bugün

entry'ler (44)

avasas

son aldığı ayar (by detroitli kizil) için :

http://sozluk.sourtimes.o...za+mersiye&i=15331270

(bkz: cevab veremedi)

5 kasım 2007 bush erdoğan görüşmesi

(bkz: remember remember the 5th of november)

oktay ekşi

(bkz: #2539191)

atatürk ü karalamak

herkes müsterih olsun; tck'nın 5816 sayılı kanunu ile tevessül edeni 3 yıl için kodese tıkarlar. oh olsundur. amerika'da geroge washington'ı, ingiltere'de kraliçe ve kraliyet ailesini, fransa'da charles de gaulle'ü karalayanları 40 satır bilemediniz 40 katırla cezalandırıyorlarmış. e, bizim medeni, modern ve demokratik bir ülke olarak farkımız olsun, değil mi ama?

abdullah gül

insan olarak sevdiğim, beğendiğim biri. fakat maalesef "iyi saate olsunlar"ı ürkütmemek ve onların da gönlünü yapmak ve şerlerinden emin olmak adına korkak ve mütereddit davranışlar sergilediğini, sözler söylediğini de üzülerek müşahede ediyorum. 29 ekim cumhuriyet bayramı vesilesiyle verilecek resepsiyonun ev sahibi cumhurbaşkanı ve eşidir. onlar teamül ve mutad üzre devlet erkanını ve diğer herkesi eşiyle beraber çankaya köşkündeki 29 ekim cumhuriyet bayramı resepsiyonuna davet eder. isteyen eşi ile istemeyen eşi yanında hazır bulunmaksızın davete icabet eder veya hiç gelmez. bu kadar basit.
kendisinin başkomutanı olduğu türk silahlı kuvvetleri'nin generalleri resepsiyonu protesto edip gelmez diye düşünüldü ki herhalde 29 ekim'deki resepsiyona "a tipi protokol" mensubu devlet erkanı eşsiz davet edilecekmiş. 30 ekim'deki ikinci resepsiyona ise iş adamları, sanatçılar, spor dünyası mensupları vs. eşli davet edilecekmiş. ilk resepsiyona cumhurbaşkanı eşi de katılmayacakmış. oh ne ala. gayet güzel. siz alttan alın böyle hep. sonra da "demokrasi mücadelesi veriyor" olun. daha emriniz altındakilerden korkunuzdan en doğal ve basit şeyleri yerine getiremezseniz gün gelir devlete buğday alımını devrin genelkurmay başkanı karadayı'ya soran erbakan'a dönersiniz.
maalesef anlaşıldı ki cumhurbaşkanlığı makamına militarizme boyun eğmeye teşne "gül gibi" değil, özal gibi gerektiğinde "genelkurmay başkanını ben belirlerim, ben görevden alırım" diyen ve dediğini yerine getirebilen mangal yürekli ve taşaklı biri lazım. siz daha göreve geldiğinden beri niye şehitlerin sayısının ve terör faaliyetlerinin arttığının hesabını soramıyorsunuz genelkurmay başkanı'na.

musul u almazsan diyarbakir i kaybedersin

ancak kim tarafından ne zaman, nerede vs. (5n+1k) söylendiği kaynağı ile beraber verilirse değerlendirilmeye değecek olan söz.

bir gece ansızın 81 düzce 82 musul 83 kerkük

türk olarak hoşumuza gidiyor tabii. emperyal fetih ruhumuz ve hayallerimiz canlanıyor fakat son tahlilde millet olarak ikiyüzlü bir anlayışa sahip olduğumuzu yansıtır.
hani "yurtta sulh, cihanda sulh"tü?
hani "türkiye cumhuriyeti olarak kimsenin toprağında gözümüz yok"tu?
eğri oturup doğru konuşalım. ya m.kemal'in musul ve kerkük'ü misak-ı milli hudutları dışına çıkarmasını kabul edip (bkz: mustafa kemal atatürk/@dalgaci) mevcut sınırlarımızla iktifa etmeyi öğreneceğiz, 780 küsur bin kilometrekarelik topraklarımız dışında kimsenin çakıl taşına göz dikmeyeceğiz, emperyal hayaller kurmayacağız, ve "yurtta sulh cihanda sulh" "ilke"siyle tutarlı ve orantılı davranışlar sergileyeceğiz; ya da emperyal iddialar taşıyan ve başkasının topraklarında gözü olan bir devlet olduğumuzu cihana ilan edeceğiz. bu ikinci durumda m.kemal atatürk'ün musul ve kerkük'ün "misak-ı milli" hudutlarının dışında kalmasına rıza göstermesini de onun başarısızlık hanesine yazacağız. "musul ve kerkük bizim hakkımızdır. onları alalım" diyen arkadaşlar,
gidin bunun hesabını o dönem lozan'da musul ve kerkük'ün mukadderatını ingilizlere terkeden 1923 türkiye'sinin idarecilerinden sorun. o fırsatınız kalmadı gerçi, en azından onların o dönem icraatlerini sorgulayın.
yok "m.kemal o dönem konjonktür gereği bırakmak zorunda kaldı" mı diyorsunuz, hala hak mı iddia ediyorsunuz? o zaman, "uluslararası anlaşmaların benim için hukuki bağlayıcılığı bir yere kadar ben emperyal hayallerimden vazgeçmem" diyorsanız elin yunan'ı da istanbul'a konstantinapol dediği zaman bozulmayacaksın. megalo idea'dan bashsettiği zaman şarlamayacaksın. suriye "hatay bizim hakkımız" dediği zaman gücenmeyeceksin. hatta "türkler anadolu'yu muvakkaten tavattun ettiler, behemehal tahliyesi elzemdir" diye yerinden yekinen haçlı evropalılara öfkelenmeyeceksin.
hülasa, azıcık delikanlı olacaksın. becerebilirsen.

mustafa kemal atatürk

"Musul bizim için çok kıymetlidir; birincisi civarında nâmütenâhi servet teşkil eden petrol menbâları vardır. ikincisi bunun kadar mühim olan Kürtlük meselesidir.. ingilizler orada bir Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim hududumuz dahilinde Kürtlere sirayet edebilir. Bu fikre hail olmak üzere hududu cenubdan geçirmek lâzımdır. Bununla beraber Musul'u almamakla muharebeye devam mı edeceğiz? Hatta sizlere soruyorum: Her şey oldu bitti, Musul için harbe devam makul bir şey midir?"

sözlerinin sahibidir.

kaynak: "Mustafa Kemal / Eskişehir-izmit Konuşmaları, s.94, kaynak yayınları, 2. Baskı, istanbul, 1998)

atatürk yaşasaydı olabilecekler

türkiye genetik araştırmalarında ve keşiflerinde zirvede olurdu. zira böylesi "mükemmel" bir lideri kaybetmemek ve "hep başımızda kalsın, ebediyyen şef* olsun" arzusu adına ölümsüzlük genini arar dururduk. klonlamayı biz keşfederdik. klonlarını kendisinin yerine ikame etmek için değil (zira klonu bile olsa "kimse asla onun yerini tutamaz" ) ona "yedek parça" yetiştirmek için üretirdik.

akp ye oy verip şehit cenazelerine üzülen zihniyet

"başbakanlığın emri altında" olduklarını söyledikleri genelkurmay başkanının muhtıra verdiğini ve "başbakanlığın emri altındaki" (kendileri "bağlıdır" ifadesine bile bozuluyorlar, bırakın "emri altında" olmayı) genelkurmay başkanına, "emri altında bulunduğu" makama karşı gelirken haddini hatırlatmayı unutan zihniyet tarafından "akp"ye ve ona oy verenlere laf sokmaya çalışmak maksadıyla uydurulandır.

akp ye oy verip şehit cenazelerine üzülen zihniyet

orta yerde genelkurmay başkanını şehitlerin sorumluluğundan muaf tutan zihniyet varken hiç de yadırganmaması gerekendir.

pkk ya kopek surusu deyince eksi oy veren zihniyet

eksi oy vermesem de ben de pkk'ya "köpek sürüsü" denilmesinden rahatsızım. zira burada bariz hakaretin köpeklere olduğunu düşünüyorum bir köpek sever olarak.

kovulduk ey halkım unutma bizi

kitap hakkındaki en güzel yorumlardan birine bir haber sitesinde rastladım:

"cumhuriyet'i hasan cemal'den, hürriyet'i emin çölaşan'dan öğrendik. darısı milliyet'e(kime denk gelir bilmem)"

ben can dündar'dan bekliyorum şahsen. o istidadı onda görüyorum. iyi belgeselci çocuktur.

ertuğrul özkök

Açık istihbarat sitesi üşenmemiş, emin çölaşan'ın mahut şaheseri kovulduk ey halkım unutma bizi isimli kitabında yer alan ve "ertuğrul özkök'ün maskesini düşüren" "anekdot"ları bir güzel derlemiş, toparlamış ve bize sunmuş sağolsun:

"Ben gazetecilik değil canbazlık yapıyorum" itirafında bulunan; geldiği noktayı "eskiden iyi bir şarap alacak param bile yoktu" cümlesi ile özetleyen Ertuğrul Özkök isimli bu şahsiyetin nezdinde Türk medyasının geldiği canbazlık noktasını; Emin Çölaşan'la ilgili eleştiri hakkımızı saklı tutarak, siz okurlarımızın dikkatine sunuyoruz...

"Keyfimize bakalım. Paramız iyi, maaşımız iyi. Rahatımız yerinde. Niye kendimizi sıkıntıya sokalım. Frenli gidersek ; hükümeti eleştirmezsek hiç sorun kalmaz. "

"Hürriyet'i yönetmek Türkiye'yi yönetmekten çok daha zordur. Bu işin başında bugün ben varım. Ben aslında burada gazetecilik yapmıyorum, canbazlık yapıyorum. Benim zamanımın ancak %20'si gazetecilikle geçiyor.%80'i canbazlıkla geçiyor."

"Beyler hiç merak etmeyin. Biz bu iktidarla el veya geç papaz olacağız. Şimdi erken zamanı gelecek. Biz onlara dünyayı dar edeceğiz, kimse merak etmesin.

insanlar gazetelerde muhalefet görmek istemiyor. Bakın Sabah gazetesi hiç muhalefet yapmadığı halde tiraj alıyor. Demek ki millet muhalafet yapılmasını istemiyor.

Beyler; şunu iyi bilin. Dünyanın hiç bir ülkesinde gazetenin yayın politikasına aykırı yazılar gazetede yeralmaz.

"Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz. Hergün 500.000 gazetenin dağıtım parasını alıyoruz. Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah'ın dağıtım şirketi ile anlaşırlar, çok büyük para kaybederiz."

(Hürriyet'in Ankara bürosu çalışanlarına yaptığı konuşma)

Arkadaşlar; Eylül ayından itibaren yeni bir gazetecilik anlayışını başlatıyoruz.

Millet artık siyasetten bıktı. Siyaset, terör v.s. gibi haberler gazeteye artık en az biçimde girecek. Magazin ve renkli yaşam ağırlıklı olacağız.

Hepiniz ona göre davranacaksınız.

Patronla arayı iyi tut. O da sana her olanağı fazlası ile sağlasın.

Haftada bir kaç defa arayıp , hatırını sorsan küçülür müsün? Bak yılbaşı geliyor; bakarsın iyi bir prim verir.

Rahatımıza bakalım şu dünyada be; bize ne yolsuzluktan, siyasetten. Millet bıkmış artık bunlardan, bunları okumak istemiyor.

Dünyanın her yerinde patronlar gazetenin mutlak hakimidir. Gazete onun istediği çizgide çıkar.

Bir yazar patronun çizgisi dışında yazı yazamaz. Dikkatli olmakta fayda var.

Türkiye'de konu mu yok... arada bir de başka şeyler yaz. Kuş gribi yaz, CHP yaz, başka bir şey yaz...

(Ertuğrul Özkök'ün Sheraton'daki yemekte Bekir Çoşkun'a söyledikleri)

Tayyip'in üzerine gitmeyin. Eşini ve çocuklarını yazı konusu yapmayın; onu rahat bırakın.

Biz laiklik konusunda ödün vermeyiz ama ekonominin gidişine dokundurmam. Biz o dengeyi kurarız.

Beyler; basında artık magazincilik geçerli. Halk magazin istiyor. Bundan sonra Hürriyet böyle olacak. Bir Kelebek eki çıkardık, satışımız elli bin arttı.

Benim yaptığım işi iyi bilin. Ben burada gazetecilik değil, jonglörlük yapıyorum. Elimdeki beş topu yere düşürmeden havaya atıp tutuyorum.

Doğan Medya grubunun bütün kuruluşları şu anda iyi gidiyor. Fakat hükümet isterse en sağlam kuruluşları, en sağlam bankaları bile bir günde batırır.

Müfettiş gönderir, maliyeci gönderir. Nasıl olsa bir eksik veya yanlış bulur.

Geçenlerde Doğu Perinçek'in dergisinden alıntı yaptın. Ben o yazıyı önceden okusaydım, koymazdım. Ne yazık ki okumamıştım. Kendisinden hoşlanmayız.

Bak arkadaş, hükümetin POAŞ'ta üzerimize nasıl geldiğini görüyorsun. Biz de önlem almak zorundayız.

Aydın Bey'in sana çok selamı ve çok önemli bir ricası var. Şimdi sana onları aynen aktaracağım ve karar vermeni isteyeceğim :

1) Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümet hakkında yazı yazma. Bizim bunlarla işimiz var.

2) istersen uzun süreli izne çık ve bir süre yazma.

3) istersen gazeteden tümü ile ayrıl, bu takdirde Aydın Bey sana yüklü bir para verecek.

Patron diyor ki; "Emin'e istediği her türlü olanağı sağlayalım, gelecek kaygısı olmasın"

Bunlar (hükümet) bizi batıracak tahkikat komisyonları kurdular, üzerimize geliyorlar. POAŞ olayında korkunç para cezaları var. Dava açsak bile parayı yatırmamız lazım.

O yüzden yayın politikasını biraz daha yumuşatmamız gerekiyor.

Öbür yanda Sabah'ı koruyorlar. Akşam grubuna bir sürü kıyak yapıyorlar.

Arkadaş; ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. iyi bir şarap alacak param bile yoktu.

Aydın Bey bizi ihya etmedi mi? Refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı olun.

Tayyip Cumhurbaşkanı, Abdullah Başbakan olacak. O daha ılımlı bir adam. Köprüyü geçene kadar ... Abdullah üzerimize bu kadar gelmez. Şimdi Tayyip bizi batırmaya çalışıyor.

Başımıza bir de promosyon belası çıktı, haftada bir trilyon zarar ediyoruz.

Bak hepimiz refah içerisinde yaşıyoruz. Rahat edelim, keyfimize bakalım. Sana istanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen vodka seversin, çok güzel vodkalar göndereyim.

Yazılarında patronu biraz öv. Bu POAŞ olayında anamızı ...

Ama Turgay Ciner'in; Mehmet Emin Karamehmet'in marifetlerini hiç görmediler.



i. Melih yazma. Mehmed Ali Birand'ın dolandırıcılığını yazma. Mehmet Barlas'a liboş deme.

Medyayı eleştirme. Medyanın yarısı biziz. Yazılan her şey bize yöneliyor.



Yarın çıkacak yazında Ergun Poyraz'ın gözaltına alındığını yazmışsın.

Kim bu herif ya. Başbakana, Abdullah Gül'e saldıran kitaplar yazdı.

Ayıp değil mi...

Birisi bunları bizim için yazsa hoşumuza gider mi...

Aydın Bey artık seninle çalışmak istemiyor.

Diyor ki ;

"Beni patron olarak takmıyor ve tanımıyor. Beni dışarıya karşı zor durumda bırakıyor. Ben AB'den yanayım. Emin AB'den yana olanlara hain diyor. Beni de hain yapıyor. Ben özelleştirmeden yanayım. Emin karşı çıkıyor. Emin takım oyununun dışında kaldı. "

Patron artık seninle çalışmayacak. Bu kesin karardır. Bu zor görevi sana bildirmeyi ben üstlendim. Karım dün gece bana; "bunu Emin'e nasıl söyleyeceksin" dedi ama çarem yok.

inan ki dün gece bir şişe şarap içip yattım.


Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Esnek davranacaksın böyle konularda.

Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay'ı, Güneri Cıvaoğlu'nu getirme kararı aldı.

Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim.



Cumhuriyet mitinglerinde, POAŞ olayında patrona ve bizim Doğan Grubu'na ana avrat sövüldü.

Bir tek satır yazıp patronu savunmadın.

Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.

Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.

Kaynak : Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi - Emin Çölaşan - Bilgi Yayınları
http://www.acikistihbarat...m/Haberler.asp?haber=7028

yaşar büyükanıt

kendisi ve başında olduğu kurum hakkında çok şeyi merak ediyorum.
istifa etmeyi düşünüp düşünmediğini merak ediyorum.
şehitlerimizi kendi başarısızlık hanesine yazıp yazmadığını merak ediyorum.
mehmetçiklerimizin şehadetinden sorumlu olduğunu düşünüp düşünmediğini merak ediyorum.
türkiye cumhuriyeti'nin seçilmiş başbakanına ve türkiye büyük millet meclisi'nin seçtiği cumhurbaşkanına karşı hazımsızlık göstermeyi nasıl bir "devlet terbiyesi" anlayışına ve mesleki ahlak algısına yerleştirdiğini merak ediyorum.
demokratik bir ülkede seçilmiş sivil iradeye darbe yapmak, muhtıra vermek hakkında ne düşündüğünü, bunun milli iradeye ve "milletin kayıtsız şartsız egemenliği"ne tecavüz anlamı taşıdığını kabul edip etmediğini merak ediyorum.
şemdinli davasından mahkum olan ali kaya'nın "iyi çocuk" olduğuna kamuoyunu temin etmeye çalışmanın hangi saikin eseri olduğunu merak ediyorum.
yaldızlı üniformalarla kokteyllerde devre birincileriyle dans etmenin ve kadeh tokuşturmanın "çağdaş türkiye"ye nasıl katkıda bulunacağını merak ediyorum.
korumaya and içtikleri "devrim yasaları"nın men etmesine rağmen "paşam" nidasından haz almanın ne ile, nasıl telif edildiğini merak ediyorum.
ankara'da genelkurmay binası ve karargahından etrafa emir ve talimat yağdırıp ve fakat terörün gemi azıya aldığı güneydoğuya karargah kurmamanın, komutanlık ve kurmaylık liyakatini tam da ihtiyaç hissedilen günlerde bizzat göstermemenin, orduları sevk ve idarenin başında bulunmamanın bir genelkurmay başkanı için ne anlama geldiğini merak ediyorum.
bütün bunlar yerine anlı şanlı ecnebi entelektüellere atıfla bezenmiş bir konuşma metni aracılığıyla türk entelijansiyası ile fikir tokuşturmanın nasıl bir lezzet sağladığını merak ediyorum.
laiklik gibi elle tutulamayan kavramlar sebebiyle sürekli sivil siyasi irade üzerinde demokles'in kılıcı gibi sallandırdıkları meydan okumalarının böylesi günlerde ne anlama geldiği, ne kadar önem arz ettiğini ve sahiplerine nasıl bir doyum sağladıklarını merak ediyorum.
muhatap olmaları halinde daha giriş/nizamiye kapısından yüzgeri ettikleri, edegeldikleri ve edecekleri, üniversitelere o şekilde girmelerine asla ve kat'a razı olmadıkları, herhangi bir "kamu kurumu"nda karşılaşmamak adına köşe kapmaca oynamalarına sebep olan (bkz: cumhurbaşkanı abdullah gül'ün eşiyle karşılaşmamak adına başvurulan tedbirler) başı örtülü anaların, bacıların evlatları, kardeşleri, abileri, nişanlıları, eşleri şehit düştüğünde o şehit yakınlarının yüzlerine nasıl baktıklarını merak ediyorum.
kendi tarihi varlığını m.ö 209'a kadar dayandıran, hz. isa'dan bile daha köklü, terörle mücadelede 27 seneyi arkasında bırakmış bir kurumun sanki terörle mücadelede hiç tecrübesi olmayan somali ordusuymuşcasına kayıplar vermesinin 1.dereceden ve müteselsil sorumlularında nasıl bir hisse veya teessüre sebep olduğunu merak ediyorum.
merak ediyorum, akşamları başlarını yastıklarına koyup rahat uyuyabiliyorlar mı?
daha sınırlarımızın içindeki teröristleri etkisiz hale getirememişken, o teröristlerin jandarma karakollarını basarak erlerimizi şehit edip ellerini kollarını sallaya sallaya kaçmalarına mani olamamışken dışarıdaki teröristleri hedef göstermenin nasıl bir askeri strateji olduğunu merak ediyorum.
her şeyden önemlisi ben ve benim gibi insanların merakını medeni ve tatminkar ölçüler içinde gidermeyi düşünüp düşünmediklerini merak ediyorum.

emin çölaşan

görürsün bak sana neler edeceğim kişisi. dinsizin hakkından gelen. plaza dışında açılmış gözleri [welcome to the real world]. plazalarda her ay binlerce dolarla bağlanan kaleminin bağı çözülmüş. sadece ve sadece bir döneme içeriden tanık olup tarihe not düşmesi sebebiyle teşekkür edilesi. fakat değer miydi bunca yükü o dolarlar karşılığı taşımaya? değer miydi arabasına binilen kişinin düdüğünü öttürmeye? değer miydi "koyun tüccarı" "jonglör"lerin ağız kokusunu çekmeye, düşürdüğü labutları yerden toplamaya?
eğer aydın doğan naklettiği kadar kindar ise kariyerini "aydın nereden koşuyor" ile bitirmesi muhtemeldir. emin misin çölaşan?

ertuğrul özkök

"haydi itiraf edelim"; koyun tüccarlığına heves etmesini, kamuoyunu bağımsız ve tarafsız doğru haberlerle bilgilendirmek görevini üstlenmesi gereken bir gazetenin genel yayın yönetmeni mevkiindeki bir gazeteci olarak tüsiad'a üyeliğini ve yönetiminde yer almasını, 28 şubat ve 1980 darbelerini -bir de demokrasi adına- desteklemesini, t.c başbakanı'na ana avrat dümdüz gitmesini filan neyse kanıksadık ya, merak etmeyin "zamanı gelince" hükumetin (... ) de kanıksarız.

ertuğrul özkök

emin çölaşan'ın şahadetiyle kendi ağzından:

"ben gazeteci değilim, cambazım ve jonglörüm"

[demek sana "gazeteci değilsin" lafına değil, "koyun tüccarı" lafına bozulurdun sen. ilahi ertuğrul, koyun tüccarının cambaz ve jonglör kadar olsun itibarı olmadığını mı sanırsın?]

ertuğrul bey bununla da kalmamış hürriyet gibi bir "amiral gemisi"ne kaptan olmanın sırlarını da ifşa etmiş. özellikle genç gazeteci adayları, sözüm size. buraya bilhassa dikkatlerinizi istirham ediyorum. "hürriyet'i yönetmek için cambazlık yaptığını, beş topu havaya atıp tutarak jonglörlük yaptığını anlatan" ertuğrul özkök bakın devamını nasıl getirmiş:

"ben rüzgarın karşısında kavak ağacı gibiyim. rüzgar nereden eserse o yöne eğilirim. patronla uğraşıyorum, kızıyla damadıyla uğraşıyorum. yediğim fırçaların haddi hesabı yok. hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum [ay yazııık, kıyamam]. hükümeti az yaz. hiç merak etme biz bu iktidarla er veya geç papaz olacağız. zamanı gelecek. biz onlara dünyaya dar edeceğiz. kimse merak etmesin." [zaten basını yeteri kadar yemlemeyen hükumete her şey müstehaktır. değil mi efendim? nerede kaldı hükumetin basına çeki düzen vermek istemesi, yolsuklarının üstüne gitmesi.]

lüks restoranlarda kendisine şarap beğendirilemediği için şoförüne arabasının arkasından şarap getirtip onu içen ertuğrul bey kendisini ihya eden patronuna karşı nankör de değildir:

"ben aydın bey dönemine kadar parasız biriydim. iyi bir şarap alacak param bile yoktu. aydın bey bizi ihya etmedi mi, refaha kavuşturmadı mı?"

gördüğü cömertlik neticesi ahbabına karşı da bonkör davranır:

"rahat edelim keyfimize bakalım. sana istanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. sen votka seversin. çok güzel votkalar göndereyim"

ideal bir patron-gazeteci ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda tecrübeyle sabit birikimlerini paylaşmaktan da geri durmaz:

"patronu öv. duygusal adamdır. hoşuna gider. ben patronla aranızda kalmaktan sıkıldım. sinir sistemim bozuldu. dün gece senin yüzünden yine şarap içmeye başladım. patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. bir seferinde bana iki ay küstü. bazen kovmaya kalkıştı. hatta benim yerime seçkin türesay'ı, güneri civaoğlu'nu getirmeye kalktı. ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim"
[aslan ertuğrul. çok iş bitiricisin. sen çok yaşa.]

üstelik bu hükumet o kadar kötü ki aslında haza beyefendi olan ertuğrul bey'in bile sigortaları atıyor ve maalesef ağzına kaka kelimeler alabiliyor. doğan grubu'nun vergi kaçakçılığının tescillendiği poaş skandalında hükumet için,

"bu POAŞ olayında anamızı ( ... )" deyiveriyor. hükumet de hakikaten ayıp etmiş analarını (... )

kovulduk ey halkım unutma bizi

kitap sayesinde anladık ki emin bey arap atı gibi sonradan açılırmış meğer. aydın doğan ve ertuğrul özkök de iyi kırbaçlamış kendisini. maşallah; hiç durmasın, hazır açılmışken neler biliyor ne inciler ihtiva ediyor, bir bir serrişte etsin isteriz. biz alesta bekliyoruz. emin bey'in inci mercan dolu kitabından:

http://www.aksam.com.tr/haberpop.asp?a=94305,11

kovulduk ey halkım unutma bizi

kara kedi'nin hediyesi kitaptır. o kara kedi, emin çölaşan ve ertuğrul özkök'ün -ve tabiatıyla aydın doğan'ın- arasına girmese bazı "gerçek"lerden kamuoyu olarak mahrum kalacakmışız demek ki. iyi ki varsın kara kedi.
şimdi buyurun çölaşan'dan ifşaatlere:

BEKiR'i iPLEMiYORLAR: Ertuğrul Özkök hep arkadan vuruyordu. Bana dokunduran köşe yazıları yazıyordu. Hükümet aleyhinde yazmamamı istiyor "Beni çarmıha germe" diyordu. Beni kimin şikayet ettiğini sorup "Tayyip mi" dedim. "Yorum yok" cevabını verdi. Peki Bekir Coşkun'u da şikayet ediyor muydu hükümet. Özkök "O mizah uslubu ile yazdığı için kimse iplemiyor" dedi. TRT'yi dolandırdığı Yargıtay kararı ile sabit olan Mehmet Ali Birant aleyhinde de yazmamam isteniyordu.

BEN CAMBAZIM: Ertuğrul bir gün bana "Ben gazeteci değilim, cambazım ve jonglörüm" dedi. Hürriyet'i yönetmek için cambazlık yaptığını, beş topu havaya atıp tutarak jonglörlük yaptığını anlatıp şunları söyledi: "Ben rüzgarın karşısında kavak ağacı gibiyim. Rüzgar nereden eserse o yöne eğilirim. Patronla uğraşıyorum, kızıyla damadıyla uğraşıyorum. Yediğim fırçaların haddi hesabı yok. Hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum. Hükümeti az yaz. Hiç merak etme biz bu iktidarla er veya geç papaz olacağız. Zamanı gelecek. Biz onlara dünyaya dar edeceğiz. Kimse merak etmesin."

FETHULLAH VE PERiNÇEK: Bir gün de Aydınlık Dergisinden alıntı yapıp yazımda kullanmıştım. Önce Özkök arayıp uyardı. Sonra Aydın Doğan (O topal'ın dergisinden yazmışsın) dedi.

Topal kim? diye sordum. Doğu Perinçek dedi.

12 Kasım 2004 günü Fethullah Gülen'le ilgili bir yazı yazmıştım. Ertuğrul aradı "Gözünü seveyim Fethullah Gülen'le, Zaman Gazetesi ile ilgili bir şey yazma" dedi.

Biz Zaman'ın dağıtımını yapıyormuşuz. Her gün 500 bin gazetenin parasını alıyormuşuz. Özkök, "Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah'ın dağıtım şirketiyle anlaşırlar. Çok para kaybederiz" dedi. Sonra zaten Zaman gazetesini ziyaret edip övgüler düzdü. Kendisine orada yakası kapalı özel Fethullah hoca gömleği armağan ettiler. Pek mutlu olmuştu.

YOLSUZLUK DOSYASI : TMSF Demirel ailesine ait Göltaş'a el koymuştu. TMSF'nin bazı çalışanları Göltaş'ın paralarını özel harcamalarında kullanıyordu. Bu belgeli haberi ekonomi muhabirimiz Çiğdem Toker yazacak, ben de bu konuda yazı yazacaktım. Haberi yazıp geçtik. Ertuğrul Özkök, Ankara'ya geldi. Belgelerin düzmece olabileceğini söyledi. "Ben bu dosyayı istanbul'da bizim muhasebe servisine bir göstereyim de onlar incelesin" demesin mi? Dosyayı vermek istemedim ama geri göndereceğini söyleyince verdim. Fakat, o dosya bir daha geri gelmedi. Haber de çıkmadı.

EMiNE HANIM: 13 Ekim 2005 günü hastayım, evde yatıyorum. Ertuğrul aradı. Ertesi günkü yazımı hatırlatıp, "Tayyip Bey'in Alman Başbakanına verdiği iftarla alay etmişsin. Oysa ne güzel bir şey yaptı. sen artık Erbakan çizgisine geldin" dedi.

Herhalde şaka yapıyordu. Sonra devam etti. Ayrıca "Emine Erdoğan'a bulaşmışsın. Patronla da kavga ediyorsun. O seni Ankara'da uyarmıştı. Hükümet'i eleştirmeni istemiyor. Haftada bir eleştir kardeşim. Araya başka şeyler koy. Kuş gribini yaz mesela. Belediyelerdeki ufak tefek yolsuzlukları yaz. iş kopma noktasına geliyor haberin olsun."

Bu sözler üzerine Özkök'e "Ne demek yani? Kimi tehdit ediyorsun! Kovarsanız kovun" dedim.

VOTKA, ŞARAP MUHABBETi : Bir gün öğlen saat 12.00'de Ertuğrul'un Shareton Oteli'nde kaldığı kral dairesine gittim. Hayatımda ilk kez kral dairesi görüyordum. "Seninle ne yapacağız" diye söze başladı. Ve şunları söyledi: "Arkadaş ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. iyi bir şarap alacak param bile yoktu. Aydın Bey bizi ihya etmedi mi, refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı ol." Sonra Ankara'da Tirilye Restoran'da Özkök'le yemek yedik. Restoran sahibi masaya 15 çeşit şarap getirdi. Ertuğrul bunların hiçbirini beğenmeyip şoförünü çağırdı. Arabasının arkasından başka bir marka şarap getirtip onu içti. Bu yemekte de yumuşak yazmamı istedi ve "Rahat edelim keyfimize bakalım. Sana istanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen votka seversin. Çok güzel votkalar göndereyim" dedi.

BENi DE KOVACAKTI: Özkök bu yemekte yazılarımda gazeteden de bahsetmemi isteyip şöyle dedi: "Patronu öv. Duygusal adamdır. Hoşuna gider. Ben patronla aranızda kalmaktan sıkıldım. Sinir sistemim bozuldu. Dün gece senin yüzünden yine şarap içmeye başladım. Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay'ı, Güneri Civaoğlu'nu getirmeye kalktı. Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim. Ne olur hükümetle iktidarla ilgili bir şey yazma. Bu POAŞ olayında anamızı ( ... )"

iNTiHAR EDECEĞiM: 8 Şubat 2007 günü Akşam Gazetesi benimle ilgili manşet atmış Hükümet aleyhine yazı yazmamam konusunda uyarıldığım belirtiliyor. Ertuğrul saat 11.00'de gazeteden aradı. "Vallahi billahi senin yüzünden intihar edeceğim. Silahla mı edeyim, kendimi gazetenin 11'inci katından mı atayım bilemiyorum". Ben de kendisine "ikisi de olmaz. ille de intihar edeceksen eşin senin elini ayağını güzelce bağlasın. Hava gazı borusunu burnuna dayasın. En kolay öyle oluyormuş" cevabını verdim.

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=273094