bugün

kuran da olmayan 200 hurafe

SEKiZiNCi AYET

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُوا الْأَلْبَابِ

“De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahibi olanlar anlar.”(Zümer, 39/9)

Bu ayetin açık ve net beyanıyla; bilenler ile bilmeyenler bir değildir. Madem bilenler ile bilmeyenler bir değildir, o halde cevaplandırılması gereken soru şudur:

Fıkıh ilmini kimler biliyor ve bu ilmi kimler bilmiyor?

Bir önceki ayetin tefsirinde izah ettiğimiz gibi, fıkıh ilmini bilenler yedi mertebe olup, sadece ilk üç mertebedekiler ictihad yapabilmekte ve fetva verebilmektedir. Bu üç mertebeden de, üçüncü mertebede olanlar, sadece mezheb imamının ictihad yapmadığı meselelerde ictihad yapabilmekte ve diğer meselelerde mezheb imamının tabi olmaktadır. Demek, mutlak ictihad yapabilenler; sadece birinci ve ikinci tabakada olan fakihlerdir. Hatta ikinci tabakada olanlar da, ictihad yapmanın usul ve kaidelerini koyamamış, ictihadın usul ve kaidelerinde kendi mezheb imamlarını taklit ederek, o usul ve kaidelerin dışına çıkamamışlardır.

Hal böyle iken ve ayetin ifadesiyle; “bilenler ile bilmeyenler bir olamaz”ken, hatta asırlarını aydınlatmış olan imam Gazaliler, imam Rabbaniler, Celaleddin-i Suyutiler bile, ilk üç mertebedeki müctehidlere kıyasla; “bilmeyen” olurken, bu zamanın sözde âlimlerinin ne olacağını sizler kıyas edin!

Fıkıh ilmini, dört delilden fetva çıkarma mertebesinde bilenler sadece; müctehid-i fi’ş-şer, müctehid-i fi’l-mezheb ve müctehid-i fi’l-mesele mertebesinde olan âlimlerdir. Bu tabakada olmayan bütün âlimler, bunlara kıyasla; fıkıh ilmini bilmeyenlerdir. Ve bu tabakalarda bir âlim, uzun asırlardan beri yetişmemiştir. Herhalde ictihada ihtiyaç yoktur ki, Cenab-ı Hak, bu mertebede olan âlimleri göndermemiştir. Demek, bu zamandaki bir âlim, ne kadar da derin bir âlim olsa, bu üç tabakadaki müctehidlere kıyasla cahildir ve âmîdir.

Sözün özü: Madem ayetin ifadesiyle; “bilen ile bilmeyen bir değildir.” Ve madem bu ümmetin âlimlerinin ittifakıyla dört delilden hüküm çıkarma işi, sadece ilk üç basamaktaki müctehidler için söz konusudur. O halde şu iki ihtimalden birini kabul etmemiz gerekir:

1. Bu zamandaki mezhepsizler, ilk üç tabakadaki fıkıh âlimlerinin mertebesindedir. Yani imam Gazali ve imam Rabbanilerin giremediği bu mertebeye, bunlar girmiştir. Buna ise kargalar bile güler!

2. Bu zamandaki mezhepsizler, hadlerini aşmış birer mütecavizdir. Fıkıh ilminin yedinci tabakasında bile olmadıkları halde, kendilerini ilk üç tabakadaki âlimlere eş tutmuşlar ve aldanmışlar ve aldatmışlardır. Doğru şık budur. Ve bundan başka bir şık ta yoktur.

DOKUZUNCU AYET

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّوا اْلأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi emrediyor.” (Nisa, 4/58)

Bu ayet-i kerime, şu olay üzerine nazil olmuştur: Peygamberimiz (asm) Mekke’yi fethettiğinde, Kâbe’nin anahtarları Osman ibn-i Talha’da olup, bu zat o zaman kâfir idi. Hz. Ali (ra), bu zattan Kâbe’nin anahtarlarını zorla almış ve Kâbe’yi Peygamberimiz (asm)’e açmıştı. Daha sonra Hz. Ali, Hz. Abbas ve diğer sahabeler, Kâbe’nin anahtarının kendilerine verilmesini ve hacıların zemzem ile sulanması ve Kâbe’nin diğer hizmetlerinin kendilerinde toplanmasını arzu ettiler. Bunun üzerine mezkûr ayet indirilerek, “emanetlerin ehline teslim edilmesi” emredilince, Efendimiz (asm), Hz. Ali’ye, anahtarı Osman ibn-i Talha’ya iade etmesini emretti. Hz. Ali bunun yapınca, Osman ona şöyle dedi:

