bugün

kaloriferli evde büyümek vs sobalı evde büyümek

sobalı evde büyümenin daha iyi olduğunu düşündüğüm versus.

cumartesi günleri banyo günüdür. banyo hazırlanır. evin küçük oğlanı olduğunuz için sobanın kovasını değiştirmek abiye veya babaya düşer. zaten boyum kova kadar. bi de ben mi değiştireceğidim. abim kovanın içini boşaltmak için kapının önündeki çöp kovasına gider. ben de giderim normal olarak.abim kovayı değiştirken yanında dikilinir abinin. kutsal bi görev gibidir. ilerde bu görev bana verileceğinden abi dikkatlice izlenir. saçma sapan sorular sorulur abiye. sokakta kovayı çöpe dökerken 1-2 komşuyla karşılaşılır. akşam sohbeti edilir. hostes bey oğlum'un yanakları mahallenin çöpçatan teyze grubu tarafından mıncıklanır. abim bu teyze grubundan korunabilmek için hızlı bi şekilde işi bitirip eve girer. ben de federal polis gibi takip ederim tabii abimi.

banyonuzu yaparsınız. yaparsınız dediğim anneniz yıkar sizi. her defasında 'sen gelme yeaa' dememe rağmen kıçıma şaplak ata ata beni banyoya sokar. zaten sıcak suyu yediğiniz an yumuşacık olursunuz. konuşacak haliniz bile kalmaz. sonra havluyla oturma odasına gelince soba yanmaktadır. 'güp güp güp' diye ses gelir o sabadan. içerisi sıcacıktır. temiz elbiselerinizi anneniz giydirirken ev ahalisi çükünüze bakmaya çalışır. huysuzluk edersin. 'bakmayıııınnn' diye ağlarsın. abin donunu indirmeye çalışır. 'erkek değilmisin göster lan' diye. abiyle ufak çaplı bi kavga yaşanır. annen çıkışır ev ahalisine. 'bakmayın benim oğlumun çüküne' diye söylenir herkese. ama en başta o bakar (ulan neymiş bu çük görme merakı. ben de yeğenlerime yapıyorum ayrı konu).. elbiselerini giydirmeye devam eder. kokusu hala burnumda o giysilerin amk. sabunla deterjan arası. mis gibi bi koku. televizyon izlemeye başlarsınız ama sobanın yanındaki divanda kedi gibi uyursunuz yarım saat sonra. gece sonunda anneniz sizi yatağınıza taşır. farkına bile varmazsınız.

ertesi gün yine çamura batıp eve gelince kıçınıza sayısı belli olmayan şaplaklar alırsınız. büyük bi leğenin içinde kafanıza sabun vurula vurula yıkanırsınız. soba hep ordadır ama. içine 2 odun atılır. odanın içi yine sıcacık olur. bi de o sabun gözleri öyle yakar ki anlatamam. annelerin çocukları üzerindeki başka bi işkence çeşidi resmen. 'yanıyoooaaağğ gözlerim' diye diye yıkanırsınız.

sobada kestane keyfini zaten ayrı bi olay. abime düşerdi bu görev. tek tek hepsiniin ortasını bıçakla yardıktan sonra sobanın üstüne koyardı. ne çok fazla ne de çok az olmalıydı sobanın ateşi. bi abim bilirdi o ateşin ayarını. hala da mangal işini kendisine veririm. kestaneler olur. lokum gibidir hepsi. en büyüklerini ben seçerim. kimse bişey demez bana. kıyamazlar aslında. abim kendi kestanelerinden bile verir. sonra meyve yenir. portakalların kabukları sobanın üstüne konulur. mis gibi kokar içerisi.

bi de gece sobalı odada yatarsanız tüm aile olarak, sobanın üst deliğinden çıkan ateş, gece tavana vurur ve bi çok şekil oluşturur. hayal dünyanızda neler canlanır neler. ejderhalar, uçaklar, bi dolu şekil işte. benzet neye benzetmek istersen. o şekilleri izleye izleye dalardım uykuya. korkup annemle babamın arasına bile girerdim.

sobalı ev güzeldir kısacası. herkes aynı odadır. çünkü o oda sıcaktır. herkesin ortak alanı o odadır. orada aile meclisi toplanır, en önemli kararlar orada alınır, kavgalar edilir, yemekler yenilir, misafirler ağırlanır. o odada gülünür, gerekiyorsa da ağlanılır.

soba gibi bi aletin bunların hepsini yapabilmesi ne ilginç bişey dimi.