bugün

sözlük yazarlarının içinden geçenler

odama geldiğimde saat gecenin ikisiydi.antrede önce öylece durdum. bir sebebi yoktu.apartmandaki derin sessizliği dinledim.beynim uğulduyor gibiydi. yüreğim yine kapkaranlık odada yolunu bulmaya çalışıyordu. içim sıkılmıştı. içerideki boğucu havadan değildi yürek sıkıntım.buna emindim.

sonra zorla ayakkabımı çıkarıp üzerime rahatlamak için siyah bir atlet ve kot bermuda şortumu giydim. elimi yüzümü yıkadım ancak içimdeki sıkıntı daha da büyüyordu. yüzüme çapan soğuk su beni rahatlatmıyor, dahası o suda boğuluyordum sanki. sonra yüzümü bile silmediğimi, 5 dakikadır aynaya baktığımı farkettim. nefes nefeseydim, oysa yorgun değildi bedenim.neden nefes nefese kendime bakıyordum dakikalardır?

Media player’den rastgele bir şarkı açtım. şarkı başlarken pencereyi açtım. ankara soğuğu yüzümdeki damlaları buza çevirmek için sabırsızdı sanki. sigaramı neredeyse gazı biten çakmağımın son nefesiyle yakabildiğimi de hatırlıyorum.aynadaki görüntüm aklıma geldi.çok zayıfladığımı hatırladım.şimdi buzdolabındaki meyveleri yemeyi bile canım istemiyordu.oysa ne çok severdim bir portakal yemeyi kış günü.fakat canım su içmek bile istemiyordu.çiçeklere solmasın diye verilen yarım bardak su bana da yetiyordu.sanki.son günlerde sadece hayatta kalacak kadar yiyip içiyordum çünkü canım hiç bir şey istemiyordu. aklıma gelen onca şey belirsiz, ipe sapa gelmez düşüncelerdi bunlar gibi. Aslında boğulan beynimin içinde yine geçmişin fırtınaları çıkmak üzereydi ve ben bunu bastırmaya çalışıyordum yine. olan biten sadece buydu.

depresyondaydım ve bu normal kabul edilmeyecek kadar uzun süredir devam ediyordu. en azından bunun farkında olmam akıl sağlığımın yerinde olduğunu hatırlatıyordu. Ama bir farkındalıktan ya da teselliden öte bir şey de değildi. Kafamın içine yerleşmiş, iç içe geçmiş, hatta beynimin bir parçası olmuş bu mutsuzluk denen bu zift, kulağımı sağır edercesine yükselen bir gürültüyü kendi kendime mırıldanmama sebep oluyordu.

yüzüm halen ıslaktı ve sigaramdan son nefesi çekerken gözüm daha önce olduğu gibi yine sehpanın üzerindeki oraya ne zaman koyduğumu hatırlamadığım tabancama gitti.içimdeki yaşamaya dair inancın hızla tükendiğinin bir belirtisi olduğunu biliyordum o bakışın. ancak tuhaf bir biçimde içimde bu sefer cesaret ve hatta karşı konulmaz bir istek vardı.zorlukla bu isteğimi bastırsam da tabancama hiç dokunmadım.

kış gelmişti ve dün yağan karla birlikte hava dona çekmişti. içim sahte olduğuna artık alıştığım bir huzurla dolmuştu kısa süre sonra bu huzurun yerini aynı sıkıntının alacağını biliyordum. zaten hep öyle olmuştu.

Pencereyi kapatıp, yatağa uzandım.
unutup gittiğim şarkının sözlerine dikkatimi çevirdim

ı’ve given up, i’ve given up...

sonra uyudum.