bugün

ben bu yazıyı rüyamdaki sevgilime yazdım

Rüyamda aşık olmuştum bir kadına...

şehvetle yoğrulmuş gözlerinde merak vardı. karanlığa bürünmüş bir tanrıçaydı sanki.
ancak eflatun elzemdi o gözlerine. ve merak ediyordu öylece... bedhahlara hükmeden bir iblise titremişti uhrevi yüreği.
ah güzel tanrıça...
aldanmıştı işte iblisin kibir dolu gençliğine. fakat güçlüydü tanrıça, ve gücüne gidiyordu genç iblis.

kibrine aşık oluyordu. ulaşılmaz şeytanın avuçlarında yüzlerce prenses ezilmişti. kendini alkışlıyordu şeytan. ve usulca gülümsüyordu kanayan esaretine. "yapma" dedi eflatun tanrıça.
"bırak avuçlarındaki kudretsiz kulları. ateşinle sarıl bedenime."

yine gülümsedi şeytan. tebessümüne sinekler toplanmıştı.
ve korkuyordu kadından... ezilemeyecek kadar büyüktü. dokunmak istiyordu, ama ateşinin tesirsiz kalacağını biliyordu. cehennemden gülümsüyordu iblis. uzaktı, ikisi de dokunulmazdı üstelik. tanrıça da gülümsedi cennetin küflü penceresinden. bedeni iblisin bedenini istiyordu. dokunamıyordu, uzaktı.
prenseslerin tanrıçası fısıldadı uzaktan: "aşık oluyorum sana... hem de dokunamadan."

duyduğu en güzel sesti bu. belki de duyabildiği ilk sesti. o güne dek hiç konuşmamıştı iblis. konuşabildiğinden bile haberdar değildi.
cevap vermek istedi, sesi çıkmadı. huzursuzca yeniden doğruldu, sesi ürkek ve titriyordu. sonsuz yıldan bu yana ilk kez konuşmuştu genç iblis. kekeliyordu... "do... dokunmak istiyorum sana."
yalnızca bedenine değil, geleceğine de sirayet etmek istiyordu. ama korkuyordu. ateşten bedeni, ve asırlardır susmuş bilinci canını yakardı bu güzelliğin. "korkuyorum" diye fısıldadı ateşlerin günahkar prensi. "korkuyorum sana dokunmaktan. kor... korkuyorum sana dokunup yok etmekten."

gözlerini kısarak başını çevirdi eflatun gözlü güzel. bedenini örten gelincikten şalları aralayıp şeytana çevirdi başını. yalnızca gülümseyerek bedenindeki izleri işaret etti:
"karşıma ilk çıkan iblis sen değilsin küçüğüm. canım binlerce yıl yandı, milyonlarca kez dokundular bedenime."

gözleri alevden adam çılgına dönmüştü. bu güzelliğin canını yakan herkesi, her şeytanı öldürmek istiyordu. tahammül edemiyordu gördüklerine. dimağına günahtan hançerler saplanıyordu. dokunulmasına izin vermemeliydi, kıyametten gayri muntazam günahlar çalıp geçmişe gitmek istiyordu. tam bu sırada eflatun prenseslerin en güzeli yeniden seslendi:
"bırak... sana güveniyorum. sen canımı yakmayacaksın. dokun yaralarıma, dokun ruhuma. bırak onları..."

konuşamadı iblis. onu ne kadar çok istediğini, ne kadar aradığını söylemek istese de konuşamadı. yalnızca nefesinin sesiyle karşılık verdi. söyleyemediklerini prenses hissetmeliydi. konuşursa her şeyi yok edebileceğini, aşık olduğu bu güzel eflatuna kıyabileceğini biliyordu. içindeki ateş şeytanın bile canını yakıyordu. yalnızca sustu genç şeytan...

"konuş!" dedi tanrıça. "beni istemiyorsun. yüreğin titremiyor!" iblis susmaya devam etti. sıkıyordu kendisini. jiletten tırnaklarını kanatırcasına dudaklarını sıkıyordu. daha fazla dayanamayarak, kanayan dudaklarıyla hıçkırdı: " seni seviyorum... "
artık ikisi birden susuyordu. susmaları gerekiyordu. bu aşkın alamet-i farikası yalnızca buydu. dokunmadan, konuşmadan sevmeliydiler birbirlerini.
ateşe tutulmak istemiyordu prensesin o güzel kirpikleri, ve şeytan ateşten uzak tutmak için o kirpikleri; sönmeye razıydı hiçsizliğinde.

ama susmayı beceremedi toy şeytan. aşkına dokunmak istedikçe konuştu, konuştukça dokunmaktan uzaklaştı. düşünmeden konuşuyordu. yüzlerce yıldır taaffün tutmuş zihni alevler saçıyordu. çok seviyordu prensesini. ama düşünemiyordu. neticesinde bir iblisti, sevmeyi beceremiyordu.
cehennemin sonsuz külfetine hapsolmuş bir lanetten ibaretti. değiştirmeye çalıştı; yapamadı. tanrıçasının canı yanıyordu. dokunmaya bile kıyamazken, canını en çok o yakmıştı.

ve artık konuşuyordu iblis. sevmeyi de becerebiliyordu üstelik. ama artık prenses gidiyordu. yaralarının üzerine bir gelincikten şal daha sarıp uzaklaşıyordu.
şeytanın gözleri buğulu, gözyaşlarına karışan alevler daha sitemkar tütüyordu. "gitme" diyordu ardından. kekelemiyordu da üstelik.
ama dönmüyordu tanrıça. kudretine hapsolmuş aşkını kanatlarının arasında ezmeye çalışıyordu. canı yanıyordu, ama iblisten daha güçlüydü. dayanabiliyordu. ve gidiyordu yalnızca...

yalnızlığa yazgılı gözleri kanıyordu iblisin.
sevmeye devam ediyordu. göremese de, dokunamasa da oralarda bir yerlerde onu var eden eflatun umudunu günahlarını sakladığı sandığının arkasına saklamaya devam edecekti. pişmanlıklardan peydahladığı kıyametlerle sevişecek, aşkıyla temizleyecekti ellerini.

özleyecek tanrıçasını. onun da özlediğini bile bile bu sefer susmayı becerebilecek.
dokunmak için milyonlarca yıl bekleyecek:
ama tanrıçasının cenneti terk etmemesi için de dualar edecek. uzaktan öylece aşkını tutuşturup yanacak...

iblis, bu sefer kendi yüreğini avuçlarının arasına alıp alkışlayacak. kanayacak... bu lanetli aşkın son perdesini ayakta karşılayacak.

ama her masalda olduğu gibi, kötü adam yine hatırlanmayacak...