bugün

sömürmeye doyamamış emperyalist ülkeler

(bkz: Klasik emperyalizm ve neo emperyalizm)

Kapitalist emperyalizm için doğrudan sömürgecilik her zaman zorunlu değildir.

Aslında kapitalist emperyalizm dolaylı denetimden yanadır ve zorunlu olmadıkça doğrudan denetimden kaçınma eğilimindedir. Zira, doğrudan denetim hem daha zor hem de masraflıdır. Üstelik ‘yabancı düşmanlığını’ da sürekli canlı tutar. Sömürgecilik içselleşip, yerli elitler sömürge bilincini içselleştirdiği anda doğrudan sömürgeciliğe gerek kalmaz. Kendi gerçekliğine sömürgecinin gözüyle bakan bir yerli yönetici elit oluştuktan sonra, doğrudan sömürgecilik olmadan da sömürgeciliği daha az sorunlu ve daha az masraflı olarak sürdürmek mümkündür. Buradan giderek II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan durumu sadece emperyalistlerin marifeti saymak elbette doğru değildir. Bu sömürge halklarının mücadelesini hafife almak olur.

Bu aşamada, öyleyse bağımsızlığa rağmen neden sömürü ve bağımlılık ilişkisinde kayda değer bir değişiklik olmadığı sorusu akla gelir. Bu durum Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmanın ne kadar köklü, ne kadar derin olduğuyla ilgilidir. Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşma sömürge halklarının yeni, farklı, burjuva uygarlığı dışında bir şey tasavvur etmesini, tasarlamasını ve gerçekleşmesini engelledi. Zira, kurtuluş mücadelelerine önderlik eden Üçüncü Dünya elitleri de sömürgecilerin rahle-i tedrisinden geçmişlerdi. Kendilerini sömürgecinin tuttuğu aynada görüyorlardı. “Durumlarını” anlamaktan, bilince çıkarmaktan acizdiler. Batı gibi olmaya, onu taklide yöneldiler… Köle efendiye benzeyerek özgürleşemez. Zira bu hem saçma hem de imkânsızdır. Aslında ortaya çıkan durum sömürgecinin olmadığı, sömürgecinin uzaktan yönettiği bir durumdu. işte yeni sömürgecilik denilen budur.

Klasik aydın ve yeni tipi arasında ne gibi farklar mevcuttur?Aydınların gerek anti-emperyalist mücadelede önderlik veya sömürgeleştirme ve sömürgeleştirmenin meşrulaştırılması açısından ne gibi fonksiyonları olmuştur ve olmaktadır?
Aydın kavramı yerli yersiz kullanılan bir kavram ve diplomalı olmak, okumuş olmak aydın olmak için yeterli koşul sayılıyor. Diploma en iyi koşullarda senin bir şeyin uzmanı olduğunun belgesidir. Aydınsa başka birşeydir. O ekseri normalden sapan biridir. “Üzerine vazife olmayan şeylere burnunu sokan biridir, geçerli egemen-resmi ideolojiyi reddeden biridir, milliyetçilik [ kibarca ulusalcılık diyorlar] türü safsatalara itibar etmeyen biridir, sadece ait olduğu toplumun sorunlarıyla kendini sınırlamayan biridir, sorunları bütünlüğü itibariyle kavrama, fotoğrafın tamamı görme çabası içindedir, iktidar ve güç odaklarıyla arasına her zaman mesafe koymaya özen gösterir, ekseri egemenlerle arası açıktır, zira eleştireldir, zenginliğin ne menem birşey olduğunun farkındadır, sömürüye karşıdır, doğası, konumu ve misyonu gereği, ezilen ve sömürülenlerden yanadır, vb. Bana göre XXI’inci yüzyılda gerçek aydın olmanın olmazsa olmaz bir koşulu daha var: Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmanın farkında olmak… aksi halde zihnini özgürleştirmesi, fotoğrafın tamamını görebilmesi mümkün değildir.

Eğitim politikalarının ve bunun bir parçası olan üniversitelerin Anadolu’da yaygınlaştırılmasının ardındaki gaye nedir?
Eğitim egemenliği yeniden üretmek içindir, bu hep böyleydi bu gun de öyledir. Eğitim mevcut düzenin meşrulaştırır ve sürekliliğini sağlar. Oysa eğitim ve eğitilmiş insan her zaman makbul birşey sayılır. Okullar sömürü düzenini meşrulaştırmaya ve sürdürmeye yarar. Bu arada ileri düşünceyi de bütünüyle yok edemez. Bu bilimsel bilginin niteliğiyle ilgili bireşeydir. Sorunu bu çelişik veçleri itibariyle kavramak gerekir… Kapitalist toplumda eğitimin bir başka işlevi de sermayenin ve onun devletinin ihtiyacı olan ‘vasıflı işgücünü’ ve devlet aygıtının ihtiyaç duyduğu bürokratik kadroları yetiştirmektir. Şimdilerde eğitimin kendisi de artık alınıp-satılan bir metadır, bir kâr ve zenginleşme aracıdır. Türkiye’de kapısında üniversite yazan kurumların adlarından başka üniversiteyle pek ortak yanları yok. Daha çok meslek okuluna benzerler. Akademik personelin taşıdığı bilinç bilim insanı bilinci değil, memur bilincidir. Ünvarlar da ekseri düzene itiraz etmediğini kanıtlayanlara verilir. Elbette istisnalar vardır ama, mâlûm, istisnalar kuralı doğrulamak içindir. Her vilayete ilkokul, lise açabilirsiniz lâkin her vilayete bir üniversite açmak aynı şey değildir. Üniversite tüm Anadolu kentlerine yayılıyor ama kurulan asla üniversite değildir. Resmi ideolojiyi dayatmak için yapılan birşeydir. Zira, oralarda üniversite ‘havası’na uygun koşullar mevcut değildir. Bana göre Anadolu kentilerinde kurulan üniversitelerin ilköğretim okullarından ve liselerden özde bir farkı yok. Dolayısıyla, bu kurumlar birer gericilik yuvasıdır ama söylem farklıdır. Soru soran, eleştiren ne öğrenci ne de öğretim üyesi söz konusu kurumlarda barınamaz… Yoğun bir polis ve jandarma baskısı söz konusudur… sanki öğrenciler rehin gibidir…Hani üniversiteydi… Kaldı ki, üniversitelerin her türlü sorunun özgürce tartışıldığı, evrensel bilginin-bilimin üretildiği bilim yuvaları olduğu yaygın düşüncesi tam bir safsatadır… Gerçek dünyada asıl geçerli olan bunun tam tersidir: Üniversiteler özgür düşüncenin boğulduğu kurumlardır. Zaten son dönemde [küreselleşme çağında] birer ticarethaneye dönüşüyorlar…Üniversite hocaları birer bilgi pazarlama memuruna, öğrenciler de müşteriye dönüşüyor… Bu sefil dumunun bilincine varmak önemlidir.
Batı emperyalizminin insanlığın tarih şuuruna ne gibi bir tesiri olmuştur? Bu mânâda, insanlarımızın ve insanlığın “tarihe bakışını” nasıl değerlendirebiliriz?
Kapitalist yayılma demek olan modern sömürgecilik ve emperyalizmin tahribatı çok yönlü ve derindir. Zira, sömürgecilik sadece siyasi ve ekonomik alanı angaje etmiyor. Kültürel-ideolojik-entellektüel alanı da angaje ediyor. Sömürge halklarının sadece beşeri ve doğal kaynakları sömürülmüyor, yağmalanmıyor. Bana göre asıl bilincin sömürülmesi, yağmalanması, sömürgecinin ürettiği ideolojinin sömürge elitleri ve halkları tarafından içselleştirilmesi çok daha önemlidir. Ben buna sömürgeleşmişlik durumu diyorum ki, sömürgeleşmiş ülkelerin insanları artık kendi gerçekliğine kendi gözüyle bakamaz duruma geliyor. Kendi eliyle tutamaz hale geliyor. Birşey yapması gerektiğinde otomatik olarak sömürgecileri, emperyalistleri, Batı’yı taklit ediyor. Ufku ‘dışardan’ belirlenmiş durumdadır. Sömürgeciliğin doğrudan biçimi tasfiye edildiği halde hiçbir kayda değer değişikliğin olmaması söylediğim durumun bir sonucudur. Bu gün ‘Üçüncü Dünya’nın’ beşeri ve doğal kaynakları eskisinden daha büyük yoğunlukta olmak kaydıyla dünyanın %20’sinden azını oluşturan emperyalist ülkeler tarafından kullanılıyor! Onun için paradigma değişmiyor. Sen aynı paradigma içinde kalmaya devam ediyorsun. Oysa, paradigmayı değiştirebilmenin koşulu, avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmadan kurtulmak, bilinci özgürleştirmektir. insanlık tarihi sömürgeciler tarafından yazıldı. Şimdi yeniden yazılması gerekiyor ama bu sömürgeciliğin derin çekirdeğini kavrayarak, Avrupa-Amerika merkezli olmayan bir bilinç düzeyine ulaşmadan mümkün değildir. Tabii bu ülkenin tarihinin de aynı şekilde yeniden yazılmaya ihtiyacı var…

