yeni yetme şiirseverlerin pek bilmediği şiirlerdir ve büyük bir eksiklikdir. (bkz: en azından benim için)

ilk örnek de benden gelsin

Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar.
Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar.
Ve sırf dardı diye kafalar,
düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik,
sarılmak yakar bizi deyip aşkı hep uzaktan sevdik.

charles bukowski
Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi

söylesem ah söyleyebilsem derdimi
mehtap bir gecede açabilsem sana kalbimi
göreceksin seninle dolu
desem, diyebilsem ki seviyorum seni
çılgınca aşığım sana
ama demem, diyemem
çünkü aramızda dağlar, denizler
ve benim o kahrolası gururum var
bu böyle sürüp gidecek
sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin
ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim
sana asla...
çünkü aramızda dağlar denizler
ve benim o kahrolası gururum var

Victor Hugo
Sevdiğinde çekip gitme zamanı gelmiştir.
Göğüslerinin arasına başını sakla,
nefes al yürü çek git...
Hayat sürprizlerle dolu
Eczaneden çıkıyorum.
Teraziden şimdi indim.
80 kilo çekiyorum.
Seni seviyorum.

Blaise Cendrars
sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.

inan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.

ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
öylesine boş öylesine açık kaldıki elim,
yemin ettim, bir daha dilenmeyeceğim.

victor hugo
Bir kedinin yatağa sıçramasını
bekler gibi
beklerken
ölümü

karım için çok
üzülüyorum

sertleşmiş
solgun
bedenimi
görecek

bir kez, belki de
iki kez sarsacak:

'Hank! '

cevap vermeyecek
Hank.

ölüm değil beni
endişelendiren, bu hiçlik
yığını ile kalacak olan
karım.

ama birlikte uyuduğumuz
bütün o gecelerin
hatta yararsız tartışmaların
bile
harikulade şeyler
olduğunu bilmesini istiyorum

ve bu güne kadar
söyleyemediğim
o zor sözcükler
artık söylenebilir:

seni
seviyorum.

charles bukowski
"seni görmedikten sonra hergün benim için gece,
gecelerse parlak gün, rüyalar seni bana gösterince"

william shakespeare
Bazen
yıldızları süpürürsün , farkında olmadan
güneş kucağındadır, bilemezsin
bir çocuk gözlerine bakar arkan dönüktür
ciğerinde kuruludur orkestra , duymazsın
koca bir sevdadır yaşamakta olduğun ,
anlamazsın uçar gider , koşsan da tutamazsın

william shakespeare
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?


Victor Hugo.
yalnız yaşayan kadın
o suratsız dilenciye sadaka vermezse
başına gelecekleri iyi biliyordu:
avlularında zehirlenerek ölmesini
istemiyordu köpeklerinin
o avlularda maydanoz yetişir
yeşil hafiflikte
ve tadı hoş yeşil soğan
yortu günlerinde
toprakla güneş evlenir
sesler daha görkemli
cırlaklar ve kısıklar
acılar
ve boğuklar.
başıboş adam sarı samanı yakınca
ey yüksek sesle konuşamayan ihtiyar toprak
beyaz çocuk
baldıran filizini koparıp tadınca
bağıramayan toprak!

(bkz: jean follain)
Bütün dünya bir sahnedir...
Ve bütün erkekler ve kadınlar
sadece birer oyuncu...
Girerler ve çıkarlar.
Bir kişi bir çok rolü birden oynar,
Bu oyun insanın yedi çağıdır...
ilk rol bebeklik çağıdır,
Dadısının kollarında agucuk yaparken...
sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
Ayağını sürerek okula gider...
Daha sonra aşık delikanlı gelir,
iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...
Sonra asker olur, garip yeminler eder.
Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
Savaşta atak ve korkusuz,
Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...
Sonra hakimliğe başlar,
Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli...
Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
Ve böylece rolünü oynar...
Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
Gözünde gözlüğü, yanında çantası,
Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir.
Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
Son çağda bu olaylı tarih sona erer.
ikinci çocukla her şey biter.
Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz.

william shakespeare
(#6761518)
Some say love's a little boy,
And some say it's a bird,
Some say it makes the world go around,
Some say that's absurd,
And when I asked the man next-door,
Who looked as if he knew,
His wife got very cross indeed,
And said it wouldn't do.