“Zorladın, eziyet ettin, sonra gelip yumuşuyor musun?” Hz. Ali ise cevaben;

“Muhakkak Allah Teâlâ, senin hakkında bu ayeti indirdi.” dedi ve ona

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi emrediyor.”

ayetini okudu. Osman ibn-i Talha, islam’ın bu adaleti karşısında dayanamayarak kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu.

Osman ibn-i Talha (ra) vefat edinceye kadar anahtar onda kaldı. Vefatından sonra da, kardeşi Şeybe’ye verildi. Böylece Kâbe’nin anahtarı ve Kâbe hizmeti, onların neslinde kaldı.

Ayetin iniş sebebi bu olmakla birlikte, “bütün emanetlerin ehline verilmesi”, ayetin manası içindedir. Zira ayetin bir hâdise üzerine inmesi, sadece bu hâdiseye mahsus olmasını gerektirmez.

Hatta ibn-i Mesud Hazretleri, “insanın uzuvlarının tamamı emanettir. Her uzvu, yaratılış gayesinde kullanmak ve ona yüklenen ibadeti yapmak, emaneti ehline vermektir.” buyurarak, “emaneti ehline verme” emri altında yatan onlarca manadan sadece birini beyan buyurmuştur.

Demek bu ayet-i kerime, “emaneti ehline vermek” hususunda, deniz gibi manaları içinde saklamaktadır. Bizler bu manaları, tefsir kitaplarına havale ederek, mezkûr ayetin, “bir mezhebe bağlanmaya” dair işaretine geçiyoruz;

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi emrediyor.” ayetinin ifadesiyle; Allah Teâlâ, her emaneti ehline vermeyi bize emretmiştir. O halde, cevabını aramak ve bulmak zorunda olduğumuz soru şudur:

Kitap, sünnet, icma ve kıyas dediğimiz dört delilden hüküm çıkarmak ve bir mesele hakkında fetva vermek -yani ictihad yapmak- bir emanettir. Acaba bu emanetin ehli kimdir? Ve bu emanet kime verilecektir?

· Hadis hafızlarının -yüz bin hadisi senetleriyle birlikte ezberleyene hadis hafızı denir- dahi, fıkhî meselelerde kendilerine uydukları mezheb imamları mı ictihadda emanet ehlidir? Yoksa yüz bin değil, yüz hadis bile ezberinde olmayan cahiller mi?

· Daha önce ifade ettiğimiz üzere, fıkıh âlimlerinin ilk üç tabakası olan; müctehid-i fi’ş-şer, müctehid-i fi’l-mezheb ve müctehid-i fi’l-mesele mertebesinde olan âlimler mi delillerden hüküm çıkarmada emanet ehlidir? Yoksa fıkıh âlimlerinin tabakalarından bile haberdar olmayan cahil cesurlar mı?

· imam Gazalilerden tutun, imam Rabbanilere kadar, El-Cessas’tan tutun, imam Suyutilere kadar, her asırda gelmiş ve asrını ilmi ve takvasıyla aydınlatmış âlimlerin kendilerine tabi olduğu dört mezheb imamı mı fetvada emanet ehildir? Yoksa asrımızın takva ve ilim fakirleri mi?

· imamı Malik -ki sünnete son derece bağlı ve Hz. Peygamber (asm)'e de ileri derecede saygılıydı- yaşlandığı zamanlarda bile Medine'de herhangi bir hayvana binmez ve: "Allah'ın peygamberinin medfun olduğu bu şehirde ben hayvana binemem. Resulullah’ın bedeninin gömülü olduğu bir toprağa basmaktan hayâ ederim." derdi. Hadis rivayet edeceği zaman önce abdest alır, temiz ve yeni elbiseler giyer, güzel kokular sürünür, sonra büyük bir saygı ve vakar içinde hadisi naklederdi. Acaba böyle bir edep abidesi mi fetvada ehildir? Yoksa bu zamanın edepsizleri mi?

· imamMalik, kendilerinden hadis naklettiği kişilerin güvenilir, zühd ve takva sahibi olmalarına son derece dikkat ettiği gibi, aynı zamanda hadis ehlinden olmalarına da dikkat ederdi. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle dile getirmiştir: "(Mescidi Nebevi'nin sütunlarını göstererek) Şu sütunların dibinde, ‘Peygamber (asm) şöyle dedi’ diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki beytülmal kendilerine emanet edilecek kadar güvenilir kişilerdi. Fakat onların hiçbiri hadis nakletmeye ehil değillerdi."

Acaba, hadis kabul etmekte ve nakletmede bu kadar titiz olan imamMalik mi ictihadda emanet ehlidir? Yoksa hadis ilminden haberi olmayan bu zamanın sözde âlimleri mi?

Soruları çoğaltmak ve her mezheb imamının kemalini nazara vererek onlarca soru sormak mümkündür. Acaba hayatları son derece takva, ilim, zühd ve kemal ile dolu olan dört mezhep imamı mı fetvada ehildir? Yoksa bu zamanın takva fukaraları mı?

Hem şunu da çok merak ediyoruz: Acaba bu zamandaki ictihad heveslileri, ictihad yaparken hadislere müracaat etmeyecekler mi? Eğer edeceklerse -ki, etmek zorundalar. Zira birçok meselenin hükmü hadislerde açıklanmıştır- O halde, müracaat edecekleri bu hadis kitapları; Ahmed ibn-i Hanbel’in Müsned’i, imamMalik’in Muvatta’sı, ya da diğer mezheb imamlarının derledikleri hadis kitapları değil midir? Yani hadis ilmini, kendilerini inkâr ettikleri ve onlardan daha üstün olduklarını iddia ettikleri mezheb imamlarının eserlerinden öğrenmeyecekler mi? Yoksa direkt zaman ve mekânları aşıp, hadisleri sahabelerden mi soracaklar?

Ne kadar ilginçtir ki, Efendimiz (asm)’in hadislerini öğrenmek için bu zatların kitaplarına müracaat ediyorlar, yani onların kitaplarını okuyarak bu zatları üstad kabul ediyor, rahlesinde oturuyorlar, sonrada onlarla yarışa giriyor ve onları inkâr ediyorlar!

Sözün özü: “Allah size, emanetleri ehline vermenizi emrediyor.” ayetiyle, her emanetin ehline verilmesi emredilmiştir. ictihad yapmak ve dört delilden hüküm çıkarmak da bir emanettir ve ehline verilmesi gerekmektedir. Bu işin ehli ise; mezheb imamlarıdır ve fıkıh ilminin ilk üç tabakasındaki âlimlerdir.

ONUNCU AYET

يُؤتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيراً وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُولُوا الأَلْبَابِ

“(Allah) dilediğine hikmet verir. Hikmet verilene, pek çok hayır verilmiştir. Bunu ise ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara, 2/269)

Ayeti kerimede geçen hikmet, ibni Abbas, imam Dahhak, imam Mücahid ve diğer âlimlere göre; Kur’an-ı Kerim’i anlamak, ilim ve fıkıhtan ibarettir.

Bu ayet-i celilede dikkat çekilen unsurları şöyle sıralayabiliriz:

1. Allah Teâlâ, hikmeti herkese değil, sadece dilediği kuluna vermektedir.

2. Kendisine hikmet verilen kula, büyük bir hayır verilmiştir. Demek hikmet; çok kıymetli ve müstesna bir şeydir.

3. Hikmetin bu üstünlüğünü ve kıymetini ise ancak akıl sahipleri anlayabilmekte, diğerleri ise hikmetin bu faziletinden gaflet etmektedirler.

Şimdi, ayetin beyan ettiği bu üç unsurun, bir mezhebe bağlanmaya ait olan işaretine geçiyoruz:

1. Madem ayetin açık beyanıyla; Allah Teâlâ, hikmeti herkese değil, sadece dilediği kuluna vermektedir. Acaba hikmetten azami mertebede hissesi olan kullar kimlerdir?

