bugün

saf ve düşünceli romancı

Orhan Pamuk'un Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton derslerinin notlarından oluşan yeni kitabı 'Saf ve Düşünceli Romancı' 9 Eylül'de raflardaki yerini alıyor. Kitaptan bazı bölümleri bugün Taraf gazetesi yayımladı. işte Orhan Pamuk'un kaleminden o bölümler:

Zaten Schiller'in "Saf ve Düşünceli Şiir Üzerine" başlıklı ünlü yazısı, bir noktadan sonra yalnız şiir üzerine ve genel anlamıyla sanat ve edebiyat üzerine olmaktan çıkıp, insan tipleri üzerine genel bir felsefi metne dönüşür. Metnin hem felsefi hem psikolojik bir niteliğe kavuştuğu bu noktada, arkasında yatan kişisel dürtüleri görmeyi severim: Schiller "iki türlü insan tipi vardır," derken, Alman edebiyatı tarihçilerine göre, "Goethe gibi saf olanlar ve benim gibi düşünceli olanlar!" da demek istemektedir. Schiller, Goethe'nin yalnız şair olarak değil, insan olarak da rahatlığına, doğallığına, bencilliğine, kendine güvenine, aristokrat ruhuna, büyük parlak düşünceleri zahmetsizce bulup söyleyivermesine, kendisi olabilmesine, basitliğine, alçakgönüllülüğüne ve dehasına ve bütün bunları tıpkı bir çocuk gibi hiç fark etmemesine imreniyordu. Oysa kendisi, Goethe'ye göre daha düşünceli, entelektüel, edebi faaliyetinde daha karmaşık ve dertli, kullandığı edebi yöntemlerin çok daha farkında ve bunlar konusunda sorularla, kararsızlıklarla ve güvensizliklerle doluydu. Ve bu ruh hallerinin daha "modern" olduğunu da hissediyordu.

Bundan otuz yıl önce "Saf ve Duygusal Şiir Üzerine"yi okurken, tıpkı Goethe'ye öfkelenen Schiller gibi, benden önceki kuşak Türk romancıların saflığından, çocuksuluğundan, romanlannı itolayhkla yazıverip üslup ve teknik sorunlarla hiç dertlenmemelerinden şikâyet ederdim. Ama "saf" bulduğum (gitgide bu kelimeyiolumsuz anlamda kullanıyorum) yalnız onlar değil, 19. yüzyıl Balzac romanını doğal bir şey olarak görüp, onu hiç sorgulamadan kabul eden dünyanın bütün romancılarıydı. Şimdi, otuz beş yıllık romancılık serüveninden sonra, içimdeki saf romancı ile düşünceli romancı arasında bir denge bulduğuma kendimi inandırmaya çalışırken, bu konuyu, hangi şairin daha "saf" ve hangi romancının daha "düşünceli" olduğu tartışmasını hâlâ çekici buluyorum. Ben ilk roman yazmaya başladığım 1970'lerin ortasında, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi romancıları "düşünceli" oldukları için de severdim. Bu yazarları yalnız anlattıkları insan deneyimi ile değil, anlatım yolları ile de aşırı dertlendiklerini gördükçe memnun olurdum. Konu, modern Türkiye ya da istanbul'da hayat olduğu kadar; bu hayatı en uygun nasıl dile getirebileceğimizdi. öte yandan köy romancılarınn, anlattıkları çarpıcı hikâyelerden aldıklan bir güçleri vardı. Köy romancıları kelimelerinin,üsluplarının gerçeği dile getirmeye yeterli olup olmadığını, kimin için hangi bakış açısıyla yazdıklarını hiç dert etmiyorlar, bu güven de onlara bir güç veriyordu. Ama saf ve iyimser romancıyla düşünceli romancıyı birbirinden ayıran şey, 1970'lerde Türkiye'de sürekli vurgulanan kır-şehir ayrımı da değildir. Hayatının çoğu Manisa'da geçmiş Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli'nde son derece "düşünceli" bir tutumla hikâyesini anlatırken, köy romanlannın ilk örneklerinden Yaban'ın yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun istanbul'da geçen bütün romanlan, "saf" bir yazarın dünyasını hissettirir bize.
kaynak: habertürk
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar