bugün

said nursi

(bkz: sahte peygamber)
Ciddi ciddi bu adamı dinleyen okumuş kesim var. Doktorlar, avukatlar vs. Hepsinin ortak özelliği ise çomarlık.
Edit:Soru- Said Nursî ile ilgili şu sözler beni şaşırtıyor:

“… yirmi senede öğrenilmesi gereken ilim ve fenlerin özünü üç ayda kavrayarak öğrenimini tamamlamış. Hangi ilimden olursa olsun, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verirmiş[1].”

Buna gerekçe olarak deniyor ki, rüyasında Peygamberimizden ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla ona Kur’an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiş[2].

Cevap- Bir kimsenin Allah’ın Elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması Şiilere has iddiadır. Onlar bunu, Ali’nin (r.a) soyundan gelen imamlar için söylerler. Şöyle derler:

"... imamlardan hiçbiri bir öğretmene git­memiş, bir eğitimciden bir şey öğren­me­miştir. ...Hiç biri bir hocadan ders almamış, hiç biri bir mektebe, bir medre­seye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey so­rulunca derhal en doğru cevabı verirler. Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için dü­şünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir...[3]" imamın ilahî hükümlere, ilahî maârife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahut kendisinden önceki imam vasıtasıy­ladır... [4]"

Soru- Bir peygamberin böyle görevi olur mu?

Cevap- Elbette olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Elçilere apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35)

Allah Teâlâ, Peygamberimize şöyle emrediyor:

"De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir insanım. Bana, tanrını­zın bir tek tanrı olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuş­mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin." (Kehf 18/110)

"De ki: "Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de sizi olgunlaştırmaya. De ki: "Beni Allah'ın azabından kimse kurta­ramaz. Ondan başka bir sığınak da bula­mam.
Benimkisi yalnız Allah'tan olanı, onun gön­derdiklerini tebliğdir o kadar." (Cin 72/21-23)

Soru- Said Nursî’nin öğrenim hayatı ile ilgili bilginiz var mı?

Cevap- Kendi el yazısı ile yazdığı özgeçmişine göre ilk öğrenimden sonra Şeyh Muhammed Celalî’nin ders halkasına katılmış, okunması adet olan kitapları okumuş ve daha sonra Van’da 15 yıl kadar eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur[5].

“Tarihçe-i Hayatı”na göre de önce Sarf ve Nahiv ile meşgul olmuş ve izhar’a kadar okumuş, daha sonra Şeyh Mehmed Celâlî’nin yanına gitmiş, her türlü ilim dalına ait eserleri incelemeye koyulmuş ve islamî ilimlerle ilgili kırk kadar kitabı ezberlemiştir. Ders aldığı diğer alimler şunlardır: Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, Şeyh Fehim, Şeyh Mehmed Küfrevî, Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah[6].

Soru- Öyle ise öğrenimini üç ayda tamamladığı, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verdiği ve bu özelliğin ona rüyasında Peygamberimiz tarafından verildiği iddiası nereden çıkıyor?

Cevap- Halkın hurafelere olan ilgisinden yararlanıp dikkat çekmek istemiş olabilir. Zamanın harikası demek olan “Bediuzzaman” lakabı da öyledir. iddiaya göre bu lakap, onun olağanüstü ilmini gören ilim adamları tarafından verilmiştir[7].

Soru- Said Nursî’nin sözleri arasında ciddi tutarsızlıklar görülüyor. Şu sözü hakkında ne dersiniz?

“Ondört yaşında idim. O zaman icazet almanın alameti olan, üstad tarafından bana sarık sarılmasının ve cübbe giydirilmesinin önüne engeller çıktı. Yaşım küçük olduğu için büyük hocalara has giysi bana yakıştırılmadı. Diğer yandan büyük âlimler, bana üstad değil, ya rakib ya teslim oluyorlardı. Kendini benim yanımda üstad görecek biri çıkmamıştı.

Ben bu hakkı elli altı sene sonra kullanabildim. Bundan yüz sene önce ölmüş Mevlâna Zülcenaheyn Hâlid Ziyaeddin bana, kendi cübbesi ile birlikte bir sarık göndermişti, şimdi o cübbeyi giyiniyorum. Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım”[8].

Cevap- Said Nursî’nin 14 yaşında ilim adamlığı payesine ulaştığı iddiası temelsizdir. Çünkü Tarihçe-i hayatı’na göre on beş- on altı yaşlarına kadar bütün bilgisi sünuhat kabilindendi[9]. Sünuhat, kişinin aklına ve hatırına gelen şeylere denir[10]. Onlara ilim dense yeryüzünde alim olmayan kimse kalmaz.

Soru- Hem sünuhat, hem Said Nursî’nin her soruya tereddütsüz cevap verdiği iddiası, bunların ona Allah’ın ilhamı olduğu anlamına gelmez mi?

Cevap- Böyle bir iddianın varlığı ortada. Bunu Said Nursî açıkça söylüyor. Şu sözler ona aittir:

“Kur’an’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!”

Bu sözün açık anlamı; asr-ı saadette Kur’an’ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda o Kur’ân’ın Arş’taki yerinden ve manevi mu'cizesinden feyz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor[11].

Yani Risale-i Nur, Kur’an’ın indiği yerden Kur’an’ın vahiy suretiyle inmesi gibi inerek Kur’an’ın gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini getiriyor.

Soru- Bu sözü ile o, kendini peygamber seviyesine çıkarmıyor mu?

Cevap- Peygamber olduğunu söylemese de yukarıdaki sözlerin o manaya geldiği açık. Ayrıca Kur’an’da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Kur’an’dan önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz.

Allah Teâlâ Peygamberimize şöyle diyor: "Ey Elçi! Rabbinden sana indirilen her şeyi tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçili­ğini yapmamış olursun" (Maide 5/67) Eğer Said Nursî’nin iddia ettiği şeyler Peygamberimize bildirilseydi onları açıklamak zorunda olurdu.

Soru- Bunlara inanan bir kişi, Said Nursi’yi son peygamber, Risale-i Nurları da Allah’ın son kitabı saymış olmaz mı?

Cevap- Said Nursî’nin şu sözlerini de dinle, sonra karar ver:

“Risale-i Nur denilen otuzüç aded Söz, otuzüç aded Mektub, otuzbir aded Lem'alar, bu zamanda, Kur’an’daki âyetlerin âyetleridir. Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir. Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir. Kur’an âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir[12].”

Yani Said Nursî’ye göre Kur’an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risale-i Nur’un âyetleri, Kur’an âyetlerinin delili olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir. Said Nursî, bu iddiayı da yapıyor ve şöyle diyor:

“Sözler”[13] şüphesiz Kur’an’ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir[14].