bugün
- 17 şubat 2025 çaykur rizespor galatasaray maçı11
- türkiyenin en çirkin şehirleri17
- arkadaşlar iş var mı10
- menuet'e burs veriyoruz kampanyası10
- evleniceğin kadını kaybetmek16
- menuet'in beni favlaması13
- aykolik'e burs veriyoruz kampanyası14
- hayattaki amacınız ne27
- recep tayyip erdoğan11
- işten gelip hanımın sıcacık göğsünde uyumak18
- depremden korkan erkek8
- chp'nin cumhurbaşkanı adayına mecbur değiliz14
- 17 şubat 2025 ankara depremi15
- cumhurbaşkanına hakaret suçu12
- gözleri kapatıp sadece kadın vücudu düşünmek10
- 16 şubat 2025 fenerbahçe kasımpaşa maçı16
- 17 şubat 2025 galatasaray'a verilen penaltı12
- sözlükte tek kalsanız yazmaya devam eder misiniz8
- bugün benim dogum günüm12
- evli erkeğin gözünün dışarıya kayma sebebi21
- mervelere diye mertlere giden sözlük erkeği9
- rte'nin hala yüzde 45 oy alabilmesi20
- uludağ sözlük 2025 hataları15
- bazı erkeklerin gerizekalı olması18
- gıdı liposuction11
- ekşi sözlüğün yazar alımına kapalı olması16
- bugün lahmacun yiyecek olmam19
- nervio'nun önceki hali vs sonraki hali9
- hatundan istemek10
- kayıplara karışanlar listesi15
- mevcuttaki sözlük kızı sayısı33
- sözlüğe görsel ekleyememek8
- instagram kullanmayanlar mağarada yaşasın18
- sözlüğün en ünlü yazarının ses tonu9
- para için birlikte olan kadın11
- kahtalı mıçı10
- galatasaray'ın üzerindeki kara bulutlar13
- instagram da stalklayan görülüyor mu9
- normal sözlüğe akın eden uludağ yazarları10


entry'ler (1576)
‘Gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam’ da yeterli olmuyor artık, depreme de meydan okuması gerekiyor.
instagramın’da 3-5 aile efradı dışında erkek bulunmayan, profili kapalı kız varsa alırım.
Sorumlular hesap verir mi bilmem ama sorumluları belirlemenin baya çetrefilli olacağı kesin.
Çünkü olayın hukuki zemini çok muğlak. Şöyle ki;
yaşanan olayda bir kere bolu belediyesi’nin herhangi bir sorumluluğu yok.
Otelin olduğu bölge bolu merkez itfaiye müdürlüğü’nün yetki alanında değil. Yangın yeterlilik yazısının 2007 yılında bolu belediyesi’nden alınmış olması hala oranın yetki alanında olduğunu göstermez. ikincisi, ilgili belge, işletmenin sadece ve sadece o tarihte yangın yeterliliğine sahip olup faaliyete başlayabileceğini gösterir. O günden itibaren ilelebet süren bir garanti belgesi değildir
binaların yangından korunması hakkında yönetmelik’in ‘denetim’ başlığı altında deniyor ki;
“MADDE 131- (1) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığı aşağıdaki şekilde denetlenir:
a) Özel yapı, bina, tesis ve işletmeler, mahalli itfaiye teşkilatı ile bunların bağlı veya ilgili olduğu bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının müfettişi, kontrolör veya denetim elemanları tarafından denetlenir. Bina sahibi, yöneticisi ve sorumluları denetim elemanlarınca binaların arzu edilen bütün bölümlerini ve teçhizatını göstermek, istenilen bilgi ve belgeleri vermek zorundadır. Denetim sonunda eksik bulunan ve giderilmesi istenilen aksaklıklar ile talep edilen önlemlerin öngörülen uygun süre içerisinde ilgililerce yerine getirilmesi mecburidir.”
Haliyle Mahalli itfaiye teşkilatı bolu belediyesi itfaiye müdürlüğü değildir. Ya seben belediyesi itfaiye müdürlüğüdür yahut kartalkaya’nın dahil olduğu Köroğlu Dağı Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’nin varsa özel düzenlemelerindeki birimdir.
Ayrıca, ilgili maddeden de anlaşılacağı üzere denetim yükümlülüğü sadece itfaiye üzerinde değildir, işletmenin bağlı veya ilgili olduğu bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının da yükümlülüğü vardır.
Yani yönetmelik, işletmenin bağlı/ilgili olduğu kurumlar denetim yaparken, işletmenin bir zamanlar (örneğin 15 yıl önce) anlık yangın yeterliliğine ilişkin herhangi bir itfaiyeden aldığı yazıya bakar, bunu yeterli görür, demiyor. Yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığına ilişkin, işletmenin bağlı ve ilgili olduğu kurumlara da denetim yükümlülüğü öngörüyor.
Peki yönetmelikte; itfaiye, ilgili bakanlık veya diğer kamu kurum kuruluşları için hangi periyotta denetim öngörülüyor?
Olayın nirengi noktası da burası işte. Çünkü Böyle bir düzenleme yok.
Madde 125: “ Yapı, bina, tesis ve işletmelerde yangın güvenliğinden; kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda en büyük amir, diğer bina, tesis ve işletmelerde ise sahip veya yöneticiler sorumludur.”
Yani Yangın güvenliğini sağlama yükümlülüğü, işletme tüzel kişiliğini temsilen mülk sahibi veya ilgili yöneticide. Gelgelelim buna uyulup uyulmadığının periyodik olarak denetlenmesi yahut yangın yeterliliğin geçerlilik süresi diye bir şey yok.
Peki Yürürlükteki mevzuata göre işler nasıl yürüyor?
işletmenin, yangın güvenliğini etkileyecek herhangi bir yapısal/organizasyonel değişiklik halinde ilgili kurumlardan denetleme talep etmesi, uygunluk yazısı alması beklenir.
Peki mevcut olayda ‘yangın yeterlilik belgesi’ neden 2007 tarihli?
Çünkü yönetmelik 2007’de çıktı. işletmeler ruhsat alabilmek yahut ruhsatlarını koruyabilmek için gerekli düzenlemeleri yaparak itfaiyeye başvurdu ve uygunluk yazısını aldı.
Verilen yazı, faaliyete başlamaya uygun olduğunu ancak yangın güvenliğinden işletmenin sahibi veya yöneticisinin sorumlu olduğunu söyler.
Bir diğer deyişle; benim denetimim anlıktır, işletme bu şartlarda faaliyete başlayabilir ama bu şartları korumak, değişen şartlara uymak ve genel olarak yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlamak işletmenin sorumluluğundadır, denir. Kısacası, gerisi beni bağlamaz, diyor.
Türkiye’de ruhsat alan milyonlarca işletme bu şekilde ruhsat alıyor. ikamet amaçlı binaları da işin içine katarsanız, kaç milyon ediyor, siz hesaplayın.
Zaten buna her ne kadar yeterlilik belgesi falan dense de, aslında bu bir belge değil. Hukuki olarak bir belge niteliği taşımıyor. “itfaiye geldi, o an için yangın güvenliği yönünden faaliyete başlamama engel bir durum görmedi” yazısıdır.
Dahası, bir denetim raporu niteliğini de haiz değildir.
Hatta dahası, re’sen inceleme sonucunda yazılan bir yazı da değildir. Yazının başındaki ‘ilgi’ bölümünden de anlaşılacağı üzere, bir cevap yazısıdır. işletme itfaiyeye “yangın yeterliliğimin değerlendirilmesi” içerikli bir dilekçe yazar, itfaiye değerlendirme sonucu bir cevap yazısı yazar ve son paragrafa mealen “sonrası seni bağlar, haberin olsun” der. işletme de ruhsat veya diğer belgelendirmeler için ilgili kurumlara talepleri halinde bu yazıyı gösterir. işte hepsi bu.
Dolayısıyla otelin 2007 yılında aldığı yeterlilik yazısından yola çıkıp hukuki sorumlu aranmaz.
Ne yazık ki, aynı durum bütün binalar için de geçerli. Toplanma amaçlı (sinema, tiyatro, kongre merkezi vs) binalarda da durum bu.
Bir bakın bakalım kaç işletme ruhsatı aldıktan sonra bir daha yangına dair herhangi bir denetim görüyor?
Çevrenize bir bakın; işletmeler ruhsatı aldığı günün hemen ertesinde fiziki şartları baştan aşağı değiştirecek (sundurma çıkma, kaçak kat, alan genişletme, yeni bölme ekleme, yangın yükünü arttıracak depolama vs.) şeyler yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı? Bunlardan kaç tanesi bu tür değişiklik ertesinde tekrardan ilgili bakanlığa ya da mahalli belediye itfaiyesine başvurup yangın yeterliliği devam ediyor mu diye yazı yazıyordur sizce?
18 senede ne değişiklikler olur, siz hesap edin vs vs.
Konuya dönersek;
Buradaki savcılık soruşturması, sorumluların tayini ve görevi ihmal olup olmadığıyla alakalı olacaktır.
Yönetmeliğe göre Sorumlular; mahalli belediye, ilgili bakanlık, ilgili kamu kurumları ve (eğer yangına ilişkin özel düzenleme varsa) turizm koruma gelişim bölgesinden sorumlu kurumdur.
Denetim anlamında Görevi ihmal var mıdır?
Yönetmelik periyot belirtmiyor ama bunlar tarafından denetlenir, diyor. (Yangın yeterlilik yazısı o anı bağladığı için onun konuyla ilgisi yok) ilgili madde yetkiyle birlikte sorumluluk belirtir şekilde düzenleme getirmiş.
Dolayısıyla seben belediyesi ve işletmeyle ilgili kurum ve kuruluşlar müteselsil sorumlu. Gelgelelim, periyot belirtilmediği için neyi baz alacaksın? Denetim yükümlülüğü nasıl, hangi şartlarda ve hangi aralıklarla yerine getirilir? Mevzuatta düzenlenmemiş.
Mahalli belediye diyecek ki, benle ne alakası var, zaten ruhsatlı işletme, yönetmelik yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlama sorumluluğunu işletmeye vermiş. Bakanlık diyecek ki, ben 2007 tarihli bir yazıda uygunluk gördüm, yangın mevzusunda gerisi beni bağlamaz, ben turizm açısından denetledim. Bolu belediyesi diyecek ki, ben 2007’de faaliyete başlama için uygunluk yazısı vermişim, sonra adamların içeriyi nasıl değiştirdiğine, önlem alıp almadığına dair nereden bilgim olsun, zaten ben mahalli belediye de değilim, orası (artık) yetki alanımda da değil. Mahalli belediye diyecek ki, benim zaten re’sen denetim yetkim yok.
Bu arada, Olay siyasi çekişmeye döndüğünden işletmenin yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlama yükümlülüğünden bahseden yok. Gerçi her halukarda ilgili yöneticiler yargılanır. (Ama Muhtemelen mülk sahibi yırtar)
Tabi bu konuya ilişkin, ilgili kurumlara (seben belediyesi veya ilgili bakanlık vs) iletilen eski bir şikayet varsa ve buna istinaden denetim olmamışsa o kurum denetim yönünden birincil sorumlu haline gelir.
Bunun dışında “yangın merdiveni vardı” denilen bakanlık açıklamasına istinaden sosyal medyada “hani yangın merdiveni yok” diyenlerin sanırım bilmediği konu şu; yangın kaçış merdivenleri her zaman bina dışında olmak zorunda değil, bina içinde de olabilir. O konuda otelin cephe fotoğraflarından çıkarım yapılamaz.
Durumun hukuki boyutu böyle.
Denetim anlamında Mevzuat mı yoksa kurumlar mı suçlu, tartışılır.
Ama her ne olursa olsun ölen öldüğüyle kalacak ve siyasi çekişmelerle oluşan gündem dağıldığında kimse bu olayı hatırlamayacak.
Çünkü olayın hukuki zemini çok muğlak. Şöyle ki;
yaşanan olayda bir kere bolu belediyesi’nin herhangi bir sorumluluğu yok.
Otelin olduğu bölge bolu merkez itfaiye müdürlüğü’nün yetki alanında değil. Yangın yeterlilik yazısının 2007 yılında bolu belediyesi’nden alınmış olması hala oranın yetki alanında olduğunu göstermez. ikincisi, ilgili belge, işletmenin sadece ve sadece o tarihte yangın yeterliliğine sahip olup faaliyete başlayabileceğini gösterir. O günden itibaren ilelebet süren bir garanti belgesi değildir
binaların yangından korunması hakkında yönetmelik’in ‘denetim’ başlığı altında deniyor ki;
“MADDE 131- (1) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığı aşağıdaki şekilde denetlenir:
a) Özel yapı, bina, tesis ve işletmeler, mahalli itfaiye teşkilatı ile bunların bağlı veya ilgili olduğu bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının müfettişi, kontrolör veya denetim elemanları tarafından denetlenir. Bina sahibi, yöneticisi ve sorumluları denetim elemanlarınca binaların arzu edilen bütün bölümlerini ve teçhizatını göstermek, istenilen bilgi ve belgeleri vermek zorundadır. Denetim sonunda eksik bulunan ve giderilmesi istenilen aksaklıklar ile talep edilen önlemlerin öngörülen uygun süre içerisinde ilgililerce yerine getirilmesi mecburidir.”
Haliyle Mahalli itfaiye teşkilatı bolu belediyesi itfaiye müdürlüğü değildir. Ya seben belediyesi itfaiye müdürlüğüdür yahut kartalkaya’nın dahil olduğu Köroğlu Dağı Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’nin varsa özel düzenlemelerindeki birimdir.
Ayrıca, ilgili maddeden de anlaşılacağı üzere denetim yükümlülüğü sadece itfaiye üzerinde değildir, işletmenin bağlı veya ilgili olduğu bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının da yükümlülüğü vardır.
Yani yönetmelik, işletmenin bağlı/ilgili olduğu kurumlar denetim yaparken, işletmenin bir zamanlar (örneğin 15 yıl önce) anlık yangın yeterliliğine ilişkin herhangi bir itfaiyeden aldığı yazıya bakar, bunu yeterli görür, demiyor. Yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığına ilişkin, işletmenin bağlı ve ilgili olduğu kurumlara da denetim yükümlülüğü öngörüyor.
Peki yönetmelikte; itfaiye, ilgili bakanlık veya diğer kamu kurum kuruluşları için hangi periyotta denetim öngörülüyor?
Olayın nirengi noktası da burası işte. Çünkü Böyle bir düzenleme yok.
Madde 125: “ Yapı, bina, tesis ve işletmelerde yangın güvenliğinden; kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda en büyük amir, diğer bina, tesis ve işletmelerde ise sahip veya yöneticiler sorumludur.”
Yani Yangın güvenliğini sağlama yükümlülüğü, işletme tüzel kişiliğini temsilen mülk sahibi veya ilgili yöneticide. Gelgelelim buna uyulup uyulmadığının periyodik olarak denetlenmesi yahut yangın yeterliliğin geçerlilik süresi diye bir şey yok.
Peki Yürürlükteki mevzuata göre işler nasıl yürüyor?
işletmenin, yangın güvenliğini etkileyecek herhangi bir yapısal/organizasyonel değişiklik halinde ilgili kurumlardan denetleme talep etmesi, uygunluk yazısı alması beklenir.
Peki mevcut olayda ‘yangın yeterlilik belgesi’ neden 2007 tarihli?
Çünkü yönetmelik 2007’de çıktı. işletmeler ruhsat alabilmek yahut ruhsatlarını koruyabilmek için gerekli düzenlemeleri yaparak itfaiyeye başvurdu ve uygunluk yazısını aldı.
Verilen yazı, faaliyete başlamaya uygun olduğunu ancak yangın güvenliğinden işletmenin sahibi veya yöneticisinin sorumlu olduğunu söyler.
Bir diğer deyişle; benim denetimim anlıktır, işletme bu şartlarda faaliyete başlayabilir ama bu şartları korumak, değişen şartlara uymak ve genel olarak yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlamak işletmenin sorumluluğundadır, denir. Kısacası, gerisi beni bağlamaz, diyor.
Türkiye’de ruhsat alan milyonlarca işletme bu şekilde ruhsat alıyor. ikamet amaçlı binaları da işin içine katarsanız, kaç milyon ediyor, siz hesaplayın.
Zaten buna her ne kadar yeterlilik belgesi falan dense de, aslında bu bir belge değil. Hukuki olarak bir belge niteliği taşımıyor. “itfaiye geldi, o an için yangın güvenliği yönünden faaliyete başlamama engel bir durum görmedi” yazısıdır.
Dahası, bir denetim raporu niteliğini de haiz değildir.
Hatta dahası, re’sen inceleme sonucunda yazılan bir yazı da değildir. Yazının başındaki ‘ilgi’ bölümünden de anlaşılacağı üzere, bir cevap yazısıdır. işletme itfaiyeye “yangın yeterliliğimin değerlendirilmesi” içerikli bir dilekçe yazar, itfaiye değerlendirme sonucu bir cevap yazısı yazar ve son paragrafa mealen “sonrası seni bağlar, haberin olsun” der. işletme de ruhsat veya diğer belgelendirmeler için ilgili kurumlara talepleri halinde bu yazıyı gösterir. işte hepsi bu.
Dolayısıyla otelin 2007 yılında aldığı yeterlilik yazısından yola çıkıp hukuki sorumlu aranmaz.
Ne yazık ki, aynı durum bütün binalar için de geçerli. Toplanma amaçlı (sinema, tiyatro, kongre merkezi vs) binalarda da durum bu.
Bir bakın bakalım kaç işletme ruhsatı aldıktan sonra bir daha yangına dair herhangi bir denetim görüyor?
Çevrenize bir bakın; işletmeler ruhsatı aldığı günün hemen ertesinde fiziki şartları baştan aşağı değiştirecek (sundurma çıkma, kaçak kat, alan genişletme, yeni bölme ekleme, yangın yükünü arttıracak depolama vs.) şeyler yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı? Bunlardan kaç tanesi bu tür değişiklik ertesinde tekrardan ilgili bakanlığa ya da mahalli belediye itfaiyesine başvurup yangın yeterliliği devam ediyor mu diye yazı yazıyordur sizce?
18 senede ne değişiklikler olur, siz hesap edin vs vs.
Konuya dönersek;
Buradaki savcılık soruşturması, sorumluların tayini ve görevi ihmal olup olmadığıyla alakalı olacaktır.
Yönetmeliğe göre Sorumlular; mahalli belediye, ilgili bakanlık, ilgili kamu kurumları ve (eğer yangına ilişkin özel düzenleme varsa) turizm koruma gelişim bölgesinden sorumlu kurumdur.
Denetim anlamında Görevi ihmal var mıdır?
Yönetmelik periyot belirtmiyor ama bunlar tarafından denetlenir, diyor. (Yangın yeterlilik yazısı o anı bağladığı için onun konuyla ilgisi yok) ilgili madde yetkiyle birlikte sorumluluk belirtir şekilde düzenleme getirmiş.
Dolayısıyla seben belediyesi ve işletmeyle ilgili kurum ve kuruluşlar müteselsil sorumlu. Gelgelelim, periyot belirtilmediği için neyi baz alacaksın? Denetim yükümlülüğü nasıl, hangi şartlarda ve hangi aralıklarla yerine getirilir? Mevzuatta düzenlenmemiş.
Mahalli belediye diyecek ki, benle ne alakası var, zaten ruhsatlı işletme, yönetmelik yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlama sorumluluğunu işletmeye vermiş. Bakanlık diyecek ki, ben 2007 tarihli bir yazıda uygunluk gördüm, yangın mevzusunda gerisi beni bağlamaz, ben turizm açısından denetledim. Bolu belediyesi diyecek ki, ben 2007’de faaliyete başlama için uygunluk yazısı vermişim, sonra adamların içeriyi nasıl değiştirdiğine, önlem alıp almadığına dair nereden bilgim olsun, zaten ben mahalli belediye de değilim, orası (artık) yetki alanımda da değil. Mahalli belediye diyecek ki, benim zaten re’sen denetim yetkim yok.
Bu arada, Olay siyasi çekişmeye döndüğünden işletmenin yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlama yükümlülüğünden bahseden yok. Gerçi her halukarda ilgili yöneticiler yargılanır. (Ama Muhtemelen mülk sahibi yırtar)
Tabi bu konuya ilişkin, ilgili kurumlara (seben belediyesi veya ilgili bakanlık vs) iletilen eski bir şikayet varsa ve buna istinaden denetim olmamışsa o kurum denetim yönünden birincil sorumlu haline gelir.
Bunun dışında “yangın merdiveni vardı” denilen bakanlık açıklamasına istinaden sosyal medyada “hani yangın merdiveni yok” diyenlerin sanırım bilmediği konu şu; yangın kaçış merdivenleri her zaman bina dışında olmak zorunda değil, bina içinde de olabilir. O konuda otelin cephe fotoğraflarından çıkarım yapılamaz.
Durumun hukuki boyutu böyle.
Denetim anlamında Mevzuat mı yoksa kurumlar mı suçlu, tartışılır.
Ama her ne olursa olsun ölen öldüğüyle kalacak ve siyasi çekişmelerle oluşan gündem dağıldığında kimse bu olayı hatırlamayacak.
oyundan bağımsız olarak ben muslera’dan sıkıldım artık ya! Son zamanlarda ortalama kaleci performansını hiç aşamıyor. Tamam, büyük kaleci, tamam yetenekleriyle bize şampiyonluk da yaşattı ama Bundan sonra daha iyiye gidecek gibi gözükmüyor. Bir lorik cana takası daha lazım bize.
Atkinsons’ın en erkek kokusu.
görsel
bugüne kadar denediğim bütün odunsu parfümlerin açık ara en iyisi.
sandal, sedir, ud gibi en oturaklı kokular üzerine bir de deri notası var.
sanki sadece takım elbise üzerine kaşmiş pardesü, eldiven, deri ayakkabı, puro kombini için yapılmış gibi. otoriter, kendinden emin ne varsa onu temsil ediyor.
tom ford ombre leather ve oud wood bir araya gelse bu kokuya yaklaşamaz.
atkinsons oud save the king’ten sonra atkinson’ın bence en iyi kokusu.
kötü yanı, kış mevsimi haricinde kullanılacak bir şey değil
görsel
bugüne kadar denediğim bütün odunsu parfümlerin açık ara en iyisi.
sandal, sedir, ud gibi en oturaklı kokular üzerine bir de deri notası var.
sanki sadece takım elbise üzerine kaşmiş pardesü, eldiven, deri ayakkabı, puro kombini için yapılmış gibi. otoriter, kendinden emin ne varsa onu temsil ediyor.
tom ford ombre leather ve oud wood bir araya gelse bu kokuya yaklaşamaz.
atkinsons oud save the king’ten sonra atkinson’ın bence en iyi kokusu.
kötü yanı, kış mevsimi haricinde kullanılacak bir şey değil
ya tamam yüzük cezbedici falan da, daha önce zaten bir sefer o işin ucundan dönülmüşlüğü var. Yüzük hüküm dağında lavların ucuna kadar getirilerek yok etme denemesi yaşanmış aga. Eleman son anda vazgeçerken ayağı kaysa geçmiş olsun amk, onca varsayım boşa gitti.
Millet lavın kenarında uyanıyor mevzuya. böyle lüzumsuz risk için bile bir önlem alınır. Zaten dağ taş ork amk, bir bölük de oraya ayırırsın, olur biter. bir nöbet çizelgesiyle çözülür iş.
Dünya üzerinde yüzüğün yok edilebilir olduğu tek bir yer var ve oraya önlem almıyorsun. Lan ben olsam o lavların falan üstünü silme çelik konstrüksiyonla kapattırır, üzerine beton döker, kenara köşeye derz dolgu yaptırırım.
Yüzüğünü atmaya gelen ork bölüğünü aşsa bile göt gibi kalakalır orada. Buranın ıslah çalışmaları Hüküm dağı belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Hadi amk, napacanız şimdi!
Millet lavın kenarında uyanıyor mevzuya. böyle lüzumsuz risk için bile bir önlem alınır. Zaten dağ taş ork amk, bir bölük de oraya ayırırsın, olur biter. bir nöbet çizelgesiyle çözülür iş.
Dünya üzerinde yüzüğün yok edilebilir olduğu tek bir yer var ve oraya önlem almıyorsun. Lan ben olsam o lavların falan üstünü silme çelik konstrüksiyonla kapattırır, üzerine beton döker, kenara köşeye derz dolgu yaptırırım.
Yüzüğünü atmaya gelen ork bölüğünü aşsa bile göt gibi kalakalır orada. Buranın ıslah çalışmaları Hüküm dağı belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Hadi amk, napacanız şimdi!
Öğretmenlerin son zamanlarda öğrencileri kaydedip sosyal medya etkileşimi kasması dışında bir sorun göremedim.
böyle konuların üniversite eleştirmek için kullanılması bana gereksiz geliyor.
işte yakışıklı güvenlik gelmiş. E gelsin amk, boş beleş etkinlik işte. bilmem ne kulübü sırf geyiğine çağırabilir, giden öğrenciler de hayatın sırrını bulma umuduyla gitmemiştir, goygoyuna gitmiştir zaten.
Amk bizim zamanımızda yazarları, gastecileri, tv programcılarını falan çağırırlardı, bu amına koduklarım da karşısında soru sormaya hevesli genç çocukları görünce baya kanaat önderi havalarına girerlerdi. Hepsini toplasan bir sike derman değiller, alayının da sadece ekmeğinde olduğunu zaten zaman apaçık gösterdi.
Keşke bizim zamanımızda da böyle boş beleş şeyler daha çok olsaymış.
işte yakışıklı güvenlik gelmiş. E gelsin amk, boş beleş etkinlik işte. bilmem ne kulübü sırf geyiğine çağırabilir, giden öğrenciler de hayatın sırrını bulma umuduyla gitmemiştir, goygoyuna gitmiştir zaten.
Amk bizim zamanımızda yazarları, gastecileri, tv programcılarını falan çağırırlardı, bu amına koduklarım da karşısında soru sormaya hevesli genç çocukları görünce baya kanaat önderi havalarına girerlerdi. Hepsini toplasan bir sike derman değiller, alayının da sadece ekmeğinde olduğunu zaten zaman apaçık gösterdi.
Keşke bizim zamanımızda da böyle boş beleş şeyler daha çok olsaymış.
şimdi düşündüm de, çok mide bulandırıcı bir şey lan.
Olm bunların ağzını yüzünü kedi köpek yalıyor vıcık vıcık.
Bundan sonra kedisi köpeği olan kızlarla çıkmama kararı aldım. Hepimiz için hayırlı olsun inşallah.
Olm bunların ağzını yüzünü kedi köpek yalıyor vıcık vıcık.
Bundan sonra kedisi köpeği olan kızlarla çıkmama kararı aldım. Hepimiz için hayırlı olsun inşallah.
Olamazdınız.
bu konuda beni en rahatsız eden şey, dtcf’ye okumaya gelip dhkp-c (kısmen pkk) sempatizanı haline gelen taşralı kızlardır.
Başlarında öğrenci kisvesinde terörist bir orospu evladı, dayı, öcalan ot bok içerikli slogan verir, bunlar da bağıra bağıra slogan atarlar.
Kızım senin yedi sülalen aydınlı, kırşehirli falan amk, senin ne işin olur bu terörist takımıyla?
Bunların bu denli kolay kafalanması oldum olası uyuz etmiştir beni.
Başlarında öğrenci kisvesinde terörist bir orospu evladı, dayı, öcalan ot bok içerikli slogan verir, bunlar da bağıra bağıra slogan atarlar.
Kızım senin yedi sülalen aydınlı, kırşehirli falan amk, senin ne işin olur bu terörist takımıyla?
Bunların bu denli kolay kafalanması oldum olası uyuz etmiştir beni.
allah rahmet etsin, büyük sanatçıydı. Çocukluk döneminde çok dinlerdim. (Nasıl bir çocukluk geçirdiysem artık!)
Sabahçı kahvesi, emmioğlu, yüreğimde çarpıyorsun, yıldızlar da kayar, akşam güneşi ile hatırlayacağım kendisini.
Sabahçı kahvesi, emmioğlu, yüreğimde çarpıyorsun, yıldızlar da kayar, akşam güneşi ile hatırlayacağım kendisini.
serkan inci denilen denyonun herhangi bir krizi yönetecek zekada olmamasıyla ilgili.
inci sözlük, zaten spontane gelişen ve kaotik içeriyle önemsenen bir şeydi. Serkan denyosu sikko bir blogspot açmaktan başka bir şey yapmış değil. (Öyle ki arama butonu bile çalışmayan, bir yazılanı bir daha göremediğiniz bir yerdi) inci sözlüğü büyüten ve kitlelere yayan şey ilk dönem yazarlarının mizah seviyesi ve formatsızlıktır.
Sonra serkan, açılan en ufak davada dalağı götünde atar hareketler sergilemeye başladı. Adnan oktar’ın götünü öptü. Çoluk çocuğu siteye doldurdu, haliyle sözlükteki mizahı üreten yazarlar 1,5 - 2 yılın sonunda sözlüğü terk etmeye başladı.
Hikayesi bundan ibarettir.
Kontrolü, Serkan denilen 5. Sınıfı dolandırıcı salağın elinde olan bir oluşumdan da fazlası beklenmezdi zaten.
inci sözlük, zaten spontane gelişen ve kaotik içeriyle önemsenen bir şeydi. Serkan denyosu sikko bir blogspot açmaktan başka bir şey yapmış değil. (Öyle ki arama butonu bile çalışmayan, bir yazılanı bir daha göremediğiniz bir yerdi) inci sözlüğü büyüten ve kitlelere yayan şey ilk dönem yazarlarının mizah seviyesi ve formatsızlıktır.
Sonra serkan, açılan en ufak davada dalağı götünde atar hareketler sergilemeye başladı. Adnan oktar’ın götünü öptü. Çoluk çocuğu siteye doldurdu, haliyle sözlükteki mizahı üreten yazarlar 1,5 - 2 yılın sonunda sözlüğü terk etmeye başladı.
Hikayesi bundan ibarettir.
Kontrolü, Serkan denilen 5. Sınıfı dolandırıcı salağın elinde olan bir oluşumdan da fazlası beklenmezdi zaten.
Yüksek lisans sürecinde seçmeli aldığım bir ders vesilesiyle mezhepler tarihini araştırdım. Daha sonrasında konudaki ciddi kaynakları taramaya devam ettim.
Bu konuda daha evvelden bilgim var sanıyordum ama gerçekte pek de yokmuş. Çünkü genel olarak o döneme kadar okuduğum kaynakların bilimsel olmadığını fark ettim.
Diyebilirim ki, Mezhepler tarihiyle ile ilgili çok temel iki problem var:
1- geriye doğru tarih inşaası:
Mevcut mezheplerin (anaakım sünni ve şia mezhepleri dahil) hemen hemen hepsi kendilerini hz. Peygamber’in yaşadığı dönemle bağdaştırma çabası içerisinde. Ki, yok böyle bir şey.
Şu an varlığını sürdüren hiçbir mezhep hz. Peygamberin yaşadığı dönemle ve hz. Peygamber’in ölümünü müteakip 1 asırlık süreçle kendini ilişkilendirilebilecek bir geçmişe sahip değil.
(Bugün varlığını sürdüren ibazziye haricilikle anılsa dahi, kendilerini hariciyenin devamı olarak tanımladıkları pek söylenemez. Keza, hariciyenin muhalefeti siyasi vaka ile başlayıp daha sonra itikadi altyapı kazanmıştır ki, tekfircilik ve radikallik, bir mezhep olarak o dönemki fikirleriyle varlığını sürdürmesine engel olmuştur. Bugün hariciyenin devamı diye gösterilen irili ufaklı birkaç mezhebin şu anki görüşleri asıl hariciyeye kıyasla çok yumuşak ve ılımlı kalır.)
Örneğin şia’nın iddialarının aksine, ilk asır kaynaklarında “şia/şii” bir lafz olarak bile yoktur. ikinci asır kaynaklarda ise hiç de mezhep gibi telafuz edilmemiştir ve o dönem o isimle (şia/şii) anılanların bugünkü şiayla ne itikaden, ne de silsile olarak herhangi bir ilgisi yoktur. Keza sünni mezhepler için de durum böyledir. Haliyle mezhepler kabaca tabiun’dan bile sonradır ve emevi/abbasi döneminde (mezhep imamlarına bizzat eziyet eden) iktidar eliyle kurumsallaştırılmıştır.
2- tarafgirlik:
Mezheplere ilişkin ilk dönem kaynakların birçoğu karşıt/muhalif/farklı mezhep mensupları tarafından kaleme alınmış eserlerdir. Haliyle en başından; aleyhte, muhalif yahut içeriğe çok da vakıf olmadan genellemeci bir yaklaşımı temsil ederler. Mezhebi doğrudan içinden anlatan eser sayısı azdır.
Bu iki temel problem bilimsel/tarihsel yaklaşımı ciddi şekilde gölgelemektedir.
Diğer bir sorun ise, kaleme alınan eserlerdeki metodoloji sorunudur. Birçok eserde, dile getirilen iddialara, tariflere dair belirgin kanıtlar, dayanaklar ve referanslar yoktur. Dahası, kronolojik çelişkiler de mevcuttur. (Gerçi tarihin o dönem için bu sorun, bilgiye ve yazılı belgeye erişim zorluğu düşünüldüğünde çok anlaşılmaz değil.)
Haliyle mezhepler gelişirken, (bu zorlukları ve belirsizlikleri bir nevi lehlerine kullanarak) yüzyıllar içinde değişen görüşlerini geçmişe yönelik tadilatlarla sürdürme yolunu seçmişlerdir.
Dahası, en başta devlet ve iktidar eliyle kurulan mezhepçilik, tarihi boyunca hiçbir zaman bu etkiden soyutlanmamış, hatta bizzat siyasetle herc ü merc bir ilişki içinde serpilip büyümüş, çeşitlenmiştir. Bir diğer deyişle; mezheplerin hemen hemen hepsi hemen hemen her yönüyle kurumsaldır. Bireysel yaşama ilişkin çok az sayıdaki ufak tefek bakış farklılıklarını bir kenara koyarsak, toplumsal anlamda itikadi bir bakıştan ziyade siyasi bir konumlanmaya tekabül ederler ve konumladıkları yeri itikadın gereği kabul ve ilan ederek temsil ederler.
Tasavvufun da işin içine girmesiyle ilk dönem mezhep imamlarıyla ilişki, ustalara saygı kuşağı nevinden bir selamlama seviyesinde tutularak tarihsel gerçeklikten de ciddi anlamda uzaklaşılmıştır. (Bugün, örneğin türkiye’deki en yaygın mezhep olan hanefiliğe mensup olan insanların çoğu ebu hanife’nin yaşamına veya herhangi bir eserine dair fikir sahibi değildir ama birçok tasavvuf ehline ilişkin türlü menkıbelere vakıftır.)
Bugün türkiye’deki ortalama islam anlayışında Mezhepçilik tasavvufla o denli iç içe geçmiştir ki, birini diğerinden ayırmak, çerçeve çizmek yahut basit bir tasnife gitmek için bile cerrah hassasiyetinde dikkat gerekir. (Bu ekolün temsilcilerinin kütüb i sitte gibi kaynakları neredeyse ayetle bir tutacak derecedeki canhıraş savunmaları bahsedilen tarihsellikten ve kurumsallıktan bağımsız değildir ama işin orası çok daha tafsilatlı bir değerlendirme gerektirir ve zaten her halukârda gargaraya gelir. )
Hulasa, mezheple ilgili her zaman akılda tutulması gerekenler:
- mezhep, dinin gereği değildir. Sosyolojik çerçevesinden tamamen soyutlasak dahi, en temel anlamıyla dinin uygulanışına/yaşanmasına yönelik bir görüştür ve her görüş gibi sadece sahibini bağlar, dinin kendisini değil.
- mezhepler, hz. Peygamberin ölümünden çok sonra ortaya çıkmış ve zaman içinde iktidar eliyle kurumsallaştırılmıştır.
- mezhep imamlarının hiçbirisi, mezhep kurma ve ekolleşme iddiasıyla içtihat etmemiş, görüş bildirmemiş ve görüşlerini bütün zamanları kapsayan nihai içtihatlar olarak ilan etmemiştir.
- mezhepler insan yapılarıdır ve her insan yapısı gibi yanılmayla malüldürler. Kendi öz kızına “fatıma çalış, ben seni kurtaramam” diyen bir peygamberin getirdiği dinde bilmem ne müçtehidlerinin, bilmem ne imamlarının, bilmem ne şeyhlerinin, bilmem ne kutublarının kutsallığı falan yoktur. Zira Bu din, kara kadının oğlunun da dinidir.
Bütün bunlara ilaveten, mezhep, din kisvesine sarılıp sarmalanmış bir tür kavmiyetçilik işlevi görüyorsa zaten bu dine aykırıdır.
Edit: mezhepler tarihiyle ilgilenenlere iyi bir kaynak önerebilirim.
Bu konuda daha evvelden bilgim var sanıyordum ama gerçekte pek de yokmuş. Çünkü genel olarak o döneme kadar okuduğum kaynakların bilimsel olmadığını fark ettim.
Diyebilirim ki, Mezhepler tarihiyle ile ilgili çok temel iki problem var:
1- geriye doğru tarih inşaası:
Mevcut mezheplerin (anaakım sünni ve şia mezhepleri dahil) hemen hemen hepsi kendilerini hz. Peygamber’in yaşadığı dönemle bağdaştırma çabası içerisinde. Ki, yok böyle bir şey.
Şu an varlığını sürdüren hiçbir mezhep hz. Peygamberin yaşadığı dönemle ve hz. Peygamber’in ölümünü müteakip 1 asırlık süreçle kendini ilişkilendirilebilecek bir geçmişe sahip değil.
(Bugün varlığını sürdüren ibazziye haricilikle anılsa dahi, kendilerini hariciyenin devamı olarak tanımladıkları pek söylenemez. Keza, hariciyenin muhalefeti siyasi vaka ile başlayıp daha sonra itikadi altyapı kazanmıştır ki, tekfircilik ve radikallik, bir mezhep olarak o dönemki fikirleriyle varlığını sürdürmesine engel olmuştur. Bugün hariciyenin devamı diye gösterilen irili ufaklı birkaç mezhebin şu anki görüşleri asıl hariciyeye kıyasla çok yumuşak ve ılımlı kalır.)
Örneğin şia’nın iddialarının aksine, ilk asır kaynaklarında “şia/şii” bir lafz olarak bile yoktur. ikinci asır kaynaklarda ise hiç de mezhep gibi telafuz edilmemiştir ve o dönem o isimle (şia/şii) anılanların bugünkü şiayla ne itikaden, ne de silsile olarak herhangi bir ilgisi yoktur. Keza sünni mezhepler için de durum böyledir. Haliyle mezhepler kabaca tabiun’dan bile sonradır ve emevi/abbasi döneminde (mezhep imamlarına bizzat eziyet eden) iktidar eliyle kurumsallaştırılmıştır.
2- tarafgirlik:
Mezheplere ilişkin ilk dönem kaynakların birçoğu karşıt/muhalif/farklı mezhep mensupları tarafından kaleme alınmış eserlerdir. Haliyle en başından; aleyhte, muhalif yahut içeriğe çok da vakıf olmadan genellemeci bir yaklaşımı temsil ederler. Mezhebi doğrudan içinden anlatan eser sayısı azdır.
Bu iki temel problem bilimsel/tarihsel yaklaşımı ciddi şekilde gölgelemektedir.
Diğer bir sorun ise, kaleme alınan eserlerdeki metodoloji sorunudur. Birçok eserde, dile getirilen iddialara, tariflere dair belirgin kanıtlar, dayanaklar ve referanslar yoktur. Dahası, kronolojik çelişkiler de mevcuttur. (Gerçi tarihin o dönem için bu sorun, bilgiye ve yazılı belgeye erişim zorluğu düşünüldüğünde çok anlaşılmaz değil.)
Haliyle mezhepler gelişirken, (bu zorlukları ve belirsizlikleri bir nevi lehlerine kullanarak) yüzyıllar içinde değişen görüşlerini geçmişe yönelik tadilatlarla sürdürme yolunu seçmişlerdir.
Dahası, en başta devlet ve iktidar eliyle kurulan mezhepçilik, tarihi boyunca hiçbir zaman bu etkiden soyutlanmamış, hatta bizzat siyasetle herc ü merc bir ilişki içinde serpilip büyümüş, çeşitlenmiştir. Bir diğer deyişle; mezheplerin hemen hemen hepsi hemen hemen her yönüyle kurumsaldır. Bireysel yaşama ilişkin çok az sayıdaki ufak tefek bakış farklılıklarını bir kenara koyarsak, toplumsal anlamda itikadi bir bakıştan ziyade siyasi bir konumlanmaya tekabül ederler ve konumladıkları yeri itikadın gereği kabul ve ilan ederek temsil ederler.
Tasavvufun da işin içine girmesiyle ilk dönem mezhep imamlarıyla ilişki, ustalara saygı kuşağı nevinden bir selamlama seviyesinde tutularak tarihsel gerçeklikten de ciddi anlamda uzaklaşılmıştır. (Bugün, örneğin türkiye’deki en yaygın mezhep olan hanefiliğe mensup olan insanların çoğu ebu hanife’nin yaşamına veya herhangi bir eserine dair fikir sahibi değildir ama birçok tasavvuf ehline ilişkin türlü menkıbelere vakıftır.)
Bugün türkiye’deki ortalama islam anlayışında Mezhepçilik tasavvufla o denli iç içe geçmiştir ki, birini diğerinden ayırmak, çerçeve çizmek yahut basit bir tasnife gitmek için bile cerrah hassasiyetinde dikkat gerekir. (Bu ekolün temsilcilerinin kütüb i sitte gibi kaynakları neredeyse ayetle bir tutacak derecedeki canhıraş savunmaları bahsedilen tarihsellikten ve kurumsallıktan bağımsız değildir ama işin orası çok daha tafsilatlı bir değerlendirme gerektirir ve zaten her halukârda gargaraya gelir. )
Hulasa, mezheple ilgili her zaman akılda tutulması gerekenler:
- mezhep, dinin gereği değildir. Sosyolojik çerçevesinden tamamen soyutlasak dahi, en temel anlamıyla dinin uygulanışına/yaşanmasına yönelik bir görüştür ve her görüş gibi sadece sahibini bağlar, dinin kendisini değil.
- mezhepler, hz. Peygamberin ölümünden çok sonra ortaya çıkmış ve zaman içinde iktidar eliyle kurumsallaştırılmıştır.
- mezhep imamlarının hiçbirisi, mezhep kurma ve ekolleşme iddiasıyla içtihat etmemiş, görüş bildirmemiş ve görüşlerini bütün zamanları kapsayan nihai içtihatlar olarak ilan etmemiştir.
- mezhepler insan yapılarıdır ve her insan yapısı gibi yanılmayla malüldürler. Kendi öz kızına “fatıma çalış, ben seni kurtaramam” diyen bir peygamberin getirdiği dinde bilmem ne müçtehidlerinin, bilmem ne imamlarının, bilmem ne şeyhlerinin, bilmem ne kutublarının kutsallığı falan yoktur. Zira Bu din, kara kadının oğlunun da dinidir.
Bütün bunlara ilaveten, mezhep, din kisvesine sarılıp sarmalanmış bir tür kavmiyetçilik işlevi görüyorsa zaten bu dine aykırıdır.
Edit: mezhepler tarihiyle ilgilenenlere iyi bir kaynak önerebilirim.
uzun vade için düşünüldüğünde artan ortalama insan iq’su, son 2 asırdır (özellikle son yüzyıl) düşüş eğiliminde.
Temel sebebi; toplum ortalaması üzerinde iq sahibi olanların ya çok az çocuk yapması ya da hiç çocuk yapmadan ölmesi.
Bir diğer deyişle; Düşük iq genlerini aktarma eğilimini sürdürürken yüksek iq genlerini aktarmıyor.
Temel sebebi; toplum ortalaması üzerinde iq sahibi olanların ya çok az çocuk yapması ya da hiç çocuk yapmadan ölmesi.
Bir diğer deyişle; Düşük iq genlerini aktarma eğilimini sürdürürken yüksek iq genlerini aktarmıyor.
Bendeki tek hafıza türü ne yazık ki!
insanların isimlerini, numaralarını, nicklerini vs çok az hatırlayabiliyorum.
Hele de biri bana bir şey anlatırken (misal işyerindeki kişiler) isim verdiyse falan bir noktadan sonra isim rehberim doluyor ve son yüklenenler baştakileri silmeye başlıyor. Birkaç gün sonra aynı kişiden bahsettiğinde “o kim ya” dediğim çok oluyor. Bunun, sevgilim olduğunda yarattığı “sen beni dinlemiyorsun” tribi çok bayıyor beni.
Ama anlatılan bir olayı direkt kafada video haline getirdiğim için asla unut(a)mıyorum. Baya baya, karşı taraf anlatırken her yeni veri gelişinde arka plan, tahmini yüzler, bakış, davranış, (tahmini)yansıma, gölge vs en ince ayrıntısına kadar görselleşiyor. Böyle ayrıntılanmış bir şeyi 20 yıl sonra yine en ince ayrıntısına kadar hatırlarım
Çoğunlukla isimleri de o videodaki rolünden çıkarabiliyorum. Mesela, “o kimdi” sorusuna “hani şöyle yapmıştı” tarzı bir cevap alabilirsem sorun kalmıyor. Ama tek başına isimler benim için muallaktan ibaret.
Müzik kulağı vs zaten yok. Anca klibi falan olacak.
Mesela roman okurken de beni en çok bunaltan şey romanın başlarında ayrıntılanmamış çok fazla karakter ismi verilmesi. Roman ilerledikçe karakterler oturuyor. Ama onda da bir süre sonra sadece olayların görseli kalıyor, karakterin ismi yine gidebiliyor bir süre sonra.
Haliyle herhangi bir metni (kelime kelime) ezberlemek benim için bildiğin çile.
Bu nedenle eğitim hayatım boyunca çok zorunlu kalmadıkça hiç ezber yapmadım. Zar zor ezberlediklerim de işim biter bitmez hafızamdan silindi. Bunun bir faydası, her şeyi anlamak zorunda olmaktı. Matematiksel formülasyona bile sebep-sonuç ilişkisiyle anlam veremezsem unutuyordum çünkü. Çok şükür sözelci de olamadım bu sayede :p
Güncel hayatta tek faydası, birinin bana yalan söylemesi için söylediği yalanı en ince ayrıntısına kadar hatırlaması lazım. Çünkü ben muhtemelen ilk beyanı her ayrıntısıyla hatırlıyor olacağım.
Kötü yanı, insanlar kendilerine saygı duymadığınızı düşünüyorlar haklı olarak. iş hayatında da bunu sürekli yaşıyorum, biriyle tanıştıktan 10 dakika sonra ismini unutuyorum, bu sefer hitap etmek zorunda kalmamak için sürekli ikinci çoğul kullanmam gerekiyor. Tabi bir de bu unutkanlık aptal gibi görünmeme de sebep oluyor.
insanların isimlerini, numaralarını, nicklerini vs çok az hatırlayabiliyorum.
Hele de biri bana bir şey anlatırken (misal işyerindeki kişiler) isim verdiyse falan bir noktadan sonra isim rehberim doluyor ve son yüklenenler baştakileri silmeye başlıyor. Birkaç gün sonra aynı kişiden bahsettiğinde “o kim ya” dediğim çok oluyor. Bunun, sevgilim olduğunda yarattığı “sen beni dinlemiyorsun” tribi çok bayıyor beni.
Ama anlatılan bir olayı direkt kafada video haline getirdiğim için asla unut(a)mıyorum. Baya baya, karşı taraf anlatırken her yeni veri gelişinde arka plan, tahmini yüzler, bakış, davranış, (tahmini)yansıma, gölge vs en ince ayrıntısına kadar görselleşiyor. Böyle ayrıntılanmış bir şeyi 20 yıl sonra yine en ince ayrıntısına kadar hatırlarım
Çoğunlukla isimleri de o videodaki rolünden çıkarabiliyorum. Mesela, “o kimdi” sorusuna “hani şöyle yapmıştı” tarzı bir cevap alabilirsem sorun kalmıyor. Ama tek başına isimler benim için muallaktan ibaret.
Müzik kulağı vs zaten yok. Anca klibi falan olacak.
Mesela roman okurken de beni en çok bunaltan şey romanın başlarında ayrıntılanmamış çok fazla karakter ismi verilmesi. Roman ilerledikçe karakterler oturuyor. Ama onda da bir süre sonra sadece olayların görseli kalıyor, karakterin ismi yine gidebiliyor bir süre sonra.
Haliyle herhangi bir metni (kelime kelime) ezberlemek benim için bildiğin çile.
Bu nedenle eğitim hayatım boyunca çok zorunlu kalmadıkça hiç ezber yapmadım. Zar zor ezberlediklerim de işim biter bitmez hafızamdan silindi. Bunun bir faydası, her şeyi anlamak zorunda olmaktı. Matematiksel formülasyona bile sebep-sonuç ilişkisiyle anlam veremezsem unutuyordum çünkü. Çok şükür sözelci de olamadım bu sayede :p
Güncel hayatta tek faydası, birinin bana yalan söylemesi için söylediği yalanı en ince ayrıntısına kadar hatırlaması lazım. Çünkü ben muhtemelen ilk beyanı her ayrıntısıyla hatırlıyor olacağım.
Kötü yanı, insanlar kendilerine saygı duymadığınızı düşünüyorlar haklı olarak. iş hayatında da bunu sürekli yaşıyorum, biriyle tanıştıktan 10 dakika sonra ismini unutuyorum, bu sefer hitap etmek zorunda kalmamak için sürekli ikinci çoğul kullanmam gerekiyor. Tabi bir de bu unutkanlık aptal gibi görünmeme de sebep oluyor.
herkese mutlu yıllar da benden.
Evden çalışma.