bugün

diyarbakır

kent farklı tarihlerde farklı adlarla anılmıştır. ilk olarak Asur hükümdarı (M.Ö. 1316-1281) Adad-Nirari'ye ait bir kılıç kabzasında " AMiDi" veya "AMEDi" olarak geçmekte; M.Ö. 800-705 yılları arasında Asur valilerinin isimlerinin yazılı olduğu belgelerde de aynı ada rastlanmaktadır. Roma ve Bizans'a ait yazılı kaynaklarda ise kentin "Amid, O'mid, Emit, Amide" şeklinde adlandırıldığı görülmektedir. Taşlarının siyah olmasından dolayı " Kara Amid ";bu adın Arapça tercümesi olan "Amid i Sevda" olarak da anılmıştır. Arap egemenliği sırasında bölgeye yerleşen kabilelerin adlarına göre de " Diyar-ı bekr" daha sonraları "Diyarbekir";Osmanlılar döneminde bazen "Amid" bazen de "Diyarbekir" olarak kayıtlara geçmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Dil Kurumu'nda oluşturulan araştırma komisyonu 1938 yılında "Diyarbakır" adını benimsemiş ve bu yıldan itibaren kentin ve ilin resmi adı "Diyarbakır" olmuştur.

Diyarbakır şehri yedi bin beş yüz yıllık bir geçmişe sahip. Tarihin her döneminde büyük uygarlıkların, kültür ve ekonominin merkezi olmuş. Buraya birbirini izleyen tam 26 değişik uygarlık hükmetmiş. Milattan önce 3 bin yıllarından itibaren Hurrilerden başlayarak, Osmanlılara kadar uzanan yoğun bir tarihi geçmişi var.

M.Ö. 2000 Hurri-Mitanni krallığı

M.Ö. 1400 sonlarına Hurri-Mitanni Krallıkları'nın Asur saldırıları sonucunda yıkılması

M.Ö. 1200 - 600 Asur ve Urartu egemenliği

M.Ö. 500 - 331 Pers egemenliği

M.Ö. 323 - 140 Selökid Krallığı'nın kurulması

M.Ö. 140 - 84 Partlar

M.Ö. 85 - 69 Büyük Tigran Dönemi

M.Ö. 69 da başlayan Roma dönemi

Hıristiyanlığın Diyarbakır ve çevresine yayılışı Roma dönemine rastlamaktadır. Hıristiyanlık iSA nın öğrencilerinden biri olan Adey adlı bildirici (mübeşşir/Müjdeleyen) vasıtasıyla Miladi birinci asır ortalarında yöreye yayılmıştır. M.S 313 yılında Milano Fermanıyla Roma imparatorluğunun resmi dini haline gelen Hıristiyanlığın devletten de destek görerek, imparatorluk sınırları içine rahatça yayıla bilmesinden dolayı kilise, ruhban okulları, kütüphane gibi yapılar kentsel doku içinde görülmeye başlamıştır. Marcellinus'a göre kentin M.S. 359 yılındaki nufusu 20.000 kadardı

islamiyet öncesi Diyarbakır ve çevresinde başlıca üç din yaygın şekilde bulunmaktaydı. Bunlar; ŞEMSiLER, HIRiSTiYANLAR VE MUSEViLERDiR. Mezhep yapısı ise Asuriler (Nesturiler) Ermeni Ortodokslar (Arakelagan / Apostolik, "Gregoryen") Melkit Katolikler (Melikiler) Rum Ortodokslar Süryani Ortodokslar (Süryani Kadim) lardan oluşmaktaydı.

Hıristiyanlık ve etnik yapısı kentin mekansal dokusuna yansımıştır. M.Ö. 69 yılından itibaren kentte egemenlik kuran Romalılar bu tarihten başlıyarak çeşitli tarihlerde kentte garnizonlar oluşturdular Roma tarihçisi Antakyalı Ammianus Marcellinus kentin surları yapılmadan önce küçük bir kale oluğunu yazar Romalılar lV.yy, oratalarından itibaren kenti Roma Mezopotamyasının baş şehri haline getirdiler II.Constantinus 330 yılında mevcut kaleyi onartmış ve yarım daire şeklinde doğu durlarını yaptırmıştır

Surların koyu rengi, şehrin çok zamandır taşıdığı hüzün elbisesi olarak çarpıcı olaylara tanıklık etmiştir. Surlar o derece sağlam yapılar ki,yıllar yılı süregelen akınlara rağmen hala ayaktadırlar. 11. yüzyılda şehri gezen Nasır-ı Hüsrev Sefernamesinde kalenin eşsizliğini şu cümlelerle dillendiriyor: ... Ben dünyanın dört bucağında, Arap, Acem, Hint ve Türk memleketlerinden birçok şehirler ve kaleler gördüm. Fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid şehrinin kalesine benzer bir kale ne gördüm, ne de birbaşka yerde bunun gibi bir kale gördüm diyeni duydum. işte bu eşsiz kalenin surları, Diyarbakır surları, zamanın acımasızlığına, insan elinin tahribine rağmen, hatta ve hatta şehre hava akımını engellediği, aşırı ısınmaya sebep olduğu gerekçesiyle bir bölümünün dinamitlenerek yıktırılmasına rağmen, hâlâ bütün görkemiyle ayakta kalmak için direniyor.

Talihsilikler ve hezimetler Karaamid tarihinin ana çizgileridir.

Kentte nereye bakarsanız bakın, taşın inanılmaz bir biçimde belirleyici olduğu görülecektir. Diyarbakır da olmak demek Taşlar ve Düşler arasında olmak demektir...

Hem bereketli Kuzey Mezopotamya bölgesinde yer alması, hemde çok işlek ve ticaret yolları üzerinde bulunması, çağlar boyunca Diyarbakır’ın önemini artırır. Diyarbakır, Güney Mezopotamya, Suriye, anadolu, içleri ve iran yönünde oluşan canlı ticaret yollarının kavşak noktasında yer alır. Aynı anda önemli bir askeri savunma ve denetleme merkezi olur. Ticaret için konaklama ve stoklama gibi önemli işlevlerde üstlenir.

Mezopotamya, üretim ve ticaret birikimleri nedeniyle eski dünyanın merkezidir. Ancak bu topraklar aynı anda, Avrasya kavimlerinin de üzerinde sürekli hareket halinde oldukları bir coğrafyadır. Bu nedenle egemenlikler sıkça el değiştirir, irili ufaklı krallıklar ve devletler ortaya çıkar. Bir bakıma üretim ve ticaret kadar, savaşlarda bu coğrafyanın gündelik hayatının ayrılmaz bir parçasını oluştur. Pek çok Mezopotamya kentinin tarihi gibi Diyarbakırın kent tarihi de bu genel akışla örtüşür. Bu anlamda Diyarbakır pek çok kültüre ve kavime, gönüllü yada gönülsüz kapılarını açmış, ekmeğini ve suyunu onlarla paylaşmıştır.

Roma ve Bizans dönemlerinde bütün Yakın Doğu coğrafyası iki büyük değişimle sarsılır. Önce Hıristiyan dini, ardından da islam dini bölgenin bütün dengelerini değiştirir. Savaşlar, kuşatmalar ve Fetihler ekonomik olarak dinsel bir karekterde taşımaya başlar. Diyarbakır surları o günlere de tanıklık eder, yeni fatihleri ile uzlaşmaya ya da onları direnmeye çalışır. Diyarbakır surları bu anlamda tarihin taşlarla yazıldığı bir kent i simgeler. Diyarbakırla buluşan her toplumun, Diyarbakırda yaşayan her inancın bu surlarda izlerini görmek mümkün. Bu tarihi resmi geçit, Diyarbakırı bir zaman çizelgesine çeviriyor. Yaparak yada yıkarak bu kente egemen olan her toplum, bugün kendine ait kültürel izlerle alınıyor. Bu resmi geçidin içinde; Araplar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Büveyhoğulları, Mervaniler, Nisanoğulları, Büyük Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, ilhanlılar, Akkoyunlular, Safaviler ve Osmanlılar yer alır. Bu nedenle de denirki; Dünyada hiçbir kent, Diyarbakır gibi ilk bakışta bütün çağların göründüğü bir resim sunamaz Diyarbakır, tarihini taşlarla örmüş bir kenttir. Taşın ölümsüzlüğüne sığınan, uzun ve görkemli bir tarihin kentidir. Üstelik her şey ortada. Belki de dünyanın en büyük açık hava tarih müzesi karşımızda duran. Üstelik bu tarih, bir uygarlığın bitip diğerinin başladığı değil, birinin içinde diğerinin yaşadığı, karma ve ortaklaşa bir tarihtir. Farklı düzeylerde de olsa, her toplumun, her kültürün bir öncekiyle yarışarak yarattığı bir müze kent Diyarbakır. Diyarbakırla birlikte tarih sahnesine çıkmış batıdaki Efes, Fasilis, Truva ile güneydeki Ninova ve Babil şehirleri bugün yaşamayan şehirler... Diyarbakır ise içindeki insanları ve eski kadim yapılarıyla yaşayan bir şehir. Diyarbakırı gerçek kılan sırda burada. Diyarbakırın taşlarında... Taşlarla yaratılmış bir kentin, insanı birbiri sıra tetikleyen düşler dünyasında. Diyarbakırın yaşamı ve tarihi var eden sürekliliğinde... Elbirliğiyle bir yıkım, yağma talan seferberliğine rağmen direnen bir tarihi kent. Bu kentte artık tarih yeniden yazılacak, Yeniden kendinden bahsettirecek Uygarlık sahnesinde hak ettiği yeri bulacak bu kent. Çünkü bu kentin artık yağmaya dur diyen sahipleri var. Karpuzuyla değil, binlerce yıllık düşlerin emeğin ilmik ilmik işlendiği uygarlık yapılarıyla, gizemli taşları anıtları abideleriyle haykıracak Dünyaya.