Kemalizm, sömürgeleştirme sürecinin neresindedir? Ülkemizdeki, ulusalcı-küreselci çatışması gerçek midir? Yani, hem Kemalist ve hem de anti-emperyalist olmak mümkün müdür?
Kemalizmin ne kapitalizmle, ne de emperyalizmle hiçbir zaman bir sorunu olmadı. Olması da zaten mümkün değildir. Kemalizm yarı-sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçiş demektir. Gerçek durum öyledir ama söylem farklıdır… Resmi tarih ve resmi ideoloji gerçek durumun anlaşılmasını [şimdilik] engelliyor. Türkiye’nin tarihi yeniden yazılacak ve 80 yılda üretilen safsataların ve yalanların ipliği pazara çıkarılacak… Yalanı ilel -ebed sürdürebilmeleri mümkün değildir. Hem kemalist hem de anti-emperyalist olmak mümkün değildir. Zira, emperayalizme karşı olmak için kapitalizme karşı olmanız gerekir. Milliyetçilik [ulusalcılık] asla emperyalizme karşı olamaz, sadece onun ekmeğine yağ sürebilir ve karşıymış gibi göründüğünde bile onu yeniden üretir, dolaylı olarak meşrulaştırır. Zaten milliyetçilik kapitalizmin-emperyalizmin bir ideolojisidir. iflah olmaz bir virüstür. Ulusalcı-küreselci karşıtlığının da hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu, olsa olsa olsa, aldatanların sayısının ikiye çıktığını gösterir. Tabii bu arada kendilerini de aldatıyorlar. Kapitalizmden söz etmeden, onu atlayarak küreselleşme karşıtlığı ahmakları aldatmaya yarar. Önce şeyleri, olguları, süreçleri, adıyla çağırma dürüstlüğünü ortaya kolmanız gerekir. Zira, adıyla çaırmamak da bir yalan söyleme yöntemidir. Önce küreselleşme değil, emperyalizm diyeceksin, sonra emperyalizmin kapitalizm olduğunu bileceksin… Ulusalcı denilen kesimin asıl misyonu, süreci dolaylı olarak müşrulaştırmaktır. Bu durumun teşhir edilmesi gerekir…

Irak Direnişini, anti-emperyalist mücadele açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Anti-emperyalist mücadele ne gibi bir temel üzerine oturtulmalıdır?
Irak direnişi Amerikan emperyalizmine ve şürekasına bir ders veriyor. Ne kadar yıkıcı-tahrip edici süper-modern silahlara da sahip olsan, insan iradesiyle başa çıkmanın mümkün olmadığını kanıtlıyor. Ama ciddi bir de zaafla da mâlül. Zira, sadece karşı olmak yeterli değildir. Önemli olan karşı olduğunun yerine neyi koymayı önerdiğindir. Bu direniş hareketinin ileriye dönük, inandırıcı bir alternatif önerisi yok. Kapitalizmle hesaplaşma konusunda tutarlı bir bilinç ve perspektif mevcut değil. Çözümün adresi olarak ileriyi değil, geriyi işaret ediyor. Oysa tarihte geriye dönüş hem mümkün değildir, hem de arzulanır birşey olmamalıdır. Gerilerde çözüm aramak yanlıştır. 60 yaşındaki adama 8 yaşındaki çocuğun ceketini giydiremezsin… Çözüm ya ilerde ya da çözüm yok…

Kürt meselesi üzerine tez sahibi bir aydın olarak; Kürtlerin şu ân ki pozisyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD-israil ve Batı’nın sömürgeleştirme politikaları karşısında, Kürtler ne yapıyor ve gerçekte ne yapmalıdırlar?
Kürt sorunu yüzyıllık bir sorun. Sorunun bu kadar zamandır çözülememesi, müzminleşmesi, üzerinde ısrarla durulması gereken bir husustur. Çözümsüzlüğü sadece emperyalistlerin ve Türkiye’nin egemenlerinin eseri ve marifeti saymak doğru ve yeterli değil. Bizzat Kürtlerin de kendilerine dönüp bakmaları gerekiyor. Bence bu zaman zarfında Kürt hareketine önderlik eden siyasetçilerin, liderlerin, önderliklerin, ‘aydın denilenlerin’ basiretsizliği ve beceriksizliğinin büyük vebâli var… Dünya’yı, güç dengelerini, jeopolitik durumları anlamaktan aciz, çözümü hep dışardan bekleyen, kendine yeteri kadar güvenmeyen, ilkeler konusunda tutarsız, her an uzlaşmaya ve ihanete, başkaları tarafından kullanılmaya hazır bir kültürün taşıyıcılarının, öyle bir siyasi kültürün temsilcilerinin başarılı olmaları mümkün değildir. Bence Kürt sorunu artık Kürt hareketine önderlik edenler sorununa dönüşmüş durumdadır ve öyle de algılanmalıdır. Bu güne kadar çözümsüzlük hep dış belirleyiciliklerle-olumsuzluklarla açıklandı. Ötekinin eseri sayıldı. Bu doğru değildi. Şimdi tam bir açıklıkla, ikircikli olmayan bir tarzda bu sorunu tartışmaya cesaret etmek gerekiyor. Bu sorun yüzyıldır neden bir türlü çözülemiyor?

Türk ve Kürt aydını, Kürt meselesinde hangi pozisyondadır?
Kürt aydınları her zaman yetersiz kaldı ama Türk aydınları dediğiniz diplomalı taife de Kürt sorunun kendi devleti gibi görme, bir asayış sorunu olarak görme eğilimindeydi. Bu gün de değişen birşey yok… Irak Kürtlerinin yaklaşımı siyasi etikten çok, oportünizmle ilgili. Kullanma-kullanılma tuzağının dışına çıkabilmiş değiller. Bu kafayla zaten mümkün de değil. Ortadoğu’da Kürt sorunu da dahil tüm sorunların birtek çözüm yolu var: tutarlı bir anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadeleyle Başta ABD olmak üzere emperyalistleri bu bölgeden atmak. Bunun için de işe Ortadoğudaki emperyalizmin uzantısı, işbirlikçi komprador rejimlerden başlamak gerekiyor. Bazıları bunu [kavramın olumsuz, pejoratif anlamında] ütopik buluyor… Realist olmak grektiğini söylüyorlar. Oysa realist olmak demek emperyalist sömürüye, zulme ve aşağılanmaya razı olmak demektir. Realist [gerçekçi] mi olmak istersiniz yoksa aşağılanmışlığa bir son vermek mi?

devam edecek...