izahı, bir mezhebe bağlanmaya delil yapabiliriz. Bizler, meseleyi fazla uzatmamak için sadece bir görüşü nakledip, bu görüşün, meselemiz olan bir mezhebe bağlanmaya dair işaretine geçeceğiz. Diğer görüşler için tefsir kitaplarına müracaat edebilirsiniz.

Ayetteki “zikir ehli” tabiri ile; Kur’an’ı çok iyi anlayan ve Kur’an’ın sırlarına vakıf olan âlimler kastedilmiştir. Zira “zikir” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde; Kur’an’ın kendisi için kullanılmıştır. Mesela Nahl suresi 44. ayette;

“insanlara açıklaman için biz sana zikri indirdik.”

buyrulmuştur. Buradaki zikirden kasıt, Kur’an-ı Kerim’dir.

Hicr suresinin 9. ayetinde;

“Şüphesiz zikri biz indirdik, elbette onu biz muhafaza edeceğiz.”

buyrulmuştur. Buradaki zikirden kasıt yine Kur’an’dır.

Hicr suresi 6. ayette;

“Dediler ki: Ey kendisine zikir indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun.”

buyrulmuştur. Burada geçen “zikir” de yine Kur’an-ı Kerim’dir.

Yine Enbiya suresi 50. ayette, Yasin suresi 69. ayette ve Sâd suresi 87. ayette; Kur’an-ı Kerim, “zikir” ismiyle tesmiye edilmiştir.

Demek ayetteki “zikir” kelimesi ile Kur’an’a işaret edilmiştir. O halde “ehl-i zikir”de Kur’an- Kerim’i kelime kelime, harf harf inceleyen ve değil sadece kelime ve harflerden, harekelerden ve duraklardan bile manalar çıkartan râsih âlimlerdir.

Ayetteki “ehl-i zikri” izah ettikten sonra, şimdi sıra geldi ayetin bir mezhebe bağlanmanın lüzumuna dair olan işaretine:

Ayetin açık ifadesiyle; dini konularda, meselelerin izahlarını bilmeyenler, bilemediği konuları “ehl-i zikre” soracaktır. Yani Kur’an ehline müracaat edeceklerdir. Bu, ayetin açık bir emridir. Demek herkes dilediği gibi hüküm vermeyecek, vehmine göre hükmetmeyecektir.

Eğer bir mezhebe bağlanmak şart olmasaydı ve herkesin kendi anlayışı ile hükmetmesi caiz olsaydı, ayette; “eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun” denilmez, “bilmiyorsanız, zannınıza göre hükmedin, kalbinize danışın vs.” gibi ifadeler kullanılırdı. Ama böyle denilmemiş ve bilmiyorsak, ehl-i zikre sormamız emredilmiştir. Demek, bir ehli zikrin peşinden gitmek vaciptir ve Kur’an’ın emridir.

O halde şimdi sorumuz şu: Bilmediğimiz meseleleri sormamız emredilen ehl-i zikir yani Kur’an ehli olan âlimler kimlerdir?

· Acaba bilmediklerimizi imam Azam, imam Şafi, imam Malik ve Ahmed ibni Hanbel Hazretlerine mi soracağız, yoksa çat pat Arapçasıyla Kur’an’ı anlamaya çalışan zamanımızın sözde âlimlerine mi? Bunlardan hangisi ehl-i zikirdir?

· Acaba Kur’an’ın manalarını, Efendimiz (asm)’den dinleyen ve ilimleri ile Efendimiz (asm)’in övgüsüne mazhar olan ibn Abbas, ibn Mesud, ibn Ömer gibi sahabeler mi ehl-i zikirdir? Yoksa Efendimiz (asm)’in ruhunu ve ahlakını kaybetmiş bu asrın insanı mı?

· Acaba Kur’an ayetlerinin iniş sebeplerini, Efendimiz (asm)’in o ayetler hakkındaki izahlarını ve Efendimiz (asm)’in hadislerini, sahabenin alimlerine sorarak öğrenen ve tâbiînden yetişerek Asr-ı saadetin kokusunu teneffüs eden müctehid alimler mi ehl-i zikirdir? Yoksa ayetlere kendi fikirlerinin yorumlarını yükleyen ve Kur’an’ı vehimlerine alet eden sözde müctehidler mi?

· Acaba yüz binlerce hadisi, senedleriyle birlikte ezbere bilen müctehidler mi ehli zikirdir? Yoksa ezberinde yüz hadis bile olmayan, hatta hadise bile ihtiyaç duymayarak Kur’an’ı cesurca tefsir eden cahiller mi?



Soruları çoğaltmak mümkündür. Bütün bu sorulara bizim cevabımız; ayette geçen ve bilmediğimiz şeyleri kendilerine sormamız emredilen ehl-i zikir; başta mezhep imamları olarak diğer müctehid âlimler ve allamelerdir. Bizler dinimizle ilgili her konuyu, onların eserlerine müracaat ederek öğrenmekte ve ayetteki emre imtisal ederek, ehl-i zikre sormaktayız.

