bugün

Başrollerinde kate winslet ve Ralph Fiennes bulunan 2008 yapımı film. Senaryonun gidişatını öngörsem de sonuyla, kalitesiyle, duyguyu hissettirmesiyle güzel filmdi.
görsel
uzun bir aradan sonra oscar'da yarışacak her filmi izleme fikrinin beni götürdüğü en son durak the reader.

ama bu yıl oscar'a ben bile burun kıvıramam, kazanılacak olan bazı ödüller için "bu ödül bu filme/kişiye mi verilir yuh artık" yorumunu yapacağımdan eminim ama bu yıl adaylar oldukça sağlam.

en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi sinematografi dallarında aday the reader.

en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi uyarlama senaryo dallarında benim favorilerim slumdog millionaire ve the curios case of benjamin button olmasına karşın, the reader bu ödüllerden en az birini alır diye tahmin ediyorum.

bir filmin yahudi soykırımını işlemiş olması, oskar töreninde ödül alacağı anlamına gelir.

the reader, başka bir yıl yarışmış olsaydı kesinlikle haketmiş olurdu alacağını düşündüğüm bu ödülü ama benim favorim olan bu iki film, the reader'a göre daha iyi. ama the reader da gerçekten enfes bir film.

kafanızın karıştığını hissediyor gibiyim, film gerçekten çok güzel ve kate winslet inanılmaz oynuor yine. 2008'in en iyi oyunculuklarından biri ama ne yazık ki rakibi doubt'taki mükemmel performansıyla meryl streep. ve bu yüzden şansı yok bence.

oscar'dan biraz uzaklaşıp filmi incelersek; filmde o kadar çok noktaya el atılmış ki. çok doyurucu olmuş.
farkeden var mı bilmiyorum, kate winslet bir tür forrest gump. ne söylenirse onu başarılı bir şekilde yapıyor.
--spoiler--
duygularını ya da sonunda ne olacağını sorgulamıyor, yeni insanlar geliyorsa ve onlara kalacak yer yoksa, diğerlerinin gitmesi gerekiyor. gidecek olanlar toplama kampından ölüme gönderiliyor olsalar bile ona söylenen bu, gitmeliler. ya da gardiyansa ve sorumlu olduğu yahudilerin kaçmamaları gerekiyora, yanarak ölecek dahi olsalar kapıları açmayı aklına getirmiyor. ona söylenen bu.
--spoiler--

ahlak ve yasalar arasındaki çelişkilerin ve hangisinin üstün olduğunun tartışıldığı diyaloglar enfesti. edebiyat uyarlaması filmleri sevmemin en önemli nedeni bu sağlam cümleler.

mahkemenin alacağı kararı değiştireceğini bildiği halde ahlaki,insancıl sebeplerden dolayı kadının gizlenmesi istediğini saklıyor, çocuk.

sonuçta; bu entryi buraya kadar okuyan herkesi aptal yerine koyacak olan, bu kişilerin şu ana kadar okumuş olduklarından hiçbirşey anlamamış, kendilerine göre değerlendirememiş ve iyi film mi kötü film mi karar verememiş oldukları varsayımıyla devam edelim, çok güzel bir film. mutlaka izleyin, izlettirin.

hiç yapıt demeden film entrysi girdim sanırım.
Bernhard Schlink'in tüm dünyada çok satan aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan film. Stephen Daldry'nın imzasını taşıyan yapımın Başrollerini Kate Winslet, David Kross ve Ralph Fiennes paylaştı. eski bir Nazi savaş suçlusu olan Hanna ile hukuk eğitimi gören genç Michael berg arasında yaşanan tutkulu ilişkiyi konu ediniyor.
öncelikle aldığı tüm ödülleri hakeden bir film olduğunu söylemeliyim.
genel bir değerlendirme yapılırsa; kurgunun çok sağlam olduğu,hesaplaşmaların çok iyi verildiği bir film.

--spoiler--
ayrıntılarda saklı çoğu şey. Hanna Schmitz, okuma yazma bilmemesine rağmen kitaplara aşık bir kadın. aynı zamanda bu eksikliğini sürekli örtmeye çalışan, yalnızlığın getirdiği lanet gururuyla hareket eden bir kadın. Kate Winslet bu rol için biçilmiş kaftan. gözlerindeki "ben yalnızca yalnızlığımla ayakta durmaya çalıştım" ifadesi film boyu beni gerçekten etkiledi. aynı zamanda kaçamak çocuk bakışları onu 15 yaşına zaten indirmişti. kendisine yap denileni yapan birini, zaten her zaman unutulan bir kadını yaralayabilecek tek şey; aşık olduğu erkeğin gözlerindeki acımasız ama malesef ki haklı ifadedir sanıyorum. ölümü seçtiğindeyse cezasını tamamlamış, okuma ve yazmayı öğrenmiş olması hanna karakteri için mutlu ve huzurlu bir gidiş demekti.
bir erkeğin çocukça, sevimli aşkına rağmen bu kadar azimli ve akıllıca davranması ise takdire şayandı.
--spoiler--
2. Dünya savaşı'nın ertesinde kurulan savaş suçları mahkemelerlnde yargılama başladığında, taraflar yargılanan mahkumların birçoğunun, toplama kamplarında yaptıklarından dolayı herhangi bir suçluluk duymadıklarını fark ettiklerinde ciddi bir şok yaşadılar.
uzmanlar, daha sonra bu konuyu araştırdıklarında davalıların, ya emirleri yerine getirmekten ötesini sorgulamadıklarını ya da nazi ideolojisinin haklılığına olan inançlarını tespit ettiler.
The reader'de de hanna schmitz benzer bir savunma çizgisindedir.
yaptıklarını sorgulamaya, ancak hapse girdikten sonra başlamıştır.
ve hatta, bence,

--spoiler--
hapisten çıkmadan önceki hafta michael berg'le yaptığı görüşmeye kadar, vicdani hesaplaşması bitmemiştir.
filmde gösterilen intihar sebebi, schmitz'in dış dünyaya uyum sağlayamamaktan korması, gibiyken, yapılacak bir alt okumada, berg'in suçlayıcı ve soğuk tavrının etkisiyle, belirginleşen suçluluk psikolojisi olduğu tespit edilecektir.
--spoiler--
en başta hanna rolü için (bkz: nicole kidman) düşünülmüş aslında.ancak yanlış hatırlamıyorsam, nicole kidman o dönemde başka bir filmde rol aldığı için ve sonrasında da hamile olduğu için bu rol (bkz: kate winslet)'e verilmiş iyi de olmuş hani.the reader ve de revolutionary road sayesinde kadın kendini ispat etmiş resmen.titanic'le tanıdığımız güzel hatun ki hala çok güzel, resmen bir mimik abidesi olmuş çıkmış.gelelim film hakkında fikrime, bir çok kimsenin de bahsettiği gibi filmde epey açık sahneler var özellikle de ilk yarısında, çok da fazla gerek yokmuş aslında bu tarz sahnelere,kadının çocuğa(film boyunca kendisinden epeyce küçük olan erkek karaktere kid diye hitap ediyor hanna) cinselliği öğretmesi falan filan...ancak ikinci yarısından itibaren,film tarz değiştirmiş bile diyebilirz.alman-yahudi çatışması,kişilerin kendi içlerinde yaşadıkları çelişkiler,utanç,çevre duyarsa tepki ne olur çekinceleri,kişilerin kendi vicdan azaplarından kurtulmak için başkalarına yardım etme çabası...

--spoiler--

michael'ın,hapisteki hanna'ya,kendi sesiyle okumuş olduğu romanlar sahnesi epey etkileyici idi bence.kadın hırs yapıp okumayı öğrenio filan ne müthiş azimdir o öyle.filmi izleyenler bilirler,hanna ve michael'ın birlikte gittikleri bi lokantada,hanna menüde yazanları okuyamamıştı (bkz: kid)e çaktırmamak için de sen ne alıcaksan bana da aynısından söle tarzında bir laf etmişti.sonra da hemen yanlarında oturan,menüye bakıp gülüp eğlenen küçük çocuklara nasıl bir hınç ve gıpta ile baktığını da hatırlarsınız.

--spoiler--

michael,yahudi kadına para vermek için gittiğinde,aralarında geçen bir diyalog epey ilgimi çekti:

-bu konuda yahudi bir örgüt olup olmadığını biliyor musunuz?
-olmasa şaşarım.her konuda yahudi bir örgüt bulunur.ancak cehalet yahudiler için pek sorun olmamıştır.

kısaca,izleyin kesin bu filmi derim ben.
adamı sabahın 8inde pencerenin dibinde 2 büklüm sigara içmeye itecek kadar efkarlayan ve titreten film. zaten uzun uzun yorumlanacak bir film değil, adamı bu kadar çarpan bir filmi nasıl yorumluyorlar anlamıyorum. sadece kalbi çalıştırıyor çünkü bu film, adeta beyni duruyor insanın. o derece sarsıcı ve etkileyici. ama bir konuya da takılmadım değil, sadece hanna, ölümsüz olan hanna; mıchel sanki filmde hiç yokmuş gibi yorumlar yapılıyor. bu aşkı ve filmi o noktaya taşıyan bence okuyucu çocuk maykıl dır. onun çabalarıyla hanna hapishanede 20 yıl daha yaşadı. karısıyla olan problemi ve ailesine olan mesafeli duruşu hep hanha içindi. oysa hanna o'nu terk etmişti, tabiri caizse hayatını sikmişti. adam bir tesadüf ile de olsa onu buldu ve hayatını bir kere daha sikti. adam bunun farkındaydı ve hanna yı içten içe cezalandırdı. onun okuma yazma bilmediğini bilen tek kişiydi ve bir an mahkemenin seyrini değiştirmeye niyetlendi ama ziyarete giderken hapishanenin bahçesinden geri döndü. gerçekten kalbi kırılmış bir adamın yapacağı en doğru hareketi yaptı. eğer görüşmeye gitseydi hanna yı kurtarabilirdi fakat hanna yı orada gerçekten bitirdi. filmin koptuğu nokta buradaydı, maykıl doğru olanı yaptı ve hanna müebbete mahkum oldu. bu yüzden filmin kahramanı okuyucu çocuk david kross yani maykıl dır. gerçek yaşamda olduğu gibi burada da herkes seçimlerinin sonucunu yaşadı.
"Hiç sabahattin ali okumamış gibi kötü insanlar okusalardı iyi olabilirler miydi?" Sorusunun cevabını veren filmdir.
Diyor ki: okumak insanları yontar ve vicdan sahibi yapar.
insanın zayıf noktalarının, onu nasıl uçuruma sürüklediğini anlatan güzel bir film. bir eksikliğin varsa ve bunun bilincindeysen, toplumdan bunu saklaman gerektiğini düşünürsün. bazıları ise bunda o kadar başarılıdır ki, zayıf noktasının utanılacak bir durum olduğunu düşünüp, ömrünü feda edebilir.

okumayı bilmeyen yetişkin bir kadının, kitaba olan aşkı ve öğrenme arzusu için ergen bir erkeği seks ile kendine bağlaması ve devamında da hayatlarını birbirlerine bağımlı olarak yaşamalarını anlatıyor. etik olarak bakıldığında bir kadın, bu yaştaki bir genç ile cinsel ilişkiye girmesi, hatta ona seksin nasıl yapıldığını öğretmesi kabul edilir şey değil, özellikle bizimkisi gibi kapalı toplumlar için gerçerli bu. bir de bu kadın, seks öğretimi karşılığında gencin kendisine kitap okumasını istiyor. fahişelerin yaptığından çok frklı değil genel olarak baktığınızda. fahişeler ergenlere bacaklarını açar ve ilk seks deneyimini yaşalarını sağlar karşılığında da para alır. ama bu kadın kitap okunmasını istiyor. yani karşılaştımada bir bedel var. lakin izlerken buna takılmıyorsunuz. kadın da genç de başlarda öyle tutkulu sevişiyor ki, tüm olumsuzlukları görmezden geliyorsunuz. fakat film içinde ilerleyen zamanda seks için şartın kitap okunması olunca etiksel olarak değerler giriyor devreye ve kadın artık eskisi gibi tutkuyla genç adama yaklaşamıyor.

bir sırrı ömrünüz bıyunca saklamak zordur. anlaşılmasına sebep olacak olaylara karşı koyamıyorsanız, söylemesiniz de açığa çıkabiliyor. filmi izledikten sonra iki kare aklımdan çıkmadı. birincisi, kadın ve genç bir bisiklet gezisinde yemek yemek için gittikleri bir yerde masaya otururlar ve yanlarında öğrenciler oturmaktadır. garson gelip ne yiyecekelrini sorar ve onlar menüye bakarlar. kadın da bakar ama ne yiyeceğini bilemez, çünkü menüyü okuyamamaktadır. genç adamdan bir yemek seçmesini ister ve bana da aynından der. bu zaten okuma-yazma bilmemenin ezikliğini yaşayan kadın için bir darbedir, psikolojik olarak bunu hissederken yanlarında yemek seçmeye çalışan çocuklara öyle bir bakar ki, çektiği acıyı o an izleyici olarak hissedersiniz, içiniz acır. yetişkin kadın karakterini canlandıran kate winslet'ın bu sahnedeki oyunculuğuna değer biçilemez. biçilmemeli.

bir de, duruşma salonunda tutanağı yazanın bu kadın olduğu konusundaki ispat sahnesi. kadının önüne bir kalem ve kağıt verilir. kadın donup onlara bakar buğulu gözlerle, mosmor olmuş vücudunu hareket ettiremez. o an hayatının dönüm noktsıdır ve kadın o yaşına kadar ezikliğini yaşadığı şeyi itiraf edemeyecek kadar güçsüzdür. kendini hapsettiği karanlık kuyuya ölmek için dalar bu kez ve "ben yazdım" deyip, ömür boyu hapis cezası alır. kadının o anki duruşu oyunculuktan çok fazlası.

filmle ilgili daha söylenecek çok şey var. ama ne zaman filmde geçen bu iki kare aklıma gelse, kendi kuyumda ölmeyi diliyorum. kelimelerim sukuta bürünüyor.

(9/10)
öğrenci bir çocuk * ile kendinden yaşça büyük olan * nın ömürlük aşk serüvenini konu alan film. diğer tabiri ile bir adalet adamı ile katil bir kadının öyküsü.
2008 yapımı The Reader filmi Bernhard Schlink'in 1995 tarihli aynı isimli romanından sinemaya uyarlanmıştır... Kate Winslet, başlangıçta rol için ilk düşünülen isim olup, aynı zamanda Revolutionary Road filminde de yer aldığı için Nicole Kidman onun yerini almıştır. Bir ay sonra çekimler başladığında Kidman hamileliği yüzünden rolden çekilmiş ve Winslet tekrar kadroya katılmıştır. The Reader'ın çekimleri durdurulmuştu. ikinci Dünya Savaşı'nda geçen filmin Sachsenhausen Toplama Kampı'nda yapılacak olan çekimlerine Alman yetkililer tarafından izin verilmedi. Alman yetkili Horst Seferens kampın yalnızca belgesel film yapımcılarına açılabileceğini, binlerce Yahudinin öldürüldüğü bu mekanın çok kötü anıları yeniden tazeleyeceğini açıklamıştı. Savaşın arka planı oluşturduğu bir ortamda geçen The Reader, cinsel maceralar yaşamaya hevesli bir adamın kendisinden yaşça büyük bir kadınla giriştiği gizli aşkın hikayesini anlatmaktadır.
her şeyden önce bu bir aşk filmi. hem de sonu intiharla biten bir aşk. yıllara meydan okumuş, onu yaşayanlar tarafından her gün hatırlanmış ( adamımız büyümüş olmasına rağmen neydi öyle yüzüne gözüne yerleşmiş hüzün? adam bir tek kadını hapisten almaya gittiğinde ve onun ismini gardiyana söylediğinde gülüyordu içinden içinden)

aşkın bilmediğimiz, edebiyat ya da sinemada az işlenmiş bir tarafını kendine iş edinmiş. bunun için de almanyanın o soğuk, ciddi ve politik ortamından başka bir dekor düşünülemezdi heralde. sübyancılık demeye dilim varmıyor ama az rastladık biz böyle olgun kadın-ergen erkek aşkına sinemada.

tam da burda aslında yaşıtlarından belki de 10 yaş büyükmüş gibi bir ruha sahip olan ve aslına bakarsanız o on yaş büyüklerde dahi olmayan bir aşk anlayışına ve dünya görüşüne sahip olan ergenimizin, şiirle ilgileniyor, metafizik bir dünyada yaşıyor ve inanılmaz zeki! olmasından dolayı basit bir porno filmi senaryosundan fersah fersah ötede bir senaryo çıkıyor ortaya.

akranlarıyla göl kenarında eğlenirken bisikletine atlayıp kadınına koştuğu sahne, kadın onu basit bir nedenden ötürü azarlayıp da hayatından defettiği anda kapıyı çarpıp gittiği ama sonunda " nereye gidiyorum ki, gidecek yerim yok" çaresizliğinde geri döndüğü sahne hep süper sahnelerdi.

pretty woman filminden arak olduğu bal gibi belli olan opera-arya dinlerken ağlayan kadın ve onu izlerken "işte bu" diye iç geçiren ve aşkı katmerlenen erkek ! bilemiyorum gerek var mıydı böyle bir hırsızlığa, ama aklım bana belki de pretty woman o sahneyi bu filmden çalmıştır dedirtiyor evrensellik bağlamında.

mükemmel bir film. filmi izlemeyip de fikir edinmek için bu yazıları okuyanlar; izleyin.

ya o ergen rolündeki çocuğun, oscarlık kate karşısında döktürmesi? ya o kate in memeleri? omg.
entel şehvet, kültürel çığlıklar, edebi sevişiklik, edepli aşklaşmalar...

hey bebek,
hikayeler anlatcam sana. soyun.. tüm düşlerini. yalnızca bana...
nur cemaatinin bir kolu: (bkz: okuyucular)...
az önce moviemax premier'da yayınlanan film. belki şans eseri yani beklentim olmadan izlediğim için bu kadar etkiledi beni. ikinci bölümü şaşkınlıklar ve hıçkırıklar içinde izledim. ufaklığın özenle hazırladğı kasetler, hanna'nın okuma yazma hevesi, yaşlanması, mektupları ve intiharı. harikaydı.