Acaba imam Âzam, imam Şafi, imam Malik, Ahmed ibni Hanbel ve diğer müctehid âlimlerin hikmetten nasibi ile, bizim nasibimiz, ya da kendini âlim zanneden zamanımızın mezhepsizlerinin nasibi aynı mıdır? Hikmetin bir şubesi olan fıkıhta, imam Gazalilere, Celalettin Suyutilere, imam Rabbanilere dahi verilmeyen bir hikmet, başta dört mezhep imamına ve diğerlerine verilmiştir. Bu sebeple imam Gazali gibi büyük allemeler, fıkıhta o büyük zatları takip etmişlerdir.

O halde bir mezhepsiz için yol ikidir:

· Ya dört mezhep imamına verilen hikmetin aynısının kendisine de verildiğini kabul edecek ve bu kabul ile de kargaları bile kendine güldürecek. (Bu zamanda yetişen âlim zatların, niçin mezhep imamlarına yetişemeyeceği konusunu ileride bir başlık altında inceleyeceğimizden burada bu konuya girmiyor, meraklılarını ilerideki bölüme havale ediyoruz.)

· Ya da aklını başına alarak, kendisine hikmet verilen mezhep imamlarına tabi olacak. Meselelerin izahlarını, onlara sorup öğrenecek. Yani o zatların kitaplarına müracaat edecek.

2. Madem Allah Teâlâ, hikmeti herkese değil, sadece dilediği kuluna vermektedir. Acaba kendisine hikmet verilmeyen kullar ne yapacaktır? islam’ın hükümlerini, helali, haramı, ibadetlerin eda şekillerini ve diğer meseleleri nasıl öğrenecek ve islamî hayatını nasıl devam ettirecektir?

Aslında herhalükârda bir mezhebe bağlanmak vardır. Zira bir mezhebe tabi olmayı inkâr edenler de kitaplar yazmakta ve kitaplarında kendi fehimlerine göre birçok konuyu inceleyip, neticeye bağlamaktadırlar. Onların talimiyle, mezhep imamlarını ve bir mezhebe bağlanmayı inkâr edenler de bu zatların kitaplarını okumakta ve onların sözleriyle amel etmektedirler. Yani bizler dört mezhepten birisine tabi olurken, onlar da bu kişilere tabi olmakta, dolayısıyla sanki bu kişiler, onların mezhep imamı olmaktadır. Tek fark şudur: Bizlerin peşinden gittiğimiz müctehid allemeler, kendilerine hakikaten hikmet verilmiş olan büyük âlimlerdir. Bu zamandaki mezhepsizler ise, geceyi gündüzden ayıramayacak kadar kör cahillerdir.

3. Mezhepsizliğe rağbet ettiren ve mezhepleri inkâr eden kişilere göre; bir mezhebe bağlanmak gereksiz olup, herkes kendi görüşünü Kur’an ve hadisten çıkartmalıdır. Bu görüşe göre; herkesin hikmet sahibi olması gerekir. Bu ise ayetin

“(Allah) dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiştir…”

beyanına terstir. Çünkü herkes dört kaynaktan hüküm çıkarabilse ve Kur’an’dan anladığı ile amel edebilseydi, hikmet herkese verilmiş olurdu. Hâlbuki ayetin ifadesiyle; hikmet, sadece Allah’ın dilediklerine ve seçilmişlere verilmiştir.

4. Ayetin sonunda geçen; “… bunu ancak akıl sahipleri anlar.” ifadesi de manidardır. Yani hikmetin kıymetini ve herkese verilmediğini, sadece Allah’ın murad ettiği müstesna kişilere verildiğini, ancak akıl sahipleri anlayabilmektedir. işte mezhepsizler, hem hikmetin mahiyetini anlayamamak, hem de kendilerine hikmetin verildiği müctehid imamları reddetmekle akılsızlar grubuna dâhil olmaktadırlar.

Netice: Madem ayetin ifadesiyle hikmet; büyük bir hayırdır ve sadece Allah’ın murad ettiği kişilere tahsis edilmiştir. O halde, hikmetten nasibi olmayan veya az olan biz avamın, hikmetin hakikatinin verildiği âlimlere tabi olması bir zorunluluktur ve ayetin işâri bir emridir.

Bu büyük âlimlerin, hikmetin bir cüzü olan Kur’an’ı anlamaktaki maharetlerini, onların ayetlerden çıkarttıkları hükümleri beyan ile ileride ispat edeceğimizden, konunun bu bölümüne şimdi girmiyor, oraya havale ediyoruz.

https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum