bugün

reel sosyalizmin yıkılmasının ardından, sol kavramı türkiye'de ve tüm dünyada anlam kaymasına uğramaya başladı. genel anlamda sol; emeğin sermayeyle olan çelişkisini emek yönünde tavır koyan, eşitsizliği yok etmeye ve insani gelişimin devamlılığını sağlamaya çalışan bir düşünce yapısıdır. insan hakları, demokrasi ve fikir özgürlüğü gibi kavramlar örgütlü bir toplum yapısında,, emeğin mücadelesi ile gerçek anlam kazanabilir.

sol düşünce her zeminde, işçi sınıfının ya da günümüzdeki anlamıyla emekçilerin üzerinden politika üretir; fakat reel sosyalizmin yıkılmasının ardından sistemin kendi ideolojisi yavaştan bir şekilde solun içine kaymaya başladı. halkın günlük mücadelesinden, sorunlarından uzak, içi boş bir demokrasi havariliği başladı. sosyali liberalizm ismiyle anılan bu sol akım, türkiye'de de zamanla yer almaya başladı.

solun değişmesi gerektiğini söyleyen, liberal tayfası, marks'ın ve lenin'in eski ve artık dedikleri sloganları ısıtarak göz önüne koymaya başladılar. zaten zor günler yaşayan sol, eskinin hesabını vermek yerine değişim uğruna emeğin mücadelesinden ya vazgeçti ya da sulandırılmış bir hava kattı.

dinci gericiliğin hızla yükseldiği ülkemiz ve günümüz kapitalizminde, egemen sınıflar bu ideolojiye güvenerek bir uzlaşı ortamı yarattı. ulus devletin sonu, emperyalist devletlerde yalnızca sosyal devletin tasfiyesi olurken, küçük ve ezilmiş ülkelerde bu tasfiye ve işgal ile adlandırılmaya başlandı. sol ise bu işgalleri ya kuru bir antiemperyalist havaya kapılırak muhalefet yaptı ya da tam anlamıyla destekledi. türkiye'de de aynı şekilde emperyalizmin saldırısı demokrasi olarak görülebiliyor bazı eski çevrelerde. özellikle ulus dinamiklerinin işçi sınıfı mücadelesinde yer ettiği günümüzde, kapitalist bir gericilikle gloabelleşmenin savunulması solu sol olmaktan uzaklaştırıyor.

ab'nin günümüz şartlarında yalnızca merkez kapitalist ülkelerin birliği olduğu gerçeğini gözden kaçırmak ve birleşik avrupa devletleri sloganının 1900'lü yılların başlarında atılmış gerici bir slogan olduğunu söyleyen sosyalistlere geri kafalılık diye yüz çeviren sol, halktan kopuk liberal solculuğun ne anlama geldiğini gözler önüne seriyor.

aynı şekilde ulusal dinamiklerin değerinin abartılması ve hızlı bir ulusalcılaşma, milliyetçileşme sınıftan kaçmak söyleminin gözler önüne serilmesidir. liberal solculardan ayrılan tek slogan farklılığı, içi boş bir antiemperyalizm'dir, ulusalcı solun.

günümüzde değişen sol, eski ilkelerinden uzaklaşmadan halkın ortak mücadelesi ile yükselecektir. kollektif aklın zorunluluğu solu yükselticek yegane demokratik yükseliş biçimidir. şekilcilik, şablonculuk ve nesnel şartlardan uzaklaşma solun değişen sol yüzü olarak egemen kültürün içinde yer bulmaya devam edecektir. sol, emeğin mücadelesini ana gündemi yapmadıkça ve demokrasi, bağımsızlık mücadelelerinin bunun doğal sonucu olduğunu- aynı şekilde bu mücadelelerinde emek mücadelesiyle iç içe olduğunun gerçeğini unutmadan- göz önünde bulundurması gerekiyor. günümüzde değişen sol bunun ifadesidir.
(bkz: emperyalizm/#2838315)
(bkz: liberal sol)

(bkz: ulusalcı sol)
Karl Marx'ın David Ricardo ve Adam Smith'in ortaya koyduğu Ekonomik-Politik paradigmaları işçi ve emekçi sınıfının manifestosu haline getirirken izlediği yolun günümüzde post-marksist teorisyenlerin aracılığıyla 18. yüzyıldan 21. yüzyıla değişen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin üzerinden bu sefer emek teorisinin sermaye ile uzlaşması ve birikim teorisinin , emek çeşitlerinin , işçi sınıfının politik özne konumunun önemini bilişim çağının zorunlu kıldığı yeni üretim ve emek türleri ile daha karmaşık hale gelen üretim ilişkilerinin burjuvazi devleti ve demokrasisi altında sermaye sınıfının devleti olgusu altında dayatılan değişmiş gibi gösterilen soldur.

