bugün

psikiyatrik ilaç terörü

harika bir E. CEM ATBAŞOĞLU yazısı. makul bir kısmını alıntılıyorum:

Geçenlerde basında yer alan "psikiyatrik ilaç terörü" tartışması, belli bir bağlam içinde ilişkilendirilmeksizin üst üste konmuş demeçlerden oluşuyordu. Yazıda, antidepresanların gerektiğinden fazla kullanıldığı, psikoterapi diye sunulan her hizmetin yeterince nitelikli olmadığı gibi birkaç doğru saptama vardı. Ancak bunlar, kendi mesleğinin etik sorunlarına kafa yoran psikiyatristlerin söylediklerini, farmakologlarla psikologların uyarısıyla aklı başına gelmiş doktorların itirafları kılığına sokacak biçimde kullanılmıştı. Ortaya çıkarılan "terör" tablosu, böylece, konuya disiplinler arasındaki iktidar mücadelesini sezemeyecek kadar uzak olan ya da bu konuda ne yazılırsa ilgiyle okumaya, benimsemeye hazır okur için, neredeyse inandırıcı oluyordu ya da maalesef, oldu. Yazıda söylenen her şeye tek tek cevap vermek gerekmez. Benim asıl yapmak istediğim, bunun dikkate değer bir antipsikiyatri hareketi değil, basit bir iktidar mücadelesi olduğuna dikkat çekmektir. Bir de, reçete yazımında ya da psikoterapi uygulamasındaki sorunları saptayanın sadece farmakologlarla psikologlar olmadığına.
Foucault modernitenin, iktidarın düzene sokucu, yola getirici niteliğini eleştirirken, tıbbın tarih boyunca hikmeti kendinden menkul sayılagelmiş otoritesi de bundan nasibini aldı. Bunun dışında, değil böyle safdil çıkışlarla dikkat çekmeye çalışmak, psikiyatriyle özel bir derdi de yoktu. Laing kendini doktor yerine -halüsinojenle üretkenleşen -bir sanatçı olarak tarif etseydi daha iyi olurdu ama, hiç olmazsa söylediğinin içeriği fakir değildi. Szasz, yıllardır aynı mantık hatasını tekrarlayarak, özetle "Psikiyatri yoktur" diyor. Bunlar antipsikiyatri denince ilk akla gelen adlar. içlerinde, sıkıntısını üretkenliğe çevirmek yerine mesleğe içerden muhalefet ederek meşhur olmayı seçmiş olanı, Szasz'dır. Foucault, zengin bir iktidar eleştirisi yaptı, Laing'in acısı, yazdığının hakkını verecek şiddetteydi, Szasz ise tek bir önermeye, "göremiyorsam hastalık değildir" önermesine dayandırdığı itirazını yıllarca sürdürdü, meşhur oldu.
Türkiye'de de, kariyerini sadece psikiyatri karşıtı bir duruş ile kuranlar var. Bu kişiler, mesleğinin etik sorunlarına bal gibi aklı yeten, şarlatanlıktan kaçınan doktorlar olabileceğini düşünmüyorlar, görmüyorlar. Kapsamlı bir eleştiride bulunmaksızın, isyanlarını tutarlı bir politik mücadele sanıyorlar ya da öyle sunuyorlar. işin ilginci, o kadar çok konuşma yapıyor, yazı yazıyorlar ki, arada bir doğru bir eleştiride bulundukları da oluyor.

