bugün

baba kahvehanede oyun oynarken yanında gazoz içmek

bazen kahvedeki çeşit çeşit insanı gören çocuğun, insanlar hakkında, yaşadıkları hakkında aptalca da olsa garip tespitlerde bulunup mutlu olmasını sağlayan eylem. şöyle ki;

babam ne tavla biliyor ne batak, oyun oynamak için de kahvehanelere gitmiyordu köydeyken lakin benzeri olayı şu şekilde yaşıyordum ben hep, babam ihracat yapıyor ben kendimi bildim bileli, sebze ve meyve üzerine o yüzden kiraz mevsimi başka yerde, nar mevsimi başka bir yerde, üzüm mevsimi başka bir yerde oluyorduk hep. okula başlamadan önceki dönemlerde yapışırdım babama şehir şehir gezerdim. şanslıydım vesselam. pansiyonlarda yatıp kalkıyorduk hep. hatta üzüm mevsimi uzun sürdüğü için yazın denizlide karahayıtta kaldığımız pansiyonun sahibi ile akraba gibi olmuştuk. hala her sene görüşüyoruz. orda liseli bir abim vardı, şimdi adıyaman da öğretmen. her neyse, bizim pederin işi güzel, ama çileli taraflarıda var. nedenini bilmiyorum ama bu tarım sektörü işe gece 3 te başlıyor, yani bildiğin 03:00 sularında. artık ürünlerle ilgilimidir başka bişeyle mi bilemiyorum, sevmiyorum ama bu işin raconunu. babamla yanlız gittiğimizden şehirlere, pansiyonda beni bırakmıyor kaldırıp götürürüyordu gittiği yerlere, o bağları geziyor, ürünlerle ilgili hesaplamalar yapıyordu ben toprakla oyun oynuyordum.

vel hasıl, kahvaltı vaktimiz gelince, köyün tek kahvehanesine gider, babam ekmeğinin arasına peynir sıkarken bende fırından henüz gelmiş tazecik, çıtırcık simitimi yer, gazozumu alırdım hep. denizli'nin sarayköy kasabasına üzüm almak için erken bir saatte gitmiştik yine bir gün. her zamanki gibi bir kaç bağ dolaştık sonra kasabanın merkezinde bir kahvehaneye girdik. babamın morali bozuktu, bişey yemedi, demli bir çay istedi. ben yine simitimi ve gazozumu aldım. gazoz ama, denizlinin zafer gazozu bu, başka gazozlara benzemez. hani sensun içersin limon tadı gelir, 7up içersin köpük yutuyormuşsun gibi olur ya, zafer gazozunda olmuyor işte öyle. meyve aromalı desen değil, demesen hiç değil. ayrı bir tadı vardır, böyle anlatılmaz yaşanır cinsten.

ben gazozumu içerken babam işi ters gidince sayıp sövmeye başlardı, morali bozukken ben konuşmak istemezdim hiç onla hep bi köşede otururdum suspus. köydeki çiftçilerle muhabbet ederdi, çiftçilerde zor durumdaydı hatırlıyorum, çok zor şartlar altında çalışıp az kazanıyorlardı. onların da dertleri büyüktü yani. ben dinlerdim dinlerdim, hiç birşey çıkartamazdım konuştuklarından, yok gibiydim zaten kimse sormazdı bu kim diye de. babamla yaş farkı da çok aramızda, bazen çıkıyordu hacı amca bu senin torun mu diyenler, gülüp geçiyordum.

sonra düşünürdüm hep, daha güneş bile doğmamışken insanlar niye aileleriyle değilde, gelmişler burda sağa sola sövüyorlar diye, anlamazdım bir türlü simitin neden gece 3 te çıktığını. iş kokusu olurdu hep o kahvehanelerde, sigara kokusuyla birlikte. herkez iş yapmak zorundaydı, geçinmek zorundaydı, o kahvehanelerde malını satabilcek birini bulmak zorundaydı, ya da kendini kurtarabilcek fiyata mal alabilecek birini bulmalıydı.

sonra çözümü bulduğumu düşünürdüm. gazoz. hiç kimse gazoz içmiyor ondan böyle herkez mutsuz, ölsün bunlar, derdim. gazoz içmeden yaşanır mı be derdim, hemde beyaz gazoz. zafer gazozu. sorunun hayatla, işle, zorluklarla alakalı olmadığını, gazozdan kaynaklandığını anlardım. sonra dünyayı kurtaracak bişi bulmuşum gibi salak salak gülerdim. çocukluk işte..