Does it look like a pair of pyjamas,
Or the ham in a temperance hotel?
Does its odour remind one of llamas,
Or has it a comforting smell?
Is it prickly to touch as a hedge is,
Or soft as eiderdown fluff?
Is it sharp or quite smooth at the edges?
O tell me the truth about love.

Our history books refer to it
In cryptic little notes,
It's quite a common topic on
The Transatlantic boats;
I've found the subject mentioned in
Accounts of suicides,
And even seen it scribbled on
The backs of railway guides.

Does it howl like a hungry Alsatian,
Or boom like a military band?
Could one give a first-rate imitation
On a saw or a Steinway Grand?
Is its singing at parties a riot?
Does it only like Classical stuff?
Will it stop when one wants to be quiet?
O tell me the truth about love.

I looked inside the summer-house;
It wasn't over there;
I tried the Thames at Maidenhead,
And Brighton's bracing air.
I don't know what the blackbird sang,
Or what the tulip said;
But it wasn't in the chicken-run,
Or underneath the bed.

Can it pull extraordinary faces?
Is it usually sick on a swing?
Does it spend all its time at the races,
or fiddling with pieces of string?
Has it views of its own about money?
Does it think Patriotism enough?
Are its stories vulgar but funny?
O tell me the truth about love.

When it comes, will it come without warning
Just as I'm picking my nose?
Will it knock on my door in the morning,
Or tread in the bus on my toes?
Will it come like a change in the weather?
Will its greeting be courteous or rough?
Will it alter my life altogether?
O tell me the truth about love.

WH Auden
nasıl da kolaylaşır her şey
ve nasıl basitleşir
mutluluğu bulunca!
nasıl da basittir mutlu olmak
sana sokulunca sevgilim
sen bana sokulunca...
unutma yalnız nice yürüdüğünü
beni buluncaya dek
nice bitkin düştüğünü
yolunu yitirerek
unutma.
seni aradığımı bilmiyordun değil mi
benim de durmadan?
bilmiyordum
içimde bir yerin
nasıl dolup dolup da boşaldığını!
bilmiyorduk ikimiz de
yürüyerek durmadan
durmadan ileri doğru
beni bulacağını bir gün
bir gün seni bulacağımı durmadan..
halklar da böyledir diyorum işte
bilmezler
anlamazlar bile
aldanırlar durmadan..
ama durmadan yürüyerek
ilerleyerek durmadan
bulurlar birbirlerini bir gün
ve kendi kendilerini
bulurlar beni bulduğun gibi
seni bulduğum gibi durmadan..
ve nasıl basitleşir
nasıl da kolay görünür her şey!
unutma ama güçlüğünü
karanlıkta yürümenin
unutma
durmadan.

pablo neruda
" istiyorum gideyim sevdiğimle
istiyorum boş vereyim sonu ne olacak
istiyorum düsünmeyeyim iyi mi kötü mü
istiyorum bilmeyeyim beni seviyormu . "

bertolt brecht
"ne mutlu o suçsuz iffetli kadınlara
dünyayı unutan,dünyanın unuttuğu
lekesiz zihnin ebedi günışığı!"

alexander pope- from eternal sunshine of the spotless mind
kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
kaç kişi güzelliğini sevdi
belki gerçek aşkla; belki değil

ama bir tek kişi seni sevdi.
bir tek kişi saf ruhunu,
bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.

william butler yeats
SEYAHATE DAVET

Kardeşim, yavrum,
Sana benzeyen bir yer
Düşünüyorum;
Gidip orda beraber
Yaşamanın, sevmenin,
Sevmenin ve ölmenin
O yerde bir gün,
Saadetini düşün.
Karışık göklerinin
Islak güneşlerinde,
O hain gözlerinin,
Bol yaşları içinde
Daima parıltılı
Gözlerinin esrarlı
Cazibesi var.

Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
intizam ve güzellikten ibaret.

Üstünde güya
Senelerin cilası
Parlayan eşya
Süslerdi odamızı;
Bu bulunmaz çiçekler,
Kokularını amber
Kokularına
Mezcederdi boyuna!
Orda tavanlar zengin,
Ve derindir aynalar;
Her köşede sevdiğin
O şark ihtişamı var.
Her şey kendi dilince
Ses verir bize;
Ve kalbini gizlice
Gösterir bize.
Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
intizam ve güzellikten ibaret.

Bir baksaydın bu
Kanallarda ne kadar
Serseri ruhlu,
Uyuyan gemiler var;
Hem gidermek içindir
inan ki en küçük bir
Arzunu, onlar
Uzaktan geliyorlar.
O akşamlarda gurup,
Tarlalar ve kanallar
Ve bütün şehri yakut
Ve altınlara boğar.
Orda kainat hulya
ile sarhoştur,
Sıcak, sıcak bir ziya
içinde uyur.

Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
intizam ve güzellikten ibaret.

Charles BAUDELAIRE

Çeviri : Cahit Sıtkı TARANCı
ELSA'NIN GÖZLERi

Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım

Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.

ARAGON
o captain! my captain! our fearful trip is done,
the ship has weathered every rack, the prize we sought is won,
the port is near, the bells i hear, the people all exulting,
while follow eyes the steady keel, the vessel grim and daring;
but o heart! heart! heart!
o the bleeding drops of red,
where on the deck my captain lies,
fallen cold and dead.

o captain! my captain! rise up and hear the bells;
rise up--for you the flag is flung--for you the bugle trills,
for you bouquets and ribboned wreaths--for you the shores accrowding,
for you they call, the swaying mass, their eager faces turning;
here captain! dear father!
this arm beneath your head!
it is some dream that on the deck
you've fallen cold and dead.

my captain does not answer, his lips are pale and still,
my father does not feel my arm, he has no pulse nor will,
the ship is anchored safe and sound, its voyage closed and done,
from fearful trip the victor ship comes in with object won;
exult o shores, and ring o bells!
but i, with mournful tread,
walk the deck my captain lies,
fallen cold and dead.

wally whitman
(bkz: ölü ozanlar derneği)

ahanda çevirisi can yücelden:

oy reis! koca reis! alnımızın akıyla döndük seferden;

savuşturup onca bela onca fırtınayı, sonunda murada erdin.

işte liman, bak, çanlar çalıyor, bayram ediyor ahali;

gördüler pupa yelken geliyor gözü pek, gözü yeşil yelkenli.

neyleyim, neyleyim ki ama...

bu kan damlalarını nideyim?

gayrı uzanmış güverteye reis,

soğumuş ellerini mi öpeyim?

oy reis! koca reis! kalk da şu çanları dinle bari!

baksana! senin bayrağın çekilen, senin şarkın söyledikleri;

senin için bu çiçekler, senin için toplaştılar sahillerde;

seni çağırıyorlar, bak, senin adın geziyor dillerde.

gel, reis ağacığım benim!

kolumun üstüne yatırayım seni.

çoktan öldüğünü unuttum ama,

bu kan damlalarını nideyim?

reis cevap vermiyor sözüme, dudakları söylemez olmuş;

ağam kolumu duymuyor bile, ne yüreği ne kalbi kalmış.

sağ salim demir attı gemi, bitti artık sona erdi sefer;

savuşturup onca belayı, kazanılan bu güzelim sefer;

bayram etsin sahil, çalsın davullar!

yalnız bırakın beni gideyim

reisin yattığı güvertenin üstünde

böyle dolaşmayıp da nideyim?
Ariadne'nin Yakınması

Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
Yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! iğrenç!
Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı...
ur, daha derine vur!
Bir kez daha, haydi vur!
Kopar, parçala bu yüreği!
Niye bu işkence
körelmiş oklarla?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

Ha ha!
Usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında? ...
Ne istiyorsun?
Konuş!
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha! Çok yaklaştın yanıma!
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
Git! Defol!
O merdiven de niye?
içeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
Ne gözetlemek istiyorsun?
Ne işkencesi etmek istiyorsun?
Sen ey işkenceci!
sen - Cellat - Tanrı!
Yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?

Boşuna!
Sürdür batırmanı!
Zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık!
Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?

Nasıl?
Fidye mi?
Ne istiyorsun fidye diye?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

Ha ha!
Beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
Ha ha!
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle?
S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i!

Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim! ...

Hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!

son mutluluğum benim! ...

(***)

Şair Nietzsche
charles bukowski nin yazdığı şiirlerin %70 i falan girer bu gruba.
bir irlanda türküsü

daha kaç köyden sürülsün insan
adam oluncaya dek?
daha kaç derya dolaşsın martı
bulsam diye bir tünek?
daha kaç toptan atılsın gülle
harp toptan kalkıncaya dek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun
cevabı esen rüzgârda.

daha kaç yıl kök salsın ağaç
bahar açıncaya dek?
daha kaç yıl kök söksün bu halk
yerin bulsun diye hak?
daha kaç aydın ışığı görüp
görmezlikten gelecek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun
cevabı esen rüzgârda.

daha kaç can canından geçecek
cana yetinceye dek?
daha kaç el boş açılsın göğe
göğermedikçe yürek?
daha kaç teller kopsun sazlardan
bu ses duyuluncaya dek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun
cevabı esen rüzgârda.

çeviri can yücel
eser anonim
shakespeare soneleridir. bilhassa 9.sonatı.
66. sone

vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen' e
vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.

william shakespeare
çeviren: can yücel
mavi kuş

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? Avrupa'daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.

sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?

charles bukowski
bir zamanlar çok iyi giyinirdin
serserileri uzaklaştırdın ilk olarak değil mi?
insanlar uyardı, uyanık ol taşbebek, kesin ineceksin zirveden
onların hepsi senile alay ediyor sandın.
sen onlara hep gülerdin,
herkes hariçten gazel okuyordu,
şimdi sesin kesildi
öyle gururlu da görünmüyorsun,
sonraki menfaatin için yalvarmaya.

ne hissettiriyor?
ne hissettiriyor?
yersiz yurtsuz olmak
tamamen tanınmaz olmak
sürekli huy değiştiren bir karakter olmak

harward gibi okullara gittin bu doğru, bayan yanlız
ama biliyosun bunu sadece tatmin olmak için kullandın
ve kimse sana hiç öğretmedi sokakta nasıl yaşanacağını
ama şimdi bu durumu alışkanlık haline getirmelisin
sen asla uzlaşmayacağını söyledin
o gizemli serseriyle, ama şimdi farkettin
o hiç mazeret uydurmadı
onun gözlerindeki çukura gözünü dikince
sor ona bir menfaat istermisin diye

ne hissettiriyor
ne hissettiriyor
tek başına olmak
evinin yolunu kaybetmek
tamamen tanınmaz olmak
sürekli huy değiştiren bir karakter gibi

başını hiç çevirmedin soytarı ve düzenbazların çatık kaşlarını görmedin
hepsinin gelip sana hünerlerini ğösterdiklerinde
sen hiç uyanmadın bunun faydası yok diye
diğer insanlara izin vermemelisin! senin lehine senin tekmelerini atmalarına
sen o diplaomatınla beraber limuzinine binerdin
omzunda siyam kedisi taşıyan kişiyle
bunu anladığında zor olmadı mı?
o aslında olması gereken yerde değilmiydi yoksa?
herşeyini götürdüğünde seni kullanarak

ne hissettiriyor
ne hissettiriyor
tek başına olmak
evinin yolunu kaybetmek
tamamen tanınmaz olmak
sürekli huy değiştiren bir karakter olmak

kulendeki prensesler ve tüm hoş insanlar
içiyorlar, onlar meseleyi halledeceklerini düşünüyorlar
değişiyorlar herçeşit değerli hediye ve eşyaları
elmas yüzüğünü çıkarıp kutuya koysan iyi olur senin için
o çok eğlendiğin
napolyon kıyafetli adam ve kullandığı dille,
şimdi ona git seni çağırıyor açmazdasın
hiçbirşeyin yoksa kaybedecek birşeyin de yoktur.
şimdi görünmez oldun,saklayacak sırrın yok.

ne hissettiriyor
ne hissettiriyor
tek başına olmak
evinin yolunu kaybetmek
tamamen tanınmaz olmak
sürekli huy değiştiren bir karakter olmak

şair bir yerlerden tanıdık mı geldi bir düşünün sonra yıldıza bakın *