bugün

özneyi özne yapan özün, özneye şekil vermesi, onun kıvrımlarını ya da sınırlarını belirmesidir.

tekerleme gibi oldu. biraz açmak lazım gelir.

öz dediğimiz(benlik) doğumla beraber kişinin edindiği, aslında ona verilendir. doğumundan sonra aile, çevre, kültür, din gibi faktörler özün biçimlenmesini sağlar ve özne(ben) oluşur. özne demek, kimliğinin belli olması demektir. bir çocuk ona sunulan fırsatlar dahilinde kendini geliştirebilir ancak. ve süreç devam ederken özne olduğunu anlar. süreç devam ediyor dedim ya, ölümle sonlanan bir süreçtir bu, ki dış faktörlerin etkisi bir insan üzerinde ancak o zaman son bulur.
yaşlı insanların gençlik anılarını dinlediğinizde, o yıllardaki kişilik yapılarının şimdiki hallerinden ne denli farklı olduğunu vurgular, her yeni anıda bulunduğu halden yaşlılığın verdiği etkiyle şikayet ederken, diğer yandan da yaşanmışlığın etkisiyle kişiliğinin iyi olduğunu vurgular.
bir de genç nesli dinleyin bakalım neler söyleyecekler. çocukluk anılarından hep komik olanlar seçilecektir ve çocuksu her eylemin o zamanlar güzel gelse de şimdiki bakışıyla çocukluk olduğunu ifade edeceklerdir. çünkü benlik, ben olma sürecinde aşama kaydetmiştir.
lakin, bu anlatımlar aslında vurgu yapılan özdür. geriye doğru gidiş bunu anlatır bize.

ben bir toz bulutuyum, döner dururum eksenimde.
25 ekim fenerbahçe galatasaray maçı kapsamında dahi görülebilen insansal ikilemdir.

misal gökhan gönül'ün elano'ya saldırmasını "refleksif" olarak ele alırken, sırtına çıkmaya çalışan roberto carlos'u, yumruklayan/yumruklamaya çalışan keita'yı "çirkef" olarak nitelemek öznenin baskınlığını gözler önüne sermektedir.

bu öznellik ile kimi görüşler kendi katillerine, katil dahi diyememekte, "kahraman" ilan etmeyi daha yerinde bulmaktadırlar.

oysa aslolan, insana yakışan özneyi yargılarken, özü temel almak olmalıdır. ki belli bir zaman sonra "insanlık" temelinde olanlarda bu durum kendini göstermekte, insanlığı için kayıp ilanı verenlerde ise böyle bir eğilim, yaklaşım görülmemektedir.
insanlığın kıyametinin gelmemesi için gerekli olan üstünlüktür. öz ruhtur,vicdandır,olması gerekeni öğütleyendir, yaşamın temeli, insan olmanın gereğidir, kavranması en zor olandır. zaten bu zorluktan dolayı değil midir nice kendisini unutmuş ve insanlıktan çıkmış canlıların insan sıfatı altında yaşaması? bu zorluk yüzünden değil midir herkesin her şeyi istediği gibi algılaması? hani bazen diyoruz ya dünyanın çivisi çıkmış diye, işte o çivi öznenin özün önüne geçtiği gün çıkmış olmalı. durum vahim, dünyanınkini bilemem ama insanlığın kıyameti yakın, hem de çok yakın...
bir iç savaşın nihai sonucudur.

öz, yanlış bulduğunu özneye dikte edecektir. misal bir cinayete imza atmış "insan" er, ya da geç bunun yanlışlığını anlayacak, -sebebi her ne olursa olsun- bunun vicdani yükünü taşıyacaktır. tam bu noktada da özün doğruları, öznenin kabusları olacaktır. işte bu manada özne bütün değerini kaybederek kendisini hayattan soyutlayacak, dışarıda tutacaktır.

öznel dogmaların bile başlı düşmanı özdür... öz sorularını sorarken, özne cevaplamaya çalışan durumuna düşmüştür birçok hayatlarda, birçok zaman. bunun sebebi de budur. öz sorguya alan iken, özne sorgulanandır.

"insan olmak" temelinde baktığımızda işe öz bir şekilde haklılığını kabul ettirecektir.

örnekleyelim... bir restoranda yemeğinizi yerken sizi camekanın hemen dışından seyreden bir çocuğu gördüğünüzde(çok klişeyim farkındayım ama anlaşılır bir örnek) sizi rahatsız eden, lokmalarınızı boğazınıza dizen özdür. aksi takdirde özne yalaktaki bütün suyu içerken diğer sakinlerin susuzluktan kırılacaklarını umursamaz. kendisini, herdaim kendisini düşünür...

bu anlamda özne her ne kadar yaşamsal olsa da, öz o yaşamsallığın, anlamlılığı olacaktır.
ben mi, benlik mi?

insanı, insan yapan aldığı nefes, konuşabilmesi, duyabilmesi, görebilmesi, yürüyebilmesi, koşabilmesi, hissedebilmesi midir, yoksa ki tüm bunları yapabildiğinin farkında, bilincinde olması mı?

bu noktada insan olanı ikinci şıkka yakın ve yatkın görmekteyim. benlik olmadıktan sonra, özlük olmadıktan sonra dünyanın en donanımlı insanı dahi bir hiç oluverecektir. günün birinde toprak olup, rüzgârın karşısında titreyecektir kuşkusuz...

özne değişkenlik göstermesine rağmen, öz çok daha genelgeçer, kabul görür durumdadır özne karşısında. misal bir şeyi ben yaptığım için mi doğru bulurum, yoksa ki doğru bulduğum için mi yaparım? elbette ki doğru bulduğum için yaparım. ya da daha doğru bir ifade ile "yapmalıyım" diyebiliriz. aksi takdirde kendimi kandırabilsem de zaman zaman insanın özünde kurduğu o ulvi mahkeme(vicdan) hesabını sormakta gecikmeyecektir. işte bu mahkemenin "ben" üzerindeki sonucu "benlik" yasalarınca verilecek olan hükmüdür.

önce özne üzerindeki kuşkulardan başlamalı işe... ancak o zaman öznel olarak bakılanlar "öz" olarak görünebilecektir. bu şahsilik, kişinin kendisine ve kendisinden olana tanıdığı imtiyazlılık ortadan kalktığı anda öze ulaşacaktır insan. insanlık tarihinin en büyük mes'elelerinden birisi de bu özneciliktir. aynı işi bir başkası yaptığında yoğun bir eleştirme gayreti içerisinde olan insanoğlu, kendisini aynı tutum karşısında savunmak öznelliğini, öz olarak algılayabilmekte ve buna bağlı içsel çatışmaların ortasında bulabilmektedir kendisini.

yanlış olan, öz gereğince heryerde ve her koşulda yanlıştır. içinde bulunulan şartlara paralel olarak yanlış, doğruya yakınlaşsa da öz olarak çizginin hala diğer tarafında hüküm sürecektir. misal başkasına ait bir eşyayı haberi olmaksızın almak(hırsızlık) öz gereğince her şart altında bir suçtur. buna ihtiyaç duyulması, yaşamsal bir sebeple vuku bulması öz tarafından kabul görmeyecektir. kaldı ki öznenin ihtiyaçları sonsuz ve sınırsızdır. özün ise öyle değil... özün doyum eşiği, öznenin açlık sınırındadır kaba tabirle. tam bu noktada özne bir düzlem ise merkezi öz olmak durumundadır...