itirazın temelinde ne var?
Bu tür iddiaları yalnızca savunmak ya da reddetmek mümkün değil. Normale, hastalığa, otoriteye ilişkin ahlâki kabuller içerdiklerinden, değer seçimlerini zorunlu kılıyorlar. Foucault'nun eleştirisinde de bazı ön kabuller içeren bir etik tartışması vardı, ruhsal rahatsızlıklar püritence romantize ediliyordu. Ama bu eleştiriler kapsamlı sosyal-politik bir analize dayalıydı. Bugünkü itirazın temelinde ise, kanımca, politik bir duruştan çok ekonomik etmenler var. Psikiyatrinin işine yarayabilecek kapsamlı bir yöntem eleştirisinden çok bu disiplini yok sayma gayreti var. Piyasadaki "iş"in meşruiyetini kanıtlama çabası, kuramsal bir tartışma gibi sunuluyor: Ciddi bir yöntem eleştirisiyle değil, bir iktidar mücadelesiyle karşı karşıyayız.
O demeçlerin üst üste dizilmeye değil, tercümeye ihtiyacı var. Tercüme edip düşünelim ki, safdillikle iktidar mücadelesinin ürünü olan bu "terör" tablosu ciddi bir antipsikiyatrik eleştiri sanılmasın:
Eleştirilerin odak noktalarından biri, psikiyatrinin bir tıp dalı olarak benimsediği yöntemlerdir. Psikososyal yorumu-anlamayı, tıbbi-biyolojik açıklamanın karşısına koyan bu eleştiri, şu çok eski, daha önce akıl edilmiş, hâlâ düşünülen, içinden çıkılması o kadar da kolay olmayan ya da sadece isyan ederek cevaplandırılamayacak olan soruları yeniden soruyor: Psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıklar nasıl ortaya çıkar? Bu rahatsızlıkların belirleyicisi doğa mıdır, çevresel etmenler midir? Bunları biyolojinin yöntemleriyle mi anlamaya çalışmalıyız, insan bilimlerinin yöntemleriyle mi? Görgül yöntemlerle mi, uslamlamaya, sezgiye dayalı yöntemlerle mi? Benzerliklere odaklanan nesnel gözlemler yapmak mı doğrudur, yoksa tek tek vakaların ayrıntılarına, hikâyelerine mi? Başka bir eleştiri konusu, psikiyatrinin kadir-i mutlak, alim-i mutlak konumudur; ilgi alanı içindeki rahatsızlıkları hastalık modeli içinde ele alıp nedenleri, tedavileri üzerinde nihai sözü söylerken sergilediği otoritedir.
insanın bütün ruhsal acılarını, sıkıntılarını tıbbi model içinde ele almanın, etik sorunları bir yana, düpedüz bir yöntem hatası olabileceğini, sinirbiliminin hayatın bütün sıkıntılarını anlamaya yetmeyeceğini sadece meslek dışından olanlar mı anlıyor? Tıbbın içinde, sadece tıbbi modele uygun sayılabilecek rahatsızlıkları hastalıktan sayarak, diğerlerini araştırma kategorileri olarak ele alıp bunlara "inanmayı" erteleyerek ya da reddederek varolan, bilimsel kuşkuculuğu en az temel bilimciler kadar benimsemiş olan akademisyenler ya da uygulamasını sadece ilaç şirketlerinin tanıtım bilgileriyle sınırlandırmayan klinikçiler var. Organik-psikojen, genetik-çevresel gibi ikiliklerin yapaylığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor, "Descartes'ın hatasına" daha seyrek düşülüyor.
Kaldı ki, sınıflandırma, hastalık-rahatsızlık farkı, teknisyenlik-şifacılık karşıtlığı ya da belirsizliğe tahammül edebilme gibi sorunlar psikiyatriye özgü değildir, genel tıp antik dönemden beri bunlarla uğraşıyor. Fizik tedavi ya da immünoloji karşıtı yazılar neden yok? Bilimsel yönteme ilişkin bir tartışmanın soğukkanlılıkla yürütülmesi beklenmez mi? Bu hararet nereden çıkıyor?
Bir, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların, uygulamada kullanılan yöntemlerin etik izdüşümleri başka disiplinlerdekine göre daha geniştir, ideolojize edilmeye daha yatkındır. iki, elimizdeki bilgi birikimi bütün hızlı gelişmelere karşın yetersizdir, beden-zihin ikiliğini ortadan kaldıracak bir entegrasyona imkân tanıyacak düzeyde değildir. Dahası, akademide bu tür bir ortak araştırma, çalışma geleneği yerleşmiş durumda değildir, eğitimdeki yansımaları da kısıtlı düzeydedir.
Farklı bakış açılarının birbirlerinden bağımsız olarak ürün vermeye devam edişinin nedeni, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların çok geniş bir yelpazeye yayılmış durumda olmasıdır. Tıbbi modele tamamen uyan rahatsızlıklar da psikiyatrinin ilgi alanı içindedir, -en azından bugünkü bilgi birikimi ile- tıbbi model içinde ele alınması eksik ya da yanlış olacak rahatsızlıklar da.

yazının tamamı: http://www.radikal.com.tr...&ek_tarihi=27/06/2004