bugün
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım16
- uzağı göremeyen insan19
- kekeme olan biri doktor olurmu10
- ak partiliyi çok fena döven chp belediye başkanı19
- evlilik20
- bir şarkı sözü der ki11
- anın görüntüsü21
- arkadaşlar cumaya neden gelmediniz15
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız10
- nickini google da aratınca çıkan ilk görsel17
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
- ali erbaş12
- bik bik moderatör olsun19
- icardi19058
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi13
- bik bik moderatör olunca bana kız ayarlar mı10
- kent lokantası niye bedava değil demek24
- antalya'ya abartılmış şehir diyen göt11
- avrupanın yarrağı yemesi yakındır21
- istanbul suriyenin başkentidir12
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı46
- kültürlü entelektüel alçak gönüllü güzel kadın8
- türkiyede çok abartılan arabalar18
- nervio'nun ellerinde cenneti koklamak9
- cumaya gidenlerin çok azalması13
- pahalılıktan dolayı suriyeye dönen kadın8
- almanya8
- boşuna yaşıyorum hissi16
- icardi1905 silik olsun kampanyası31
- azerileri çok seviyorum ne yapmalıyım13
- genç kızlıktan teyzeliğe geçiş13
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler8
- sözlük kızlarının don renkleri19
- kanınıza rengini verir misiniz15
- aristoteles'in orta yolu10
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri15
- patiswiss14
- integralin müfredettan kaldırılması12
- bir sözlük kızı ile yakınlaşmak16
- manyak olmaya karar verdim silik olsun kampanyası14
- 22 şubat 2024 sparta prag galatasaray maçı14
- birini donuzlayarak ceza vermek9
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı9
- arkadaşlar biri var18
- karınıza range rover alır mısınız8
- escort fiyatlarının güncellenmesi12
- modern kadinin ucuz ve kolay ulasilabilir olmasi17
- nervio'ya aşık olmak10
- balayını italyada yapmak isteyen nişanlı14
- futbolcu ismiyle nick almak14
harika bir E. CEM ATBAŞOĞLU yazısı. makul bir kısmını alıntılıyorum:
Geçenlerde basında yer alan "psikiyatrik ilaç terörü" tartışması, belli bir bağlam içinde ilişkilendirilmeksizin üst üste konmuş demeçlerden oluşuyordu. Yazıda, antidepresanların gerektiğinden fazla kullanıldığı, psikoterapi diye sunulan her hizmetin yeterince nitelikli olmadığı gibi birkaç doğru saptama vardı. Ancak bunlar, kendi mesleğinin etik sorunlarına kafa yoran psikiyatristlerin söylediklerini, farmakologlarla psikologların uyarısıyla aklı başına gelmiş doktorların itirafları kılığına sokacak biçimde kullanılmıştı. Ortaya çıkarılan "terör" tablosu, böylece, konuya disiplinler arasındaki iktidar mücadelesini sezemeyecek kadar uzak olan ya da bu konuda ne yazılırsa ilgiyle okumaya, benimsemeye hazır okur için, neredeyse inandırıcı oluyordu ya da maalesef, oldu. Yazıda söylenen her şeye tek tek cevap vermek gerekmez. Benim asıl yapmak istediğim, bunun dikkate değer bir antipsikiyatri hareketi değil, basit bir iktidar mücadelesi olduğuna dikkat çekmektir. Bir de, reçete yazımında ya da psikoterapi uygulamasındaki sorunları saptayanın sadece farmakologlarla psikologlar olmadığına.
Foucault modernitenin, iktidarın düzene sokucu, yola getirici niteliğini eleştirirken, tıbbın tarih boyunca hikmeti kendinden menkul sayılagelmiş otoritesi de bundan nasibini aldı. Bunun dışında, değil böyle safdil çıkışlarla dikkat çekmeye çalışmak, psikiyatriyle özel bir derdi de yoktu. Laing kendini doktor yerine -halüsinojenle üretkenleşen -bir sanatçı olarak tarif etseydi daha iyi olurdu ama, hiç olmazsa söylediğinin içeriği fakir değildi. Szasz, yıllardır aynı mantık hatasını tekrarlayarak, özetle "Psikiyatri yoktur" diyor. Bunlar antipsikiyatri denince ilk akla gelen adlar. içlerinde, sıkıntısını üretkenliğe çevirmek yerine mesleğe içerden muhalefet ederek meşhur olmayı seçmiş olanı, Szasz'dır. Foucault, zengin bir iktidar eleştirisi yaptı, Laing'in acısı, yazdığının hakkını verecek şiddetteydi, Szasz ise tek bir önermeye, "göremiyorsam hastalık değildir" önermesine dayandırdığı itirazını yıllarca sürdürdü, meşhur oldu.
Türkiye'de de, kariyerini sadece psikiyatri karşıtı bir duruş ile kuranlar var. Bu kişiler, mesleğinin etik sorunlarına bal gibi aklı yeten, şarlatanlıktan kaçınan doktorlar olabileceğini düşünmüyorlar, görmüyorlar. Kapsamlı bir eleştiride bulunmaksızın, isyanlarını tutarlı bir politik mücadele sanıyorlar ya da öyle sunuyorlar. işin ilginci, o kadar çok konuşma yapıyor, yazı yazıyorlar ki, arada bir doğru bir eleştiride bulundukları da oluyor.
itirazın temelinde ne var?
Bu tür iddiaları yalnızca savunmak ya da reddetmek mümkün değil. Normale, hastalığa, otoriteye ilişkin ahlâki kabuller içerdiklerinden, değer seçimlerini zorunlu kılıyorlar. Foucault'nun eleştirisinde de bazı ön kabuller içeren bir etik tartışması vardı, ruhsal rahatsızlıklar püritence romantize ediliyordu. Ama bu eleştiriler kapsamlı sosyal-politik bir analize dayalıydı. Bugünkü itirazın temelinde ise, kanımca, politik bir duruştan çok ekonomik etmenler var. Psikiyatrinin işine yarayabilecek kapsamlı bir yöntem eleştirisinden çok bu disiplini yok sayma gayreti var. Piyasadaki "iş"in meşruiyetini kanıtlama çabası, kuramsal bir tartışma gibi sunuluyor: Ciddi bir yöntem eleştirisiyle değil, bir iktidar mücadelesiyle karşı karşıyayız.
O demeçlerin üst üste dizilmeye değil, tercümeye ihtiyacı var. Tercüme edip düşünelim ki, safdillikle iktidar mücadelesinin ürünü olan bu "terör" tablosu ciddi bir antipsikiyatrik eleştiri sanılmasın:
Eleştirilerin odak noktalarından biri, psikiyatrinin bir tıp dalı olarak benimsediği yöntemlerdir. Psikososyal yorumu-anlamayı, tıbbi-biyolojik açıklamanın karşısına koyan bu eleştiri, şu çok eski, daha önce akıl edilmiş, hâlâ düşünülen, içinden çıkılması o kadar da kolay olmayan ya da sadece isyan ederek cevaplandırılamayacak olan soruları yeniden soruyor: Psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıklar nasıl ortaya çıkar? Bu rahatsızlıkların belirleyicisi doğa mıdır, çevresel etmenler midir? Bunları biyolojinin yöntemleriyle mi anlamaya çalışmalıyız, insan bilimlerinin yöntemleriyle mi? Görgül yöntemlerle mi, uslamlamaya, sezgiye dayalı yöntemlerle mi? Benzerliklere odaklanan nesnel gözlemler yapmak mı doğrudur, yoksa tek tek vakaların ayrıntılarına, hikâyelerine mi? Başka bir eleştiri konusu, psikiyatrinin kadir-i mutlak, alim-i mutlak konumudur; ilgi alanı içindeki rahatsızlıkları hastalık modeli içinde ele alıp nedenleri, tedavileri üzerinde nihai sözü söylerken sergilediği otoritedir.
insanın bütün ruhsal acılarını, sıkıntılarını tıbbi model içinde ele almanın, etik sorunları bir yana, düpedüz bir yöntem hatası olabileceğini, sinirbiliminin hayatın bütün sıkıntılarını anlamaya yetmeyeceğini sadece meslek dışından olanlar mı anlıyor? Tıbbın içinde, sadece tıbbi modele uygun sayılabilecek rahatsızlıkları hastalıktan sayarak, diğerlerini araştırma kategorileri olarak ele alıp bunlara "inanmayı" erteleyerek ya da reddederek varolan, bilimsel kuşkuculuğu en az temel bilimciler kadar benimsemiş olan akademisyenler ya da uygulamasını sadece ilaç şirketlerinin tanıtım bilgileriyle sınırlandırmayan klinikçiler var. Organik-psikojen, genetik-çevresel gibi ikiliklerin yapaylığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor, "Descartes'ın hatasına" daha seyrek düşülüyor.
Kaldı ki, sınıflandırma, hastalık-rahatsızlık farkı, teknisyenlik-şifacılık karşıtlığı ya da belirsizliğe tahammül edebilme gibi sorunlar psikiyatriye özgü değildir, genel tıp antik dönemden beri bunlarla uğraşıyor. Fizik tedavi ya da immünoloji karşıtı yazılar neden yok? Bilimsel yönteme ilişkin bir tartışmanın soğukkanlılıkla yürütülmesi beklenmez mi? Bu hararet nereden çıkıyor?
Bir, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların, uygulamada kullanılan yöntemlerin etik izdüşümleri başka disiplinlerdekine göre daha geniştir, ideolojize edilmeye daha yatkındır. iki, elimizdeki bilgi birikimi bütün hızlı gelişmelere karşın yetersizdir, beden-zihin ikiliğini ortadan kaldıracak bir entegrasyona imkân tanıyacak düzeyde değildir. Dahası, akademide bu tür bir ortak araştırma, çalışma geleneği yerleşmiş durumda değildir, eğitimdeki yansımaları da kısıtlı düzeydedir.
Farklı bakış açılarının birbirlerinden bağımsız olarak ürün vermeye devam edişinin nedeni, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların çok geniş bir yelpazeye yayılmış durumda olmasıdır. Tıbbi modele tamamen uyan rahatsızlıklar da psikiyatrinin ilgi alanı içindedir, -en azından bugünkü bilgi birikimi ile- tıbbi model içinde ele alınması eksik ya da yanlış olacak rahatsızlıklar da.
yazının tamamı: http://www.radikal.com.tr...&ek_tarihi=27/06/2004
Geçenlerde basında yer alan "psikiyatrik ilaç terörü" tartışması, belli bir bağlam içinde ilişkilendirilmeksizin üst üste konmuş demeçlerden oluşuyordu. Yazıda, antidepresanların gerektiğinden fazla kullanıldığı, psikoterapi diye sunulan her hizmetin yeterince nitelikli olmadığı gibi birkaç doğru saptama vardı. Ancak bunlar, kendi mesleğinin etik sorunlarına kafa yoran psikiyatristlerin söylediklerini, farmakologlarla psikologların uyarısıyla aklı başına gelmiş doktorların itirafları kılığına sokacak biçimde kullanılmıştı. Ortaya çıkarılan "terör" tablosu, böylece, konuya disiplinler arasındaki iktidar mücadelesini sezemeyecek kadar uzak olan ya da bu konuda ne yazılırsa ilgiyle okumaya, benimsemeye hazır okur için, neredeyse inandırıcı oluyordu ya da maalesef, oldu. Yazıda söylenen her şeye tek tek cevap vermek gerekmez. Benim asıl yapmak istediğim, bunun dikkate değer bir antipsikiyatri hareketi değil, basit bir iktidar mücadelesi olduğuna dikkat çekmektir. Bir de, reçete yazımında ya da psikoterapi uygulamasındaki sorunları saptayanın sadece farmakologlarla psikologlar olmadığına.
Foucault modernitenin, iktidarın düzene sokucu, yola getirici niteliğini eleştirirken, tıbbın tarih boyunca hikmeti kendinden menkul sayılagelmiş otoritesi de bundan nasibini aldı. Bunun dışında, değil böyle safdil çıkışlarla dikkat çekmeye çalışmak, psikiyatriyle özel bir derdi de yoktu. Laing kendini doktor yerine -halüsinojenle üretkenleşen -bir sanatçı olarak tarif etseydi daha iyi olurdu ama, hiç olmazsa söylediğinin içeriği fakir değildi. Szasz, yıllardır aynı mantık hatasını tekrarlayarak, özetle "Psikiyatri yoktur" diyor. Bunlar antipsikiyatri denince ilk akla gelen adlar. içlerinde, sıkıntısını üretkenliğe çevirmek yerine mesleğe içerden muhalefet ederek meşhur olmayı seçmiş olanı, Szasz'dır. Foucault, zengin bir iktidar eleştirisi yaptı, Laing'in acısı, yazdığının hakkını verecek şiddetteydi, Szasz ise tek bir önermeye, "göremiyorsam hastalık değildir" önermesine dayandırdığı itirazını yıllarca sürdürdü, meşhur oldu.
Türkiye'de de, kariyerini sadece psikiyatri karşıtı bir duruş ile kuranlar var. Bu kişiler, mesleğinin etik sorunlarına bal gibi aklı yeten, şarlatanlıktan kaçınan doktorlar olabileceğini düşünmüyorlar, görmüyorlar. Kapsamlı bir eleştiride bulunmaksızın, isyanlarını tutarlı bir politik mücadele sanıyorlar ya da öyle sunuyorlar. işin ilginci, o kadar çok konuşma yapıyor, yazı yazıyorlar ki, arada bir doğru bir eleştiride bulundukları da oluyor.
itirazın temelinde ne var?
Bu tür iddiaları yalnızca savunmak ya da reddetmek mümkün değil. Normale, hastalığa, otoriteye ilişkin ahlâki kabuller içerdiklerinden, değer seçimlerini zorunlu kılıyorlar. Foucault'nun eleştirisinde de bazı ön kabuller içeren bir etik tartışması vardı, ruhsal rahatsızlıklar püritence romantize ediliyordu. Ama bu eleştiriler kapsamlı sosyal-politik bir analize dayalıydı. Bugünkü itirazın temelinde ise, kanımca, politik bir duruştan çok ekonomik etmenler var. Psikiyatrinin işine yarayabilecek kapsamlı bir yöntem eleştirisinden çok bu disiplini yok sayma gayreti var. Piyasadaki "iş"in meşruiyetini kanıtlama çabası, kuramsal bir tartışma gibi sunuluyor: Ciddi bir yöntem eleştirisiyle değil, bir iktidar mücadelesiyle karşı karşıyayız.
O demeçlerin üst üste dizilmeye değil, tercümeye ihtiyacı var. Tercüme edip düşünelim ki, safdillikle iktidar mücadelesinin ürünü olan bu "terör" tablosu ciddi bir antipsikiyatrik eleştiri sanılmasın:
Eleştirilerin odak noktalarından biri, psikiyatrinin bir tıp dalı olarak benimsediği yöntemlerdir. Psikososyal yorumu-anlamayı, tıbbi-biyolojik açıklamanın karşısına koyan bu eleştiri, şu çok eski, daha önce akıl edilmiş, hâlâ düşünülen, içinden çıkılması o kadar da kolay olmayan ya da sadece isyan ederek cevaplandırılamayacak olan soruları yeniden soruyor: Psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıklar nasıl ortaya çıkar? Bu rahatsızlıkların belirleyicisi doğa mıdır, çevresel etmenler midir? Bunları biyolojinin yöntemleriyle mi anlamaya çalışmalıyız, insan bilimlerinin yöntemleriyle mi? Görgül yöntemlerle mi, uslamlamaya, sezgiye dayalı yöntemlerle mi? Benzerliklere odaklanan nesnel gözlemler yapmak mı doğrudur, yoksa tek tek vakaların ayrıntılarına, hikâyelerine mi? Başka bir eleştiri konusu, psikiyatrinin kadir-i mutlak, alim-i mutlak konumudur; ilgi alanı içindeki rahatsızlıkları hastalık modeli içinde ele alıp nedenleri, tedavileri üzerinde nihai sözü söylerken sergilediği otoritedir.
insanın bütün ruhsal acılarını, sıkıntılarını tıbbi model içinde ele almanın, etik sorunları bir yana, düpedüz bir yöntem hatası olabileceğini, sinirbiliminin hayatın bütün sıkıntılarını anlamaya yetmeyeceğini sadece meslek dışından olanlar mı anlıyor? Tıbbın içinde, sadece tıbbi modele uygun sayılabilecek rahatsızlıkları hastalıktan sayarak, diğerlerini araştırma kategorileri olarak ele alıp bunlara "inanmayı" erteleyerek ya da reddederek varolan, bilimsel kuşkuculuğu en az temel bilimciler kadar benimsemiş olan akademisyenler ya da uygulamasını sadece ilaç şirketlerinin tanıtım bilgileriyle sınırlandırmayan klinikçiler var. Organik-psikojen, genetik-çevresel gibi ikiliklerin yapaylığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor, "Descartes'ın hatasına" daha seyrek düşülüyor.
Kaldı ki, sınıflandırma, hastalık-rahatsızlık farkı, teknisyenlik-şifacılık karşıtlığı ya da belirsizliğe tahammül edebilme gibi sorunlar psikiyatriye özgü değildir, genel tıp antik dönemden beri bunlarla uğraşıyor. Fizik tedavi ya da immünoloji karşıtı yazılar neden yok? Bilimsel yönteme ilişkin bir tartışmanın soğukkanlılıkla yürütülmesi beklenmez mi? Bu hararet nereden çıkıyor?
Bir, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların, uygulamada kullanılan yöntemlerin etik izdüşümleri başka disiplinlerdekine göre daha geniştir, ideolojize edilmeye daha yatkındır. iki, elimizdeki bilgi birikimi bütün hızlı gelişmelere karşın yetersizdir, beden-zihin ikiliğini ortadan kaldıracak bir entegrasyona imkân tanıyacak düzeyde değildir. Dahası, akademide bu tür bir ortak araştırma, çalışma geleneği yerleşmiş durumda değildir, eğitimdeki yansımaları da kısıtlı düzeydedir.
Farklı bakış açılarının birbirlerinden bağımsız olarak ürün vermeye devam edişinin nedeni, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların çok geniş bir yelpazeye yayılmış durumda olmasıdır. Tıbbi modele tamamen uyan rahatsızlıklar da psikiyatrinin ilgi alanı içindedir, -en azından bugünkü bilgi birikimi ile- tıbbi model içinde ele alınması eksik ya da yanlış olacak rahatsızlıklar da.
yazının tamamı: http://www.radikal.com.tr...&ek_tarihi=27/06/2004
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar