bugün

perihan mağden

abdullah gül'le ilgili yazdığı yazısıyla ayakta alkışladığım türkiye'nin en özgün ve muhalif gazetecilerinden biri.

ilgili yazı :

abdullah gül'ü savunmak

bilmem söylememe gerek var mı; hiç akp'ye oy vermedim.
ve hiç vermeyeceğim.
ama burası 1 ısrarlı yanlış anla(ş)malar ülkesi. birden bi yerlerden 1 yafta bulup çıkarıp üstünüze yapıştırmaya kalkabiliyorlar.
geçtim ben gerçi yaftalardan/ısrarcı yanlış anlamalardan:
ve fakat bu ülke benim gönlümün kıvamında 1 ülke olsaydı, cumhurbaşkanımız baskın oran olurdu. önce adayımız, sonra da cumhurbaşkanımız. o olurdu. olabilirdi.
ve fakat özellikle köşecilik bir amme tesisi/işi. 'hayaller gerçek olsa' şarkıda geçerli. diyelim ben 22 temmuz'da seçimlerin yapılacağından bile (hâlâ da) emin değilim.

çok iddialı ve iddiacı 1 genelkurmay başkanımız var. artık sitelerinde (yurdumuzun en hassasiyetle takip edilmesi gereken alanı) 'vaşington' diye yazmaya başlamışlar. 'ulusalcı' 'antiemperyalist' etiketi altında, türkçenin latin alfabesi kullanan dillerle ilgili kuralını dahi ihlal/ihmal etmeyi yeğleyerek.

yani bir heyelan/hezeyan söz konusu 'türk halkının en güvendiği kurum' cephesinde ve ben yeniden yurdumun insanlarına demokrasinin 3-5 beden büyük geldiğinin/geleceğinin 'saptanması' korkusuyla yaşıyorum.
arzu ettikleri 'kitlesel refleks' meydanları bütünüyle boş bıraktı işte. bu millet, kendine oligarşik yapılanmanın dayattığı şeyleri kabul etmeme yetisine sahip, en azından. nerdeyse içgüdüsel, alerjik 1 reaksiyon gösteriyorlar. bizler de sağcı iktidarlara yönelmesi nedeniyle bu (esasında) reaksiyoner oyların, çok çok yavaş ilerlemek, bazen de habire başa dönmek durumunda kalıyoruz. reaksiyon güzel, ama yanlış emareler.

367 kendinden küçük nice sayıdan 'küçük' müdür hakikaten? sonuç olarak oligarşik yapılanma devletin has partisi+makam nemrut'u+en üst hukukun manipülasyonu sayesinde abdullah gül'ün cumhurbaşkanlığını engelledi.
dört buçuk yıl süresince dışişleri bakanımız olarak gül bizi kötü mü temsil etti? pot mu kırdı, yüzümüzü kara mı çıkarttı, gereken makamlarla gereken konuşmaları mı yürütemedi?

yalnızca ingilizcesi yeterli bir abdullah gül'den söz etmiyorum. zekâsı, insan ilişkieri, mantık silsilesi içinde hareket etme yetisi mükemmel olan bir abdullah gül'den söz ediyorum.

evet; ben abdullah gül'e bakınca, yalnızca bir düğmeye basıp dudaklarıyla değil, gözlerinin içiyle gülen iyi bir insan görüyorum.

301'i kaldırmamış olmalarının/çiçek+aksu gibi derin devlet ilişkileri'nin iki zarar-ziyan bakanına, bu denli cümlemize zarar vermiş uygulamaları/ya da uygulamamaları yaptırmış olmalarının mahcubiyetiyle yüzleşebilecek (kapasitelerin en büyüğü) bir insan görüyorum abdullah gül'de.