ON iKiNCi AYET

وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, onlara indirileni insanlara beyan edesin. Umulur ki onlar da düşünürler.” (Nahl, 16/44)

Bu ayet-i celilenin açık ifadesiyle; Kur’an’ı izah etmek ve ayetlerinin manasını beyan etmek vazifesi bizzat Peygamber Efendimize (asm) verilmiştir. Zira ayette; “… Kur’an’ı sana indirdik. Ta ki insanlara onu açıklayasın.” buyrulmuş, “onlar diledikleri gibi anlasınlar” buyrulmamıştır. Demek ayetleri, dilediğimiz gibi değil, Peygamber Efendimiz (asm)’in beyan ettiği gibi anlamak ve öylece amel etmek zorundayız. Zannımızı ve vehmimizi ayetlerin izahına karıştırarak, kendimize göre bir tefsir yapmak ve Kur’an’ın ayetlerini hevamıza tabi kılmak, ayetin açık beyanıyla yasaktır. Bu, bir tercih değil, bir mecburiyettir.

Peygamber Efendimiz (asm) Kur’an’ı kendi zannı ile tefsir etmeye çalışanları şöyle tehdit etmiş ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“Kim Kur’an’ı kendi görüşüyle tefsir ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın.”

imam Gazali Hazretleri bu hadisi izah ederken şöyle der:

“Bu hadis ile tehdit edilenler; Kur’an’ı sırf Arapçaya dayanarak, hadislere ve ayetlerin nüzul sebebine bakmaksızın açıklayanlardır. Çünkü ayetlerin nüzul sebepleri ve Peygamberimiz (asm)’in hadisleri bilinmezse bazı ayetleri anlamak mümkün değildir.”

işte bu sırdan dolayı, sahabeler içinde belagat ilminin ve Arap lisanının çok derin âlimleri ve dâhileri olduğu halde, onlar, ayetlerin manalarını Efendimiz (asm)’den öğrenirler, kendi ilimlerine güvenerek haddi aşmazlardı.

Yine bu sırdan dolayıdır ki, Haşr suresi 7. ayette;

“… Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının.”

buyrularak, tamamen Peygamberimize (asm) tabi olmamız emredilmiş ve işin içine hevamızı ve zannımızı sokmamız menedilmiştir.

O halde bir mezhebe bağlanmak, netice itibariyle mezkûr ayet ve hadislere itaat etmek demektir. Çünkü mezhebe bağlanmak; bir mesele hakkındaki Kur’an’ın hükmünü ve Peygamberimiz (asm)’in beyanını, mezheb imamına sorarak öğrenmek demektir. Mesela, imam Azam Hazretlerinin eserini okuyan bir kişi, meselenin izahını Kur’an’dan ve sünnetten çıkarmaya muktedir olmadığı için, bu meseleyi, bu işe muktedir olan bir zattan sormakta, o zat da Kur’an ve sünnet ışığında meselenin çözümünü sunmaktadır. Hâlbuki bir mezhebe bağlanmayanlar, hadislerin tamamına vakıf olmadıkları için Kur’an ayetlerini kendi zanlarına göre izah etmekte ve Efendimizi (asm) aradan çıkarmaktadırlar. Bu, mezhepsizliğin zaruri bir neticesidir ve ayetin beyanıyla reddedilmiştir.

Şimdi bu bölümden çıkan neticeleri maddeler halinde özetleyelim:

· Kur’an’ı izah etmek vazifesi Peygamberimiz Efendimize (asm) verilmiştir.

· Bizler Kur’an’ı, şahsi görüşümüze göre değil, Peygamberimiz (asm)’in izah ettiği gibi anlamak zorundayız. Bu, ayetin açık ifadesidir.

· Kur’an’ı kendi görüşümüzle tefsir etmek yasaklanmış ve neticesinin cehennem olduğu bildirilmiştir.

· Peygamberimiz (asm) bize ne verdiyse onu almalı ve neyi de nehyetmişse ondan sakınmalıyız. Bu, ayetin açık bir emridir.

Netice: Madem Kur’an’ı beyan yetkisi Efendimize (asm) verilmiştir ve O da beyan etmiştir. O halde bizler, Kur’an’ın manalarını, o beyan ve izahları bizzat Efendimiz (asm)’den dinleyen sahabelerden ve sahabelerden dinleyen tâbiînden öğrenmek zorundayız. Kendi kısır anlayışımızı hakem yaparak ayetlere mana vermek, ayet ve hadislerin beyanıyla yasaktır. Bunu yapan büyük bir tehdide muhataptır.

Bu makamda şöyle bir soru da akla gelebilir: Peki mezhep imamları kendi görüş ve reyleriyle izah yapmamışlar mıdır?

Cevap: Onlar bir mesele hakkında ilk önce Kur’an ayetlerine ve hadislere müracaat etmişler, eğer mesele Kur’an ve hadislerde açıkça beyan edilmemiş ise, ayet ve hadislere kıyas ederek hüküm çıkarmışlardır. Kıyas etmek ise; Kur’an’ın bir emri olduğundan dolayı -kıyasa ait delili daha önce zikretmiştik- neticede mezhep imamları, ictihadlarını ayet ve hadislere dayandırmışlar, görüşlerinin delillerini ve dayandıkları esasları teker teker beyan etmişlerdir. Şimdikilerin yaptığı gibi hevalarından konuşmamışlardır!

https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum