bugün

entry'ler (19)

leo tolstoy

rus edebiyatının önemli yazarı. dünya edebiyatında gerçekçilik akımının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. anna karanina adlı eseri sinemya ve tiyatroya da uyarlanmıştır. hristiyanlığı çok eleştiren yazıları vardır. hz. muhammed ile ilgili (onun son peygamber oluşuyla ilgili) itirafları bulunduğu söylenmektedir. (hatta tolstoy'un bu kitabını gördüm ama okumadım.) başlarda miras yoluyla çok zengin olmasına rağmen, sonra geniş halk kitlelerinin fakirlikler çektiğini görünce bütün servetini fakirlere dağıtmış ve aynı onlar gibi yaşamaya başlamış, elbiselerini kendi dikmiş, yırtılınca kendi yamamıştır.

regaib kandili

allah'a içten olarak yapılan duaların reddedilmeyeceği günlerden yalnızca biri. bütün aleme barış ve mutluluk getirmesi dilenir.

sanos

bu otobüslerin kulakları sağır edici motor gürültüsü ve uğultusu, adama yol boyunca eşlik eder. otomatik şanzımanlıdır bunlar. man motorları vardır. şanzımanlarının markası da zf dir. motor kalitesini burada aramak gerekir. işbu sebepten geri kalan kısımların dökülmesi gayet doğaldır. kısa ve körüklü versiyonları vardır. düz yolda gitseler bile yokuşlarda sigara içen koşucu gibi boğulur bunlar...

270

hele hele inciraltı'nda kalan biz öğrencilerin hem bütün camlarını indirmek istercesine nefret ettiği, hem de durakta beklenirken uzaktan salına salına gelirken "otobüsün kralı be..., koş la koş" dedirten garibanların makam aracı... genelde ikarus 260'tır bunlar ya da otomatik vitesli körüklü sanostur... balçova'dan dolaşması ise baygınlık vericidir... m

sözlükteki dokuz eylül üniversiteli yazarlar

izmir'in değişik ilçelerine yayılmış olan benim de dahil olduğum sözlük yazarları topluluğu...

eshot

bünyesinde çok eski ve konforsuz otobüslerini barındıran, ibb'ye bağlı kuruluşu... özellikle buca otobüsleri görülmeye değerdir... 515 ve 514 ile yeşildere yolunda "uçmak" çok heyecan vericidir. aslında hayatın ne kadar da boş olduğunu falan düşünmeye başlarsınız nedense... şöforleri maaşları konusunda belediye ile anlaşmazlık durumuna girdiklerinde sakal bırakırlar... yazın eshot yolculuğu tavsiye edilmez. 270 ve 670 hatları ise yılın hiçbir zamanı tavsiye edilmez...

deu

okulum... izmir'in her yerindedir o buca'da, tınaztepe'de, inciraltı'nda, hatay'da, bornova'da... iibf, işletme, tıp, gsf, buca eğitimi hukuk fakülteleri meşhurdur, alanında tanınmış pek çok simayı çıkarabilmiştir. rektörlüğü alsancak'ta fransız kültür merkezi ile yanyanadır. rektörlükte desem diye bi birim vardır. pek çok kurs ve kaliteli pek çok film izlenebilir. bazı fakültelerinde aktif eğitimidenen sistem vardır. bu, bi de iibf'ye yeni getirilen bağıl notlu çan sistemi öğrencilerin hayatını karartmakta ve onları iyice asosyal yaratıklar haline getirmektedir.

dokuz eylül üniversitesi iibf

"oleeey! izmir'de üniversite kazandım lan ben!" diyen çömez üniversitelinin okulunu ilk görüşünde fenalık geçirmesi; ama bunu yanındakilere, çevreye, ailesine çaktırmamak için yoğun çaba sarfetmesi sıradan olaylardır... hele buca'yı ve onun süper trafiğini görünce öğrenci dumur olur... derken dersler başlar... bize ilk dersimizde bahattin taylan girmişti de depresyona girmiştim iki hafta... tabii bi de nermin uyguçgiriyordu davranış bilimlerine... ama yine de eğitimi iyidir aslında. gerçekten nitelikli hocaları barındırır bünyesinde... biraz zor oldu ama seviyorum okulumu...

temenni etmek

işletme bölümü okuyan öğrencinin dördüncü sınıfa gelmiş olmasına rağmen hala daha alttan 1. sınıf dersi olan matematiği ve 2. sınıf dersi olan istatistiği alması ve bunları geçmek istemesi fiili...

utku utkulu

bize iktisat dersini sevdiren, dersi çok güzel işleyen, uzmanı olduğu mikro iktisat ve uluslararası iktisat bölümlerinde çok şey bildiğine inandığım genellikle öğrencilerine karşı güler yüzlü olan yapıcı, şeker gibi bir adamdır. derslerinde öğrencilerine karşı fatih terim mimiklerini kullanarak etkileyici olmaya çalışır. o kadar iyi bir hocadır ki, özel sebeplerden ötürü morali bozuk olan öğrencisine "hayrola, bu hafta çok kötü görünüyorsun? eğer dertleşmek istersen odama gel, beraber çay içeriz, dertleşiriz." diyecak kadar da babacan bi adamdır kendileri o genç yaşına rağmen... meslek yaşantısında başarılı olması için dua edilesi bi adamdır kendileri... ödevleri meşhurdur...yapmayanın finalden geçmesi için bayağı kasması lazımdır...

namaz

namaz hareketlerinin, rükûnun, secdenin, arada yapılan hareketlerin ve dolaşım sistemine büyük fayda verdiği bilimsel olarak ispatlanmış olan, dinimizin direği olan ibadet şeklidir. günde 5 vakittir. zamanı onunla tanzim edebilirsiniz. dünyanın malları, parası, yalanı-dolanı, pisliği içinden çıkıp gidip temiz bir suyla abdest alırsınız ve size her türlü nimeti veren allah'a şükür edersiniz, onunla sohbet edersiniz, halinizi, zayıflığınızı arz edersiniz. hakkıyla eda edildiğinde kesinlikle rahatlatıcıdır.

bahattin taylan

okula başladığım ilk gününün ilk dersinin hocası...

ilk gün zaten kimse kimseyi tanımıyor, gurbetten üniversite okumaya gelmişim, yurtta o gece salak bi çöm şakasına kurban gitmişim, korkuyorum, bi yandan da seviniyorum; ama sevinemiyorum. "bu ne lan böyle okul, böyle bina mı olur?" diyorum. derken d bilmem ne anfisine girdik. anfide pencere yok gibi bişey! anfinin kürsüsünün arkasında ne idüğü belli olmayan bi kapı... içeri şişmanca ciddi bi adam girer... o sırada bizim sınıfın kızları yeni tanışıyo, yazık kızın biri orda gülüverdi... sen misin o gülen?!? "bu sınıfta bi daha son gülüşünüz olur! atarım!" (tempo: unakıtan babanın "babalar gibi satarım!" ama yüz ifadesi çok sert...) hoca devam ediyor: (tempo: yavaş) "bu sınıfta ben espri yaparım, ben gülerim, siz gülemezsiniz! atarım, gereği neyse yaparım!" birbirini daha sonra tanıyacak arkadaşlar birbirine "nooluyo lan?" dercesine bakınır... hoca devam eder: "geçen yıl salak bi kız aynı böyle gülüyordu, yüzüne karşı birşeyler söyledim. hala daha gülüyordu, sonra dışarı çıktı, kendini tuvalete kapatmış ağlıyordu!" "allah allah!" diyorum içimden, " şimdi ayvayı yedik..." sonra "aileniz olmasa benim gözümde pul kadar bile değeriniz yok. ben sevilmem bu okulda öğrenciler tarafından. siz de sevmeyeceksiniz, sevmenizi de beklemiyorum zaten! zaten ben de sizi sevmiyorum!" diyen, beni benden eden, ilk yıl okuldan nefret etme sürecinde etkin rol oynamış hocam, hocamız... herşeye rağmen garip bi şekilde saygı ve sevgi duyguları beslerim kendilerine. dördüncü sınıfa geldim, hala matematik alıyorum. derslerine hiçbir zaman konsantre olamadım. bize baktığı zaman ondan korkuyorum, ben bile... bu yüzden hiçbir sezon derslerine düzenli devam edemedim ama bu yıl son sınıftır... (bkz: joseph joseph) son sınıfta hakkaten öğrenci bırakmayan hocadır. (bkz: temenni etmek)

bi keresinde okulun önünden 670'e bi keresinde de 514'e bindiğini gördüm. o zaman daha bi saygı duydum kendisine nedense...

üç aylar

haram aylardiye de bilinir. haram aylar denmesinin sebebi islamiyetten öceki arabistan'da araplar bu aylara geldiğinde atalarından kalma inanışlara göre birbirlerine ateşkes ilan ederler, yolda yürürken en azılı iki düşman karşılaştığında normal zamandan farklı olarak birbirlerine dokunmadan geçerlermiş. eski araplar bu aylarda birbirine zarar vermeyi haram olarak nitelendirmişlerdir. ay takvimine göre üç aylar recep, şaban ve en sonunda ramazandır. ayrıca bugün itibarıyla ilk gününü idrak ettiğimiz aylardır. hayırlı uğurlu ola...

kiza pelus ayi hediye etmek

berbat bi durumdur... hele hatun kişi sizden özel bi renk talep etmişse ve bu renk öyle her yerde bulunamıyorsa ve siz de hakkaten safça o kızı sevmişseniz ve o kız o anda yanınızda, izmir'de değilse... izmir'de kemeraltı'nın altına üstüne getirirsiniz... ana buldum... 'bu ne kadar olacak abi?' diye pazarlık yaparsınız oyuncakçıkar sokağındaki abiyle... o kadar mutlusunuzdur ve heveslisinizdir ki abi peluş ayının fiyatını düşürmez. adam enayi mi? kemeraltı sokaklarından o dev ayıyla yüzünüz daha yeni baba oluvermiş bi baba gibi şapşal şapşal gülersiniz... esnaf ve görenler gülümser, çoğo alay geçmek içindir tabi... ama siz o kadar çok seversiniz ki bunların hiç mi hiç önemi yoktur. bunu bi de kargoya verirsiniz. kargocular birbirine bakar. gülerler. "ben dayıyım" dersiniz. karşıda adresini verdiğiniz kız da sizin evlenip sonradan soyadını değiştiren ablanızdır... dev ayı poşete konur. sarılır, sarmalanır ve gönderilir. cebinizde sigara almaya paranız kalmamıştır; ama olsundur...

sonra mı, sonra sizin "biricik" aşkınızı siz başka biriyle yakalarsınız ve düşler sona erer...

joseph haydn

klasik müziğin babası. (bkz: babacan) orta yaşlarında bile orkestrasında çalışan gençlere "çocuğum" dermiş. yapıtları tam klasik müzik çağının eserleridir. mozart'la baya iyi anlaşmışlardır. hatta haydn, çok dindar olmasına rağmen mozart'ın iknasıyla mason loncalarına girmiştir. haydn, beethoven'e bi ara armoni dersleri vermiş, ancak bu garip yaratığın müziksel istikbali hakkında pek bi endişelenmiştir. beethoven ile haydn önceleri iyi geçinemeseler bile sonradan beethoven, haydn'ın önünde diz çöküp onun yetkin olduğunu kabul etmiştir.

jupiter senfonisi

mozart'ın 41 nolu re major KV 551 numaralı son senfonisi. 4 bölümden oluşur:

1. allegro vivace: sertçe, erkekçe bir girişi vardır. hüzünle karışık neşeyi ve bazen de gizli bir isyanı barındırır. bir kitapta okuduğuma göre mozart çocuğunu hastalıktan kaybettikten sonra bu senfonisini yazmıştır. yine heyecanla, neşeyle biter.

2. andante vivace: çok yavaşça yaylılarla giriş yapar. gitgide karamsar bir havaya bürünür. sizi de karamsar bir havaya sokar. şarkının buralarında geçmişimi düşünürüm ben. boğulurum kaybolurum. sonra yoğun bir sigara içme isteği... aa, sonra bi de bakarsınız şarkıda yaylılarla üflemeliler yukarı doğru, sanki bir gül açımı şeklinde size umut verir. ya acayiptir işte... yanında şarap marap tavsiye edilmez.

3. menuetto, alegertto: herşey vardır bu şarkıda. kadere isyan ve kadere boyun eğmek bir aradadır. hayat sürer tadında yazılmış bir şarkıdır. sonunda umutlanırsınız.

4. finale: molto allegro: yaşam hakkaten devam eder. hırsla, neşeyle, hareketle ve klasik müzik döneminin klasik final coşkularıyla sizi de coşkulandırarak biter. polifonik yapısı ön plandadır. özellikle son bölümlerde.

senfoni başından sonuna hayatın iyi bi maketi gibidir. tavsiye edilir.

wolfgang amadeus mozart

kendileri richard wagner'e göre tüm zamanların gelmiş geçmiş en büyük sanat adamıdır ama mezarının yeri bile tam olarak bilinmemektir bugün, yazıktır...

mozart'ta notaların akışını bulursunuz. onda beethoven'deki gibi duygusal ve hissi patlamalar pek görülmez. müziği alternatif tıpta terapi için araştırmalara konu edilmiştir. Faydalıdır. (harbiden faydalıdır da, kendimden biliyorum...) (bkz: mozart etkisi)

manyaktır, delidir, dehadır, kova burcudur. jüpiter senfonisi şiddetle tavsiye edilir. buradan bu şiddetle tavsiye ettiğim o senfoninin iki hafta gibi uzun, hem de çooo...oook uzun bir sürede yazılmış olduğunu da belirtelim...

dinleyiniz, dinletiniz...

ludwig van beethoven

"devam edin; sanatı yalnız uygulamayın, onun kalbine nüfuz edin; bunu hak ediyor; çünkü sanat ve bilim insanı tanrısallığa yüceltebilir." (1812)demiş kendileri daha ne diyelim ki üzerine?

ludwig van beethoven

bir kitapta manik-depresif olduğunu okuduğum bu zat 1. senfonisini yazdıktan sonra sağır olmaya başlamış. gitgide sağırlaşmış ve artık 6. pastoral senfonisini yazdığında neredeyse sağırlaşmıştır. bir müzisyen için sağır olmak büyük bir şanssızlıktır. bu durumda müzisyenin müzik yapamaması ve eğer müzik yapsa bile eskisinden teknik olarak daha kötü eserler yaratması gayet doğaldır. ama beethoven, sağır olduktan sonra, sağır olmadan önceki eserlerine kıyasla hem duydu hem de teknik olarak daha güzel eserler bestelemiş, müzikte klasikçilikten romantizme doğru geçmiştir. zaten 9. senfonisiyle tüm zamanlara damgasını vurmuş, konser sonunda bagetini atmış, elini yukarıya kaldırmış ve "sen benim bir parçamı alsan da ben hala senin yapabildiklerini yapabiliyorum!" diyerek haykırmış ve elleri kulaklarında konser salonunu koşa koşa terk etmiştir. derler ki: mozart ne kadar iyi bir müzik şairiyse beethoven de o kadar iyi bir müzik filozofudur. doğrudur. mozartın şiirlerindeki muazzam teknik beethoven'de belki yoktur ama beethoven'deki duygu yoğunluğu ve notaların birşeyleri anlatışı bence ikisini dengeler.