Geleneksel solun değiştiğini kanıt olarak çeşitli fikirler ortaya atılmıştır.

1- Sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan fabrika üretiminin ve kentlerde merkezileşen üretim araçlarının ve proleterlerin bilişim ve teknoloji devriminden sonra yavaş yavaş dağıldığını ve üretimin artık sadece fabrikalarda sınırlanmayan bir süreç olduğu olgusu:

- Fabrika üretimi önemini asla yitirmemiştir. Bugün emperyalist tekellerin ucuz hammadde ve işgücü olan değişik coğrafyalarda özellikle kendi patenti altında milyonlarca çocuk işçi ve ucuz emek gücü olarak yerli halkı kullanmaktadır. Fark şudur ki , kapitalizm döneminde burjuvazi bu fabrikaları kendi ülkesinde kurmaktan çekinmeyen sermaye sınıfı ve patronları sömürdüğü işçilerin tepkisi çığ gibi büyüdüğü için korkusundan ve olası grev , iş bırakma gibi eylemlerden karına zarara gelmemesi adına işini garanti altına almaya bakmaktadır. Bu bakımdan işçilerin kent merkezlerinden kovulduğu da bir gerçektir. Ancak bu kovulma süreci fabrikaların ortadan kaldırmamıştır. Aksine fabrikaların çeşitli kollara ayrılıp küçük fabrikalar ve imalathaneler şeklinde parça bazında ürtim yapan emek sektörleri haline getirmiştir. Bu şekilde de işçi kitlesinin nüfus baskısını tek bir fabrikada omuzlamak istemeyen patronlar sömürüyü bu ufak çaplı imalathanelerde taşeronlara devretmişlerdir ve sorumluluklarını azaltmışlardır. işçiyle birebir muhatap olmaktan kurtulmuşlardır.
Gelişen teknoloji aksine işçi sınıfını yok etmemiştir. Gelişen teknolojiye uygun olarak o teknolojide AR-GE çalışmaları yapabilecek yeni teknisyenlerin ve karlı uygulamalar için deneyimli ustaların eğitilmesi süreci ortaya çıkmıştır.

2- Beyaz yakalı - Mavi yakalı işçi ayrımında fabrikalarda üretici durumunda olan işçinin ofis çalışanları karşısında bilişim teknolojisinin yeni üretim araçları ve ürettikleri yeni duygusal emek türleri karşısında politik özne konumunun zayıfladığı olgusu.

Gelişen teknoloji aksine işçi sınıfını yok etmemiştir. Gelişen teknolojiye uygun olarak o teknolojide AR-GE çalışmaları yapabilecek yeni teknisyenlerin ve karlı uygulamalar için deneyimli ustaların eğitilmesi süreci ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan beyaz yakalı ve mavi yakalı işçiler arasındaki ayrım üretim araçları üzerinde tekeli bulunan sermaye sınıfının manipülasyonları ile zaman zaman artsa da eğitim ve hizmetiçi kurslarla ve işçinin bizzat uygulamak zorunda olduğu teknolojinin bilgisine sahip olması zorunluluğu nedeniyle aslında beyaz yakalı ve mavi yakalı işçiler arasında işbirliğini de zorunlu hale getirmiştir. Ancak yapılan işin uygulayıcısı ile o işin teorisyeni ve planlayıcısı arasındaki popülasyon farkı ve işin somutlaştırılması sürecinde elbette işçinin makine ve teknoloji karşısındaki güçlü konumu asla değişmemiştir.

3- Üretici olmayan ve üretici olan emek arasındaki farkın ortadan kalktığı.Uzlaşmaz işçi ve sermaye mücadelesinin artık
bir sınıf çatışması olmaktan ziyade giderek sınıf uzlaşması ve işbirliğine doğru giden yapısı. vs...

Bunun dışında devletin bürokratik kademelerinde çalışan ve ofislerinde neskafe yudumlayıp bilgisayarlarında soltaire oynayarak borsa ve serbest rekabet yasalarının hakim olduğu iş kurumlarında emek ve vakit öldüren beyaz yakalıların aslında kapitalist sistem içerisindeki konumu mavi yakalı olanlara nazaran daha zorlaşmıştır. Bugün üniversite mezunu olup da iş bulamayan geleceğin beyaz yakalı işçilerini artık daha zor koşullar altında nitelikten ziyade niceliksel rekabette somutlaştırmak zorunda oldukları bir sidik yarışı beklemektedir.

Açıkcası 70'li yıllara kadar yarı sömürge bir devlet üzerinde uygulanan kapitalizm 80'li yıllardan itibaren kapitalizmin bir zamanlar sosyal devlet - refah devleti diye işçileri ve emekçileri idare etmenin bir yolu olarak kullandıkları mali oligarşilerin ulusal oligarşilere dayattığı sözde devletçilik gümrük kapılarının 24 Ocak karaları ile açılıp meta ihracı yoluyla zincirlerini kırması sebebiyle sömürünün emperyalist bir konum kazanması ve vahşi kapitalizmin artık emekçi ve işçinin gözünden kaçırmadan açıkca uyguladığı faşizm ile değişimini ortaya koymuştur. Bu bakımdan söylenebilir ki değişen sol değildir , değişen kapitalizmin politikaları ve sermaye sınıfının kendisine ayarttığı yeni politikacılardır.*
değişimi ülke ülke açıklamak gerekirse;

ingiltere'deki işçi partisi:

tony blair ile sosyalizm'den bihayli uzaklaşmış, sendikalara bile mesafeyle yaklaşır olmuştur. hatta öyle ki, margareth tathcer tarafından; ''Muhtemelen Hugh Gaitskell'den beri en müthiş işçi Partisi lideri. Onların ön saflarında çok sosyalist görüyorum ama Bay Blair bunlardan biri değil. Gerçekten değiştiğine inanıyorum.'' şeklinde methiyeler düzülmüştür kendilerine. önümüzdeki seçimlerde dibi görmesi kuvvetle muhhtemel.

fransa'da sosyalist parti:

fransa'da ki göçmen sorununa yaklaşımı ve artan yabancı düşmanlığı ile birlikte burdan bakıldığında halk desteğinin epey gerilediğini söyleyebiliriz. eski lideri Lionel Jospin'in bu konuda ilginç bir beyanatı var; ''ben sosyalistim ama ülkem için düşündüğüm program sosyalist bir program değil''. son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dibe vurmakla birlikte halk tarafından en güvenilmeyen parti konumundadırlar.

birleşik amerika'da demokrat parti:

solun en sağı olarak nitelendirilebilir. nispeten sol politikalarla benzer söylemler ortaya atsa da amerika'nın içyapısının tamamen vahşi kapitalizm ve emperyalizm üzerine kurulu olmasından dış politikada gene liberalist/emperyalist bir yaklaşımı vardır. 11 eylül saldırıları ile gelişen milliyetçilik dalgası ve din karşıtlığı ve de hemen öncesi bill clinton'un amerikan basını tarafından ortam maymunu yapılmasıyla düşüşe geçtiler.

almanya'daki alman sosyal demokrat parti, bilinen adıyla yeşiller:

gene fransa'daki sosyalist partiyle benzerlik gösterir gerileme ve değişim süreci. son zamanlarda hortlayan neo-nazi dalgalanması ve en önemli kolu türk düşmanlığı olarak gelişen yabancı ve islamiyet düşmanlığı ve merkez sağın da buna gözyummasıyla oldukça gerilemiş durumda. şu sıralarda angela marcel'in önderliğinde merkez sağ parti iktidarıyla koalisyona gitmiş durumdalar.

türkiye'de chp başta olmak üzere dsp, ödp, dtp, ip:

türkiye'de fraksiyonlar biraz daha çeşitli, daha doğrusu türkiye'de yaşamanın avantajından olsa gerek çeşitlemeleri daha iyi gözlemliyor insan.

değişen solun en önemli kanadı chp, dsp ve ip'nin önderliğinde ulusal sol diyebiliriz. solu sınıf mücadelesinden ziyade bütünlük içinde değerlendirmeye çalışan ve milli demokratik devrim düşüncesini benimseyen bu görüşün temel amacı burjuvaziyi de arkaya alma çabası olarak değerlendirilmekte nazarımda. chp ve dsp'nin kendini bir türlü yenileyememesi, özellikle chp'nin oy kaygısı ile birlikte gelen sağ açılımları, solu üst tabakanın siyaseti görmek gibi elitist yaklaşımlar, iktidarlara karşı alternatif çözümler üretememesi, kendi iç hesaplaşmaları, ekonomik olarak dsp'de gördüğümüz gibi liberal politikalarda pek bir değişikliğe gidilmemesi gibi nedenlerden ülke genelinde gerilemiştir. bunun en büyük kanıtı da 2007 seçimlerinde sağ seçmeni kazanacağım derken chp'nin eldeki sol seçmeni de kaybetmesi diyebiliriz. ip ve dergi bazında türk solu ise kanımca direk sağın soludur*. savunulan katı devletçilik görüşü, gene mdd çizgisi ve kizıl elma koalisyonu gibi stalinist-sağ kemalist-faşist aralıklarda tutumları ile hem sağ hem de sol tarafından dışlanan yegane oluşum.

ödp ise gene avrupa'daki adaşları gibi sosyal demokrasi sloganıyla yola çıkan bir parti, ılımlı, liberalizm ile birlikte bir solun olabileceğini savunmakta. (bkz: güleryüzlü sosyalizm) ulusal sol'dan temel ayrımı ise milliyetçilik yanlarının olmaması. ancak kürt tarafında dtp'nin, türk tarafında da chp'nin baskınlığı içinde pek varlık gösterememekteler. nitekim ufuk uras'ın dtp'nin desteği olmasaydı meclise giremeyeceğini az çok hepimiz biliyoruz.

dtp ise chp ile hatta zaman zaman ip ile taban tabana uyuşan bir sol çizgide, gene liberal ekonomi konusuna hiç değinmemekle birlikte chp'den tek farkı seçmen tabanı.

solun bu değişiminin *en büyük nedeni rusya'daki sosyalist pratiğin bir faciaya dönüşmesi ve zihinlerde bıraktığı tahribattır. proleterya diktatörlüğü'nün bürokrasi diktatörlüğüne dönüşmesi (bkz: politbüro) ve tek adam kültünü yaratması (bkz: leninizm), ekonomide tek ülkede sosyalizmin olabileceği iddiasıyla gelen sürekli ve büyük devrimin kesilmesi ve akabinde devlet kapitalizmi'ne geçiş (bkz: stalinzm), stalin'in rusya'da sosyalizm'i oturtması uğruna hitler ve franco ile işbirliğine gitmesi, batı ile anlaşmaya giderek sosyalist oluşumlara yardımı kesmesi, sovyetler içinde gelişen ve lenin'in geç farkına varabildiği rus milliyetçiliği yani sol içindeki sağ sapma ve bunla birlikte görece kanıt olarak enternasyonel marşın terkedilmesi, kapitalizmle mücadele için devlet kapitalizmi'ne geçişle birlikte doğan baskıcı ve özgürlüklerin kısıtlandığı, halkların açlıktan kırıldığı herşey devlet için anlayışı, sovyetlerin kendini dış dünya'ya kapatan ve gene devlet kapitalizmi ile birlikte gelen demir perde uygulaması kapitalizmin de ekmeğine tereyağı sürmüş, insanların soldan uzaklaşmasına büyük katkılar sağlamıştır. batı'nın da şişirmesi vardır elbette bu konuda, ancak tüm suçu onlara yükleyip hiçbirşey olmamış gibi davranmak, geçmişle yüzleşmekten kaçınmak yanlıştır. necip fazıl'ın sözünden uyarlayarak özetlersek; ''marx işçi diktatörlüğü dedi, bunu birtek lenin'le stalin anladı, onlar da yanlış anladı, gitti bürokrasi diktatörlüğü kuruldu.''

bugün baktığımızda sol hala stalinzm'le bir tutuluyor buna göre seviliyor ya da uzak duruluyor, leninist teorilere dahi alternatif getirilemiyor, değişen dünya'yla birlikte kitlelere sosyalizmin ve komünizmin ne olup ne olmadığı anlatılamıyor, rusya'nın uyguladığı enternasyonel sosyalizm'in sapıp teslimiyetçi yapıya dönüşmesi yüzünden sol görüşlerde enternasyonelizm'i bir teslimiyetçilik olarak görüyor -örneğin türk solu'nun enternasyonel sosyalizm'i komprador sol olarak görmesi-, bir nevi kapitalizm'in savunduğu mülkiyet hakkı savından yola çıkıp bunu revize ederek milliyet hakkına dönüştürüyor. gene eta ve pkk'nın da çıkışında olduğu gibi ilk olarak jean jacques rousseau'nun ortaya attığı ve mao'nun yaydığı halkların kendi kaderini tayyin hakkı savıyla birlikte etnik/bölgesel milliyetçiliğin sola karışması da bir başka kavram karmaşasına yol açmakta.

lakin tüm bunlara ve erken gazla gelen sosyalist pratiğin tüm sapıtmalarına rağmen benim hala birşeylerin değişmesine dair umudum var. çünkü marx'ın, nostradamus gibi ortaya attığı kehanetler bir bir gerçekleşmekte, özellikle kapitalizmin kendi yarattığı ve ucu ona dönmek üzere olan -hatta bazı noktalarda dönmüş olan- internet gibi bir kitle iletişim aracıyla birlikte artık bilinçlenme, bilgiye ulaşma çok daha kolay hale geldi -elbette tonlarca bilgi kirliliğiyle birlikte-. komünizm ve anarşizm geçmişten ders alarak ve üzerindeki ölü toprağını atarak, günü yakalayıp halkla bütünleşerek elbet ki vahşi kapitalizmi ve emperyalizmi yıkacaktır. fakat bunun zamanını vermek depremin zamanını vermekle eş değer, 10 dakika sonra da olabilir, 100 yıl sonra da. bilinen şey ise tıpkı deprem gibi devrimin de kaçınılmazlığı. (bkz: tarihsel materyalizm) gene de yanlış anlaşılmalara karşı belirtmek gerekir ki 'nasıl olsa devrim olacak' diyerek kıçı yayıp oturulmamalı, 'lüküs hayat oh ne rahat' denmemeli (bkz: antonio gramsci), kapitalizm zayıfladığında onu kesin biçimde öldürmezse insanoğlu daha da güçlenecektir. (bkz: bizi öldürmeyen şey güçlendirir)
günümüzde değişen solu, hadi bazı teoriye sadık arkadaşları kırmamak şartıyla sosyalist solu, anlamak için yüzümüzü egemen sınıfların soğuk savaş palavralarına ya da reel sosyalizmin çözlüşünün ardından gelen gene egemen sınıfların ideolojik kuşatmalarına bakmamak gerekiyor. değişimin kaynağı ne sadece ekonomiktir ne de sadece iç dinamiklerin eseridir.(iç dinamiklerden kasıt, solun kendi değişimidir yani ideolojik bir nalma taşır)

değişimin ana moturunu herhalde en başından beri bu bayrağı sahiplenen sapmacılar oluşturmaktadır. onların eline yüzyıldır kimse su dökememiştir bu gerçek. her karşı devrim saldrısına yeni bir konjonktürel kimlik uyduranların aslında solun iktidar olma arayışla ilgileri olmadıkları bellidir. bunun yanında kimi en devrimci olduğunu iddia edenler ise "sınıfta kalmanın" ya da sınıfın kuyruğuna takılmanın hesaplarını yapıyorlar. bu ince hesap lar yapan ultura devrimcilerin içine öylesine bir sınıfta kalma duygusu işlemiştir ki; kendilerini alamayı her türlü başka ezme ezilme ilişkilerinde ya da dinamiklerinde kendilerine yeni kuyrukçuluklar uydurmuşlardır.

bu eleştirilerin ardından gerçeğe dönelim, tarihi nasıl değerlendirileceğine bakalım? herhalde tarihe egemen sınıflar gözüyle bakmak başarısız olan tüm deneyimleri parçalayıp atmak anlamına gelir. fakat bugün biliyoruz ki tarih bir bütündür. tarihin kimi özel kesitlerine bakmakta gene o bütünlüğü anlamaktan geçer. yani maddi temellere oturtulmuş bir tarih perspektifi, sınıfsal kavgalara dayalıdır bu anlayış, olmaksızın bir şeyin başarılamayacağı bellidir. örnek vermek gerekirse; paris komününden ders çıkartanlar sovyet devrimini başarmışlarıdr. peki bunu yapanlar paris komünün hatalarını değerlendirirken ders çıkartan bir bakış açısından mı yararlandılar yoksa ders çıkartıyoruz diye sosyalizme saldırı olarak mı? kuşkusuz ikinci safı seçenlerin bugün sosyalist enternasyonaller de neler yaptıkları belli. blair'la, schöreder'ler le emperyalist politikaları konuşmak . artı biliyoruz, egemen sınıflara yedeklenmenin bedeli çok ağırdır ve bu yedeklenmek ideolojik kuşatmanın bedelinş ödeyememekten kaynaklanıyor.

değişen sol deyince neyi anlayacağız öyleyse? hiç uzağa gitmeye gerek, soğuk savaş korkularından ya da reel sosyalizmin çözülmesinden sonra gelen ideolojik kaymalara bakmaya da gerek yok. sorun net ve açık. bir yanda reel sosyalizmin çözlüşünün ardından gelen sınıftan kaçan hareketler( liberal ve ulusalcı sapmalar), diğer yanda ezelden beri gelen kaba ekonomist anlayışlar- sınıfta kalanlar-. tanımı yapmak kolayken bazı şeyleri zorlamanın tek bir açıklaması vardır; egemen sınıfların bakış açısından kopamamak . ana sorunumuz bugün bu olsa gerek.
gerçek anlamda sol türkiye hiç bir zaman hayat bulamamıstır, sebebide, ittihatcı zihniyetin sadece dine karşı bir yapı olması sebebiyle sol u kullanmasından dolayıdır. türkiye de sol aslında ittihatcı yapılanmadır ve dine karşı, derin abd çalışmasıdır, bir operasyondur.
bunu idam edilen deniz gezmişin arkadaslarının hayat seyrinden anlayabiliriz, şuan da sadece dine bakışta sol, diger tüm hayatsal düşüncede kapitalist kişilerdir, deniz gezmiş in en yakın arkadası celal dogan belediye başkanı oldugunda belediyecilik anlamında ilk özelleştirmeyi o yapmıstır, işçi hakları, sosyal politika gibi konularda asla duyarlı olmamıstır. ittihatcı yapılanma sadece solda degildir elbette, mhp de bişr ittihatcı yapılanmadır, sadece halka yönelik propangada izledikleri yol biraz farklıdır, söylemleri farklıdır, iş icraata gelince ecevit bahcelinin ideologu gibi oldugu ortaya net çıkmıstır, son secimde en az % 5 cho den oy almıstır. başörtüsü gibi konularda bakıs acısı cho den farklı degildir mhp nin temel sebeb ikisinin de kökü ittihatcı yapılanmadır, atatürk ten sonra ittihatcılar inönü ile chp yi elegecirmişler ve öyle devam etmişlerdir.

kısacası türkiye de hem sah, hem sol ittihatcıdır ve faşisttir. akp gibi sosyal politikaları güçlü, sistemle ciddi mücadele eden bir parti gücünü siyasette koyunca, makyajlar dökülmüş gerçekler ortaya çıkmıstır, lüfullah kayalr gibi, yasar okuyan gibi, türkeşin en yakınında bulunan isimler, chp den aday olabilmişlerdir, bir nevi yuvaya dönmüşlerdir.
solun değişimini analiz ederken ve sol anlayışın bugün nerden nereye geldiğini tarihsel süreç içinde değerlendirirken bunun doğru ya da yanlış olduğunu belirtmek kişisel görüş olacağından kişinin objektif bi şekilde değerlendirme yapmasına engeldir. şu an dünya'da ve türkiye'de sol'un daha doğrusu sol'un görünen yüzünün geçirdiği evrim tarafımdan da kesinlikle tasvip görmemekte ve komünizm ve anarşizm gibi gerçek manada ki solun adını lekeleyen oluşumlar olarak görülmektedir, lakin işin içine bunu kattığınız zaman bu subjektif tanıma girer.

bunu açıklığa kavuşturduktan sonra devam edecek olursak, paris komünü hata olarak değerlendirilecek uygulamalar dahi yapmasına fırsat vermeden beşiğinde boğulan bir bebektir, bu yüzden elbette ki eleştrilmez, çünkü eleştrilecek, ders çıkartılacak yanlışlar yapmasına, büyüyüp, gelişmesine fransa burjuvası tarafından fırsat dahi verilmemiştir. ancak rusya önderliğinde gelişen doğu avrupa'da uygulanan sosyalizm ise paris komümüne kıyasla görece çok daha uzun hayat bulabilmiş bir oluşumdur.

saldırı olarak değerlendirilen eleştrilere dönecek olursak, sovyet rusya önderliğinde ortaya çıkan sosyalist pratik bugün ister anarşist olsun ister komünist olsun dünya'da ki tüm solcuların fiili babası diyebileceğimiz bir oluşum, bu yüzden nasıl bir evlat babasının hatalarını görmek istemez, onun yanlışlarını kabul etmeyi kendine yediremez, bunu gurur meselesi yaparsa(hele bir de baba vefat etmişse) bolşevik devrim'le gelişen sosyalist pratiğin de eleştirilmesi günümüz sol görüşe inananlar için o derece zordur, bu noktada eleştirenler de hayin evlat damgası yerler genelde tutkulu savunucular tarafından. bu yalnızca solu eleştirirken karşımıza çıkmaz, yakın türkiye tarihi ve son dönem osmanlı tarihi de değerlendirirken cumhuriyetin ilk yıllarını ve mustafa kemal'i eleştirmek, yanlışlarını ortaya koymak da aynı derecede hayinliktir o döneme sıkı sıkıya sarılanlar için. halbuki eleştri ve geçmişten ders çıkartmak daha iyi bir gelecek ve aynı hataların tekrarlanmaması için son derece gereklidir. tabu addedilen dönem, kişi ve kurumları eleştirmek onların yaptığı ve doğru olan yöntemleri de gölgelemez, güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, sadece yapılan herşeyin doğru olduğu kabulünün yanlışlığına dikkat çekmekdir amaçlanan. bu arada eleştrilen düşünceler değil onların uygulanış biçimi ve uygulayan aktivistlerdir belirtmek gerekir ki, sosyalizme bir saldırı yoktur, tam tersine sosyalizmin gerçek manada anlaşılmamasına ve günümüzde ona neden uzak durulduğuna eleştri getirilmektedir.

tarihi yazan egemen sınıflarla benzer söylemlerde bulunmak onların etkisinde kalmak demek değildir, yukarıda ki girdimde de belirttiğim gibi, eleştriler benzer olabilir, hatta emperyalist basının aşırı şişirmesi yadsınamaz bu dönemler incelenirken ancak burda amaçtır önemli olan, egemen sınıfın yani burjuvanın yanlı tarihi ile sosyalizmi ve komünizmi yıpratmaktır amaçlanan, sol görüş içindekiler içinse daha iyi bir solun yaratılabilmesi için nelerin yapılmaması gerektiğine dikkat çekmek. yani tekrar etmek gerekirse, batının şişirmesi vardır ama bu demek değildir ki hiçbirşey olmamıştır, herşey güllük gülistanlıktır varşova paktı'nda. ( (bkz: prag baharı) (bkz: macaristan işgali))

şu an dünya solu, daha doğrusu solun görünen yüzü gerçek soldan son derece sapmış ve ne istediğini bilmez durumda, kitlelerin desteğinden son derece yoksun, ancak bunun nedenini sadece onlarda aramak, bütün suçu onlara yüklemek hatadır.
"tarihi yazanlar tarihi yapanlardır." bir çok tarihçinin katıldığı, yüzeysel açıdan bakınca doğru ama içeriği tartışmalı bir sözdür. işte böyle bakınc tarihi ancak parçalı, birbirinden bağımsız almak diyalektiğe aykırı, antidiyalektik bir davranıştır. bunun sosyalist bakış açısında yer bulamayacağını söylemekte yarar var. elbette burada tarihi bütün olarak almakta, bütün tarihi aynılaştırmak olarak görülmemeli, yani şartlar ve koşullar değişince elbette tarihe bakış açısı da değişir ama tarih değerlendirilirken dönemin koşulu olan üretim ilişkisinden ve ideolojiden güç alınır.

mesela türkiye cumhuriyeti'nin kuruluş dönemi olan mustafa kemal dönemi rahatlıkla parçalı oalrak alınabilir. çünkü devletin ana eğilimleri değişir. aynı şekilde sovyetler içinde oluşan sağ kliklerin iktidarı ele alması ile birlikte gene sovyet tarihi bir kaç parçaya ayrılır. ama sosyalist bir ülke değerlendirilirken içindeki sağ klisklerin ideolojik eğilimleri eleştirilir. devletin şöyle ya da böyle yapısının eleştirilmesi tarihin parçalı anlayışına özgü bir bakış açısıdır.

bir sosyalist tarihe bakarken duygularını işe katması ne kadar yararlı sonuçlar verir bilinmez. elbette sosyalist denilen kişi kendine ait duyguları, öfkeleri, sevinçleri bulunan bir kimsedir. ama tarihe bakmak için maddi temeller essastır. onun dışına çıkan fazlasıyla metafizik bir yaklaşımla tarihin ana eğilimlerini görmekten kaçınır. bu ise en başta belirttiğimiz antidiyalektik bakış açısının yanına düşer.

konumuz elbette burada sovyetler tarihi değil. konumuz günümüzde değişen soldur. ya da bir şekilde marksizmden etkilenen sol hareketlerdir. bu tür değişimler 19.yy ortasındaki revizyonist bernstein'a kadar dayandırılabilir. o dönemden beri gelenek sol içerisinde kimi kırılmalar yaşanmıştır. komünizmle, anarşizm arasındaki kırılmadan söz bile etmiyorum. gelenek solun yaşadığı kırılmalar kimi tarihsel olaylardan kaynaklanır. burada en son yaşanan olay ise reel sosyalizmin çözülüşüdür. daha evvel de komünist hareket karanlık dönemler yaşamıştır. paris komünü sonra yaşanan gericilik yılları buna bir örnektir. ama paris komünün'den çıkarılan dersler- ki komünün pek çok hatası vardır ama bu ayrı bir tartışma konusu değinmek istemiyorum- bolşevikler için çok önemli yol göstericiler olmştur. bu sayede sosyalist devrim kendisinin somut hedef olduğunu, sosyalizm ise toplumsal bir kurtuluş projesi olduğunu ispatlamıştır.

bazı anlaşılması gereken noktalar var. 91 sonrası yaşananlar geleneksel sol da yeni kırılmalara yol açmıştır. ki zaten bu kırılmaları bugün pek çok kimse eleştirmektedir. kimse bir suçlama malzemesi olarak görmesin bunları. fakat eleştirinin kaynak noktası yanlış bir hedefi göstermektedir ve haliyle fazlasıyla hayali kalmaktadır. bu hayalcilikten bir an önce sıyrılması gerekmektedir solun. en azından bunun yoldaşça bir eleştiri olduğunun görülmesi gerekmektedir. solun kendine çeki düzen vermesi için bu gerekli.

not: sözü edilen sol, chp değildir. fakat chp gibi statükocu, piyasacı bir partinin karşısına gerici, piyasacı, işbirlikçi ve sermaye sınıfı diktatörü bir partinin konulması bir o kadar gerçeklikten uzak ve gülünç yorumlardır. komedyen yorumlarını bırakıp gerçekleri tartışmak gerek. bu işte çürüyen düzenin insanlarını işi değil, bu düzeni net bir şekilde bilen devrimcilerin işidir.