hayrunnisa hanımla olan mutluluğunun, nasıl hakiki bir mutluluk olduğunu, bu şahsiyetli ve güzel kadının nasıl hiçbir gölge altında kalmayacağını, nasıl eşitlikçi ve örnek bir ilişkileri olduğunu görüyorum. yalnızca hissetmiyorum, onları ne denli az görmüş olursam olayım, karşılaştığımız yerlerde bunları hem aklımın, hem gönlümün gözüyle görüyorum.
meşum mahkememden önce beni abdullah gül'ün aradığını, mahkememde yaşatılan rezaletlerin akabinde benim onu aradığımı; abdullah beyin nasıl benim kadar şaşırmış ve üzülmüş olduğunu biliyorum.

behiç aşçı'nın f tiplerindeki tecrit koşullarının iyileştirilmesi uğruna ölüm orucuna girdiğinde aramızda geçen uzun konuşmaları, cemil çiçek faktörü engellemelerine rağmen, durumu biraz da olsa düzelten bir genelgenin çıkması için nasıl canla başla uğraştığını biliyorum.

bugün o değerli insan, kendini bir davaya bütünüyle adayabilen bir şövalye olarak behiç aşçı sağ ise, ölmediyse, kendi kendini açlığa mahkûm ederek ölmesine ramak kala, genelgenin yayımlanması üzerine ölümün tam kıyısından döndüyse, dönebildiyse, bu benim tanıdığım/güvendiğim abdullah gül sayesindedir de.

bu halk ak parti'yi iktidar yapmış; oylarını beğenirsiniz/beğenmezsiniz, ama demokrasinin ne olduğuna dair tırnak kadar bilginiz/saygınız varsa; kabul edersiniz. bu iktidar cumhurbaşkanı olarak (alabilecekleri en isabetli kararla) abdullah gül'ü tercih etti. etmişti.

cumhurbaşkanlığı çok daha sembolik bir makam olmalıdır. cumhurbaşkanlığı makamının kimi (sezer örneğinde gördüğümüz üzre) sistemi tıkayıcı yetkileri, tırpanlanmalıdır. tüm bunlar tartışmaya açılmayı hak eden mevzular. demokratik talepler, arzular.
ve fakat oligarşik 1 işbirliğiyle seçilmişlerin seçtiği kişinin, o makama geçmesine (sistemi önümüzdeki dönemlerde de ciddi anlamda tıkayacak/zorlayacak) alicengiz 'oyunlarıyla', 'yorumlarıyla' engel olmak-
bu, bunlar kabul edilir gibi değil!

bu partinin, ak parti'nin yani hiç mi kabahati yok? var, hem de o kadar çok kabahatleri, kusurları olan 1 partiyi acımasızca eleştirebilmek yerine, hakiki demokrasinin işlemesi adına onların yanı başında yerimizi almak zorunda bırakılıyor isek- budur trajedi! (ya da oligarşi!)

ve fakat kızının mezuniyet töreninde, sahneye filan çıkıp değil, orda sıraların arasında, kaçakgöçek diplomasını vermek durumunda bırakılıyor ise dışişleri bakanı bir baba. neymiş? kızı türbanlı! kübra yıllar boyunca takmak zorunda bırakıldığı peruğunu takmadığı için mezuniyetinde, öylesine sevindim ki.
peruk takmak zorunda bırakılan kızlarımızın kalbime saldığı o derin utançtan, beni koruduğu için onu, allah korusun, kanserliler gibi, peruk başında, izlemediğim/görmediğim için.

türbanlıların, vicdani retçilerin, 301'den hedef tahtası haline getirilenlerin, tecritte ruhu öldürülenlerin, ferhat sarıkaya'nın, yargının bağımsızlığının, hakiki demokrasinin yanında yerini almayan bir ak parti'yi eleştirmekten yanayım. pek tabii ki.

ak parti'nin içindeki en iyi unsurlardan değil, en iyi unsur olan abdullah gül'ün yurdumun cumhurbaşkanı olmasından da hakikaten kıvanç duyarım. bunu da yazmadan edemedim. özellikle gül'ü 'düşürmeye' yönelik bazı nedensizce münafık/esasında kötücül yazıların akabinde.

gül, iyi bir insan. son zamanlarda sertleşiyorsa, geç bile kaldı. hakiki demokrasinin bu topraklara gelmesin isteyenler, ayaklarını yere daha sertçe basmalı. duyulsun diye.