bugün

sapsarı bir ışığın altında iki kürt boğuk bir sesle bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar birbirlerine. abisinin vatana ihanet suçundan haberi yok. sesi yıllardır ciğersiz ciğersiz gezip, içtiği kaçak sigaralardan dolayı çok boğuk çıkıyor. yılların biriktirdiği kan kokusunu burnunda hissediyor kimi zaman. kan demişken içilen kan kırmızısı şarapları da yazar mısınız adisyona?. diğeri elindeki bütün parayı ortaya koyuyor.

-dondurmanız efendim, buyrun.
- her biji molotof!!!!!?????

paranın satın alamadığı insanlar bir tarafta. abisi diğer tarafta. kendisi ise hayat denen oyunda uzak bir memlekete gönderilmiş. oyun ya bu işte ölse de her gün acısıyla, o artık istanbulda. istanbul! ezanlarla inleyen, gönüllerin rakı sofralarında bağlarını daha da güçlendirdiği istanbul'un güzel semtleri, insanları.

-sen böyle yazmayı nerden öğrendin?
- sözlükte yazarım ben.

gönlünü kaptırdığı kişiden habersiz, ayakları içe basa basa yanına geliyor. düşünceli bir halde iken onu farkeden yusuf, çirkinliğini yüzüne vurmaktan hiç çekinmese de sessiz kaldı. yanında kimseyi göremeyince biraz huzursuz oluyor. kalbinin hızlandığını fark ediyor. adım adım sarılma dürtüsü kaplıyor içini. koku! yanmış ter kokusu.

-okula giderken o gün kantinin önünde gördüğüm sibirya kurdunun gözlerini düşündüm.
+işte duyuyor musunuz? suçunu itiraf etti. o gülşah'ı seviyor. biliyordum.
-buyrun burdan yakın kraliçem.
+ sağolun, ben kullanmıyorum.

neden başladığını soranlara açıklama yapma gereği hissetti hep. bazen dışarda birini görmekten, ona hesap vermekten çok korkuyordu yusuf. ağzında tembel bir türkü gibi tutup içmek isterdi hepsini. fakat annesinin bir lafı vardı, aklını delip geçen:"sütümü helal etmem! bakkalda satılan uht ambalajlı sütleri unutmuştu annesi. yusuf gülümsedi.

- sigara değil! tütün o.
+her ne boksa işte!

o gece gözüne uyku girmedi. yatağının sol tarafının sahibi acaba şuan napıyordu? kendi kendini yiyen laf ebeleri görmüştü yusuf. çaçaron olmanın herkese lütuf edileceğini düşünmüyordu artık. bu arada sesi açılmıştı. gülen bir surat yaptı sesinden. karanlıkta üflenen mum gibi söndü sesi.

- neden seviyorsun onu!
+ çok güzel!
- bu yüzden mi?
+ evet.
- en çok beni seveceksin!
+ tamam.
- hala beni duyabiliyor musun?
+ ne yani seni duyan yok mu?

aklında kafes kuşlarının perişanlığı kalmış. hayatı bir parmaklıktan öteye geçemeyen o güzel kuşlar. saat iki gibi okula geçmeyi planlarken odasında, aynaya baktı yine yusuf. bir çift deniz mavisi göz ona bakıp: "hiçbir zaman beni anlamadın" diyordu. gözlerinin mahkumiyetinden kurtulup üstüne en sevdiği mavi tişörtünü geçirdi. kaderinin ne getireceğini bilemeden kapıyı aheste aheste kapatıp, ceplerini kontrol etti yine.

- anahtarlar koltuğun altında, beni ara!
+ hiç komik değil bu daha iyisini yapmalısın
- tamam yaparım.

okul günlerini hatırlamak her zaman içinde bir yaraydı. gözleri kapalı bir kör bir efe yanına yaklaşıp ateş istedi. yusuf başkasının ateşinde kavrulmayalı 2 sene olmuştu. aklına ateşin altından çıkan mavilik takıldı yine. sahi mavi'nin kaç tonu vardı.

- ben yakarım sen zahmet etme.
- eyvallah!

zaman pergeli dönmüştü. o artık ateş olup yüreklere düşecek ve bir rüzgar gibi kendi ateşini gün be gün harlayacaktı. peki kendini bile bile ateşe atanlar? onlar kaybetmeye mahkumlar dedi içinden.
- hep bir adım önde olmak nasıl bir duygu hiç düşündün mü?
+ pehh! boşversene bunu bile kendi bulamamıştır!

arkasına bakmadan gitmek istemişti yusuf o gün. ceketini alıp gitmesi gerekiyorken işkencecisinin o tüysüz kollarında buluvermişti kendisini. masmavi gün akşama dönerken fikrinin çatısına tutunamayan bir kaç söz geldi aklına. terk etmek bu kadar acı veriyorsa kavuşmak da bir o kadar mutlu etmeliydi insanları. mutluluk demişken oraya benden 2 gram mutluluk yazar mısınız? dönüşte ödiyecem.

-sonra kara bir his kapladı içimi aniden
+ ah hayatım ilacını almadın yine değil mi?

yusuf kendine kazdığı mezarların birine uzandı. toprak alsın canımı dedi. ölmek ona her zaman huzur vermişti. ölüm bir diğer hayatın başlangıcı ise doğum da o hayatın bir parçası olabilir miydi? kalbinin sıkıştığını hisseden her insan gibi davranmıyordu. bir bildiği vardı elbet. acısının panzehiri kendi içinde saklıydı. mavi bir gökyüzü hayal etti. sonra da köpükten bulutlar. ağzını açıp tam söyleyecekken bir gürültü koptu.

+gülşah kapandı al baksana fotolara
- olabilir napim şimdi!
+ ne bilim belki merak etmişsindir...

yusuf hiç merak etmediği kadar merak ediyordu artık.
-saat kaç baba?
+ saat 11 oldu oğlum yatmayacak mısın?

yusuf ona yapmak istemediği her şeyi anlatırdı. baba yüreği dayanmaz derlerdi ona. kimseyi takmazsan yolun açık olur. erken yatmak için hazırlandığı bir gün yine babası kapısında bitti. bitti artık geçti oğlum! cevap vermek istemediği her sorusuna cevap vermek zorunda hissetmişti. ve artık gerçekten cevap vermiyordu.

+ayakkabın çok güzelmiş
+ nerden aldın?
+bu gün çok konuşmak istemiyorsun galiba!

anlamışlardı sonunda. her sorunun bir cevabı vardı elbette. ama soruyu soran kişi ya cevabı biliyorsa? aklına mavi karadeniz'de yapılan bir deniz yolculuğu geldi yusuf'un. karadeniz nasıl mavi olur lan saçmalama! aklını bir kenara itip gözlerini kendisine dikti. yukardan bakınca da bir değişiklik yoktu. yusuf dev bir cüceydi.

+o sarışın değil kumral emre!!!
- aynen ben de beyaz bir zenciyim zaten.
-iyi geceler baba.
+ sana da oğlum allah rahatlık versin.

uykudan önce hatırlanması gereken şeyleri vardı yusuf'un. yatağına girdikten sonra elini tutmak istediği kişi şuan kalbini söküp tarlanın birine gömüyordu. haklı olmak her zaman kar etti. ama yusuf hiç haklı olmak istememişti. yüreğinde dağladığı aşkı söküp atmayı hiç düşünmedi. aldatmak ne demekti? çok kişiyi her gün aldatırken görmüştü mavi gözleri. şeytanın pençesine düşmüş çoğu arkadaşı ona: " olabilir ya erkek adamsın sen" demişti. zarı delip geçmek her defasında aldatmadan sayılmamıştı. yusuf'u çekip vursalardı keşke.

- beline ilmek ilmek örülürken görülmüşsun bu doğru mu?
+ aşkım ama ibrahim çok tatlı çocuk. kötü niyetli değil.

kıskanmak lügatında yokken kıskandırılmaya çalışılmak da neyin nesiydi? yusuf o gün evde bir karar verdi. düşüncesine sarmaşıklar bulaşsa da o artık görükleye ait değildi.

- ya o gözleri bir daha hiç göremezsem?
+ en çok beni seveceksin demedim mi hayatım sana?

uykumu böldü yalnızlığım. sesini çıkartmazsan birazdan gidecek. yusuf kabile danslarını daha samimi buluyordu. ama bir dans vardı ki bu zamana kadar galibi hiç değişmemişti. ipeksi dokunuşlar. sahi dokunan kimdi? cevap yoktu. yusuf o bir çift mavi göz için dünya'yı karşısına almıştı. fakat bir eksik vardı. yüreğini kabartan o ses bu dansa hazır mıydı?
+geldin mi oğlum?
*içeri giren ben değilsem babam kimi soruyordu bana?

yusuf ayakkabılarını çok seviyordu. onu doğru yola iletecek tek gereç onlardı. babasına kızdığı zaman gök gürlüyordu. güneşi terk ediyordu kendisini. onun tek aşkı vardı gökyüzünde. ışık saçmasa da bazen onu öpmek istiyordu teyzesinin kendisini öptüğü gibi.

+aklıma gelmeyen başıma geliyor sence bu mantıklı mı?
- normal insan yok hayatım, boş ver.

cevap bulunamayan sorulara kılıf buluyordu insanlar. yusuf cevabı bulup diğerlerinin bulmasını bekliyordu bazen. kıvranıp duran sarmaşıklar yine aklındaydı o gece. o vