bugün

entry'ler (12)

bulgar göçmenlerinden korkmak

Bulgarlar aslında Volga (=Bulgar ?) boylarında yerleşik bir Türk halkı ise de bugünkü Bulgaristana göçtükten sonra (dinin de etkisiyle) Slavlaşmışlardır.

Daha sonraları 14. yy. başlarından itibaren Türkistan / iran / Anadolu güzergahı ile birçok Türk (genellikle Oğuz) boyu Balkanlar'a göçmen olarak yerleştirilmiştir. Bunlar da haliyle Slavlaşmış yerli halkla karışacaktı ve karışmıştırlar. Ancak Hıristiyan olan Bulgarların aksine, bu Türkistan göçmenleri Türklüklerini korumuştur.

Yaklaşık 500 yıllık Osmanlı egemenliğinden sonra Balkan Savaşları gelmiş, bu savaşlar sonunda Kuzey Yunanistan, Makedonya, Batı Trakya da Osmanlı devleti sınırları dışında kalmış, burada yaşayan Türker Doğu Trakya ve Anadolu'ya göçmeye zorlanmıştır.

işte Bulgar göçmeni dendiğinde 1910'lardan bu yana Türkiye'ye göç edenler kastedilmektedir. Cumhuriyetten sonra da Balkanlardan Türkiye'ye göçmen gelmeye devam etmiştir.

Sonuç olarak, yüzyıllardan beri harman olan insanların soy sop bakımından hangisinin ne kadar Türk olduğunu sorgulamak hem abes hem de işin içinden çıkılmaz bir sorudur. Bu nedenle 'Türküm diyeni Türk kabul etmekten başka çare yoktur.'

Korkmaya gelince,,, insanlar sosyal çevrelerine bağlı olarak birtakım alışkanlıklar, değer yargıları vs. edinirler. Bir çevrenin insanları diğerinkinden (ortalama olarak) farklı özellikler gösterir.

Ama bir türün devamı için olduğu gibi, milletin ve devletin devamı ve gelişmesi için en önemli faktörlerden biri çeşitliliktir. Farkılıktan korkanlar düşünme ve davranma rahatlığının bedelini güdük kafa yapısı ile öderler. Bulgaristan göçmeni olmuş ya da sözgelimi Hatay'ın yerlisi olmuş, önemli olan kişinin soy ağacı değildir.

Ana babalarımızla değil çocuklarımızla öğünmeye çalışalım. Miras almak hüner değildir, hiç bir çaba gerektirmez. Hüner kendisinden sonra gelenlere bir şeyler bırakmaktadır.

Üstelik Türkler oldum olası göçebe bir halk olagelmiştir. 'Yurt' sözcüğü yuvarlak çadır (Jurte / Yurte)'dan türemiştir. Yani Geleneksel olarak Türkün yurdu çadırıdır. Böyle bir geleneğe sahipken her kim olursa olsun göçmeni aşağılamak ve dışlamak kabul edilmez.

Bazı göçmenlerin 'biz Avrupalıyız' diye üstünlük taslamasına gelince... O da onların, kendileri içinde çözmeleri gereken bir sorundur. Avrupalı olmak bir meziyet midir değil midir ayrı konu; ama zaten kendini bilmeyen kişinin sözüne değer verilmez.

ilkokul numarasını unutmamak

ilkokul numaraının önemi yok. Öğretmeninden ne haber? Öğretmenimi hayatım boyunca saygı ve şükranla anacağım. ilkokuldan sonra gördüğüm öğretmenlerden on tanesinin en çok biri adam sırasına konur, o da eh işte.

600 yıllık filmin 90 yıllık reklam arası

Osmanlı Batının tekniğini mi aldı? Onu yapmış olsa ateşil silahları ithal etmez kendisi üretir ve geliştirirdi.
Silah sanayiinin temeli nerede? Metalürji nerede? Yüzyıllar boyu hammadde satarsan sanayi gelişmedikten başka el sanatları da çöker.

Amerika'nın bulunmasıyla Avrupa devletlerine akan altın ve gümüş, yasak olsun veya olmasın, Osmanlı sınırları dışına mal akışını hızlandırdı. Kapitülasyonlar bunun kapılarını (çift yanlı) açarken yerel sanayi gelişemedi. Merak eden araştırsın. Serbest ticareti bugün savunan hiçbir, ama hiçbir ülkenin sanayii serbest ticaretle gelişmemiştir. Hepsi korumacılık politikasının seralarında büyümüştür (Japonya son örneklerden biri). Limanlarını açmayan Çin'e savaş açıp zorla afyon satmışlardır. Sanayilerin geliştirdikten sonra da serbest ticaret bayrağını dalgalandırmışlardır.

Bu yüzden kapitülasyonların kaldırılması o kadar önemliydi. Cumhuriyetin ilk döneminde korumacı bir ekonomi politikası izlenmesi, Türkiye'de iyi kötü sanayileşmenin olmazsa olmaz şartıydı ve az buçuk bir gelişme sağladı. Osmanlı kafasıyla ve kapitülasyonların esareti altında buna olanak yoktu.

Fatih zamanında fakir yokmuş. Muş da muş. Yaşadın mı o dönemde böyle cafcaflanıyorsun? Bak o zamanın köylüsü ne diyor:

Şalvarı şaltağ Osmanlı
Eğeri kaltağ Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortağ Osmanlı

Fakir yoktu da ikide mir millet keyfine mi ayaklanıyordu? Celaliydi Aleviydi şuydu buydu boyalarına kulak asmayın. Karnı tok sırtı pek olan halk ayaklanmaz. Yavuz Selim Mısır hazinesini (ve daha önemlisi: buğday ambarını) ele geçirdikten sonra ve arada bir yağma savaşlarının, toprak kazanımlarının tekrarlanmasıyla ekonomi az buçuk idare etti. Ama onlarca, hatta yüzlerce yıl yenen miras gün gelecek tükenecekti. Batılı dostlarımız bu tükenişi hızlandırdılar sağolsunlar.

Osmanlının hayranları, siz Düyun-u Umumiye nedir bilir misiniz? 19. yy. sonlarında devlet iflas etmiş, gelirlerine el konmuştu. Düyun-u Umumiye, yani Genel Borçlar kurumu, Batı ülkelerinin oluşturduğu ve devlet gelirlerine el koyan bir konsorsyumdu. Bunlar arasında türün vergisi de vardı ('Reji' = Yönetim = Tütün vergisinin toplandığı kurum).

Türkiye'nin nesi var nesi yok haraç mezat satanlar (adına özelleştirme diyorlar), gelir kaynaklarımızı kurutup borçlanmayı hızlandırmakta. Az bekleyin ekonomik kriz patladığında bu sözüm ona refah döneminin bedelini göreceğiz. O zaman Türkiye'ye şemsiye açacak kimsecikler de yok üstelik. Olsa bile şemsiyeyi de bedava açmıyorlar.

cahil bir milletin iradesine saygı duymak

Oy hakkı eskiden asillere, daha sonra vergi verenlere tanınmış, genel oy hakkı demokratik bir kazanım olarak yerleşmiştir.

Buna paralel olarak türlü-çeşitli hile, oy satın almak ve kandırma mekanizmaları gelişmiştir. Medyanın her köşeye ulaşabilmesiyle de oyları etkileme olanağı katlanmıştır.

Genel oy hakkı için mücadele edenler, bu hakkın kullanılışında kerkesin kendileri gibi az çok bilgi sahibi ve düşünmeye çalışan insanlar olacağını sanmışlardır. Yani insanlığın şimdiki durumunu değil olması gerektiği şeklini temel almışlardır.

insanlığın (bölgesel farklılıklarla) varmış olduğu sınırlı düşünme yetisini bilenler de bu yetiyi sınırlayarak iktidar olma yollarını aramakta ve bulmaktadır.

'Halkın iradesi' güzel bir hayaldir. hedeflenmesi gerekir. Ama sahtekârlık ürünlerini demokrasi ve halkın iradesi olarak satmak kalpazanlığın dik alâsıdır.

Konu, şimdiki uygulamanın demokrasi olup olmadığı, hatta demokrasinin en iyi yönetim biçimi olup olmadığı değil. Genel oy hakkının yerine ne koyacaksınız? Teokrasi mi? Aristokrasi mi? Plutokasi mi? Aydın olan ve ve/veya geçinenler kendi oylarını sıradan vatandaşınkine üstün görebilir. O halde ne yapmalı? Seçimleri kaldırmalı mı?

iyiliksever bir diktatörlük (ki genellikle orduya dayanmak zorundadır) çekici olabilir. Ama bir kez 'iyiliksever' olup iktidara gelenin iyiliksever kaldığına çok az rastlanır. Karakteri bozan nalet bir tutkudur iktidar.

Bu nedenle aydın arkadaşım, halkın demagojiye kapılmasına, kandırılmasına engel olmak istiyorsan çalışacaksın. Bilgilenecek ve bilgilendireceksin. Siyasi iktidarın vazgeçemeyeceği kadrolar olmaya çalışacaksın - ki siyasi iktidarı en azından yürütme organlarında sınırlayabilesin. Giderek, 'sıradan vatandaş'tan daha ileri, daha uzağı görebilen politik bir güç oluşturmaya çalışacaksın.

9 eylül 2014 izlanda türkiye maçı

Düşmanını karınca belle tedbiri elden bırakma. izlanda değme takımlara kök söktürmüştür bu da biline.

yerel yönetimlerde özerklik şartını getireceğiz

Yerel yönetim belediyelerle ilgilidir. Bu yüzden her ne kadar pkk / bölünme ile ilgisi yok gibi görünüyorsa da, yerel seçimleri kazanana daha fazla hareket ve karar olanağı sağlayacağı için bölünme eğilimlerini güçlendirebilir.

Üstelik sorun belediyelerin merkezi yönetim karşısında özerk olup olmamalarıyla çözülmez. Keyfince hareket eden bir belediye başkanı ve encümen, keyfince hareket eden bir validen ya da hükümetten pek iyi bir matah değildir. Katılımcı demokrasiyi işletiyor musun, sokaktaki vatandaşı bilgilenme ve karar alma süreçlerinde söz sahibi kılıyor musn, olay burada.

Cumhuriyet mirasını onyıllardır har vurup harman savuran CHP'nin en sıkı sarıldığı (ama altı ok içinde yer almayan) ilke ve gözden düşmesinin başlıca nedeni tepeden inmeciliktir. Seçim öncesinde 'yerel yönetim özerkliği' edebiyatı yapanlara gram inanmam. Önce parti iç yapısını değiştirsin demokratık kılsınlar. Bunu yapana kadar külahıma konuşurlar. (Not: Diğer partilerin daha iyi matah olduğunu iddia etmiyorum.)

Bu forumda özerkliğn etnik temele dayanmaması şartını ileri süren olmuş. Bu şartı koşmak tutarsızlıktır. Bölgenin yerlisinin söz sahibi olmasından yanasın amasenindüşüncenden farklı söz etmesine yasak koyuyorsun. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Bölünmeye ben de karşıyım, ama bu iş yasak koymakla olmaz. Birlikte aynı çatı altında olmayı istenesi, özlenesi kılmakla olur. Herkes için.

tavukların hayvanseverlerin umrunda olmaması

Hayvanseverlik derece derecedir, vegan olmaya kadar gider.
Ülkemizde kedi köpek yenmediği iddiasını düzeltirim. Bilerek yenmiyor demek daha doğru olur.

Felsefi açıdan karıncayı bile ezmeyip yolun değiştirenle 'usulüne uygun' kesmekte sakınca görmeyen arasında peşinen (a priori) yargıya varmak bence olanaksızdır. Doğal olarak hayvan öldürmeyi reddedenlerin genel olarak şiddete karşı olduğu düşünülebilir. Ama şiddete karşı olmak da mutlaklaştırılırsa yanlışa varır. Herşeyde olduğu gibi, bence bu konuda da dozaj önemlidir.

Bence hayvansever olup olmamak et yeyip yememekle değil, eğlence için hayvan bedenine ve karakterine zarar verip vermemekle belli olur. Kedinin üstüne su dökmek, tavukları üstüste çıkacakları dar ortamlarda beslemek, boğa güreşi, horoz döğüşü, iç organları gövdesine sığmayacak durum gelen köpek ırkı yetiştirmek, yarış atına doping yapmak, böceğin bacaklarını koparmak, kaplumbağayı ters çevirmek vs. gibi. Bunuları yapan insanlar sadist ruhlu, aşağılık karakterde kişilerdir ve fırsat bulduklarında insana da işkence etmekten geri durmazlar.

milletvekili olma yaşı 18 e düşürülsün mü

Akıl yaşının 18'e yükseltilmesi yeterlidir.

efendi erkekleri orospu kızların kapması

Efendi erkeklerin kadınlar hakkında bilgi ve deneyimlerinin yetersiz oluşu efendi olmalarının bir boyutu ve kurbanlık kuzu olmalarının başlıca nedenidir. Öye yandan 'feleğin çemberinden geçmiş' kadınların da usta avcı oluşlarına şaşmamalı.

Tavsiyem? Karadenizli vatandaştan ders alalım.

- Akıllı, zengin ve güzel mi olmak istersin, ahmak, yoksul ve çirkin mi?
- Güzellik geçicidur daaa...

chp kurultayını recep tayyip erdoğan ın kazanması

Sayım denetçilerine bağlı. Sandık anahtarı kimdeyse Erdoğan odur.

ateistlik bir inanç mı

'Ateistlerin cevap veremediği sorular' başlığına yazdıklarım bu soruyu da yanıtlıyor. Kopyalamıyorum. Merak eden bakar okur.

ateistlerin cevap veremediği sorular

ilkin, 'ateistler'den kimin kastedildiği belirtilmeli.

Kişinin tanıdığı ateistler bir veya birkaç soruya cevap verememişse, bu yetersizlik bireyseldir. Ateist olmaktan değil ateistin olması gerektiği gibi olamamaktan kaynaklanır. Ama bundan yola çıkarak cevap veremeyişi ateizme atfetmek, genelleme yasağını içeren mantık kuralına aykırıdır ve bu genellemeyi yapanın yetersizliğini ortaya koyar.

Kişi ateistim dese bile bu felsefenin gerektirdiği şekilde düşünmeyebilir, davranmayabilir, ya da en azından yanılabilir. ideal insanlarla muhatap olmuyoruz, olamayız. Bir dünya görüşü kusursuz olsa bile her zaman kusurlu kişiler tarafından savunulacaktır.

ikinci olarak, felsefelerin de evrimleştiği (geliştiği) dikkate alınmalı.

Kaldı ki kusursuz dönya görüşü yoktur. En azından ayrıntılara girildiğinde henüz aydınlanmamış sorular ve konular olmuştur, olacaktır. Önemli olan, kusursuz bir dünya görüşüne sahip olmak değil, kusursuzluğa doğru adım adım yürümeyi öngören bir felsefeye sahip olmaktır.

Üçüncü olarak, ateizmin anlamı ve farklı türleri olduğu bilinmeli.

Ateizm, sözcük anlamıyla. tanrısızlık (a-teizm) demektir. Dinsizlik demek değildir. Monoteist (tektanrılı), politeist (çoktanrılı, panteist (evrentanrılı) dinler olduğu gibi ateist din de vardır ve/veya olabilir. Nitekim Zen Budizmi tanrıya gereksinim duymayan bir din olarak görülebilir. Ama bir din değil felsefe olarak da tanımlanabilir. Derinleştirmeyeceğim.

Öte yandan bir 'evrensel ruh'un varlığından yola çıkan bir felsefe (Hegel), idealist bir felsefedir, ama bu 'evrensel ruh'a tanrısal güç ve/veya iktidar atfetmeyebilir.

Bütün bunlara rağmen bu sayfada (ve genellikle) ateizm dendiğinde, diyalektik materyalizm (Marksizm) kastedilmektedir. Oysa bu ikisi çoğunlukla birarada görülse ve aynı kişiler tarafından benimsense bile, birbirine yakın, birdiğeriyle bağdaşır, ama birbirinden farklı şeylerdir.
Dolayısıyla ateizm bir din olarak görülebilir. Çünkü son çözümlemede bilmeye değil, inanmaya dayalıdır. Tanrının varlığını ya da yokluğunu kanıtlama çabası abes, bunua yönelik girişimler de ne kadar ustaca olursa olsun laf cambazlığından ibarettir.

Dördüncü nokta, düşünmenin ve tartışmanın kurallarını bilmek ve uygulamaktır.

Düşünce alışverişinde bulunmak (tartışmak), birtakım kurallar çerçevesinde olur. Bu kurallara uymayı reddeden veya uygulamayan veya uygulayamayanlarla tartışmanın bir anlamı yoktur. Önce kendilerine düşünme ve tartışma kuralları hatırlatılır, anlamaz veya uymazlarsa bunlarla tartışılmaz. Yani konuya girmeden önce ortak bir zemin (mantık kuralları) bulunmalıdır.

Bu aşamada, beşinci nokta gündeme gelir: Bilgi ve inanç arasındaki ayırım.

Düşünmek ve yargılamak, akılcı (mantıksal) eylemlerdir. inanç ise meta-fiziktir. Yani bilginin bittiği yerde inanç başlar. (Fizik / Metafizik). insanlar her çağda her soruyu cevaplandırma özlemi içinde olagelmiştir. Ancak bilgi ve yargı sınırına varıldığında ne yapmalı? Bu noktada kimileri 'bildiğimi bilirim, bilmediğime inanırım' çizgisine yönelir. Sonra da bilmeyip sadece inandıklarını biliyorum sanmaya ve demeye kalkışır.

Bilmediklerine inanmak, kişiye iç rahatlığı, hatta mutluluk verebilir. Ama bu, bireysel bir tercihtir. Kişi bilse de bilmese de neye isterse inanabilir. Yani inanç, iradeye bağlıdır.

Oysa olgular ve bilgi, iradeye bağlı değildir. Bir şeyin varlığının saptanması ve bir düşüncenin doğruluğunun kanıtlanabilmesi için, metafiziğe girmemek gerekir. Başka bir deyişle, tartışmada haklı olabilmek için, akılcı temele dayanan ve dostun düşmanın kabul etmek zorunda olacağı dayanaklar göstermek zorunludur. Bunu yapmayan kendisi söyleyip kendsi dinlemeye müstahaktır.

Akılcı felsefeler yönünden, bu konuyla ilgili bir sorun yoktur. Zaten dünyaya bakışları bu şekildedir. Ama temelini metafiziğe, yani bilinenlerin ötesinde kalan yargılara dayamış olanlar, sık sık mantıktan ayrılır ve dağarcıklarındaki (bilinmeyip sadece inanılan) malzemeyi kullanırlar.

Tabii ki bu, inanca odaklanmış insanların mantıklı düşünemeyecekleri anlamına gelmez. Zihinsel faaliyet, kendiliğinden akılcı çözümler üretmeye, akılcı yargılara varmaya yöneliktir. Ama inançlar, zihinsel faaliyeti köstekleyici etki yapar, aklın önünde bir tür ayak bağıdır.

Nitekim bir inancı (dini) bütünüyle sorgulamayan, onu sadece açıklamaya, geliştirmeye ve yorumlamaya çalışanlar (teologlar) da akılcı yöntemler uygulamak zorundadır. (Bu yüzden en iyi teologların aslında ateist oldukları da söylenir.)

Altıncı olarak, inançların tartışma konusu yapılmamasına özen gösterilmelidir.

Akılcı bir temele dayanmadıkları ve sadece iradeye (ve eğitime / şartlanmaya) dayalı oldukları için inançlar sadece ilan edilebilir. Sen ona inanırsın, ben buna inanırım. (Senin dinin sana benim dinim bana.) Bunları birbirimize açıklayabiliriz. Böylece birbirimizi biraz daha iyi tanımış oluruz. O kadar. Ama bir kişi inancını diğerine kabul ettirmeye çalışırsa, bu iş akılcı yoldan olmaz. Zorla olur, tehditle olur, beyin yıkamayla olur, laf cambazlığıyla ve mantık dışı ve sahte 'kanıt'lar getirerek olur...

Ateizm kavramına dönelim. Kişi açısından, yani bireysel çerçevede, bir veya çok tanrı tanımak veya tanımamak, tanrı dediğine istediği özellikleri atfetmek, tanrısını veya tanrılarını putlaştırmak,... iradeye bağlıdır, serbesttir. Ateist olmanın asıl anlamı ve önemi, bir veya çok tanrının varlığını kabul etmek veya etmemek değildir.

Asıl önemli olan, hayatını yönlendirirken bir tanrıya ihtiyaç duyup duymamaktır.

Birçok kişiden 'dini olmayanın vicdanı da olmaz' yahut 'dini olmayanın ahlakı da olmaz' gibisinden sözler işitiriz. Bu sözler, aslında, söyleyenin içini dışına vuran ifadelerdir. Vicdan, ahlak vs. gibi özellikler çeşitli yollardan ve şekillerde edinilir. Sosyalizasyonun bileşenleridir bunlar. Sen ahlakı din ile birlikte ve din içinde öğrenir ve benimsersin. Bense başka öğretilerden yola çıkıp ahlak ve vıcdan sahibi olurum. Vardığımız konumlar birbirine yakın veya çok farklı olabilir. Hangi ahlakın (etik) hangisine ne zaman, nerede, ne ölçüde ve hangi koşullar çerçevesinde üstün olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Kaldı ki bu doğruluk / üstünlük payları da kalıcı değil, değişkendir. Derinleştirmiyorum.

Son olarak, 'ateistlerin cevap veremediği sorular'a tek tek girmeyeceğimi belirteyim. Bunların çoğu, tartışmayı gerektirmeyecek kadar düzeysiz iddialar. Ciddiye alınabilmek için neyin nasıl ele alınması gerektiğini açıklamaya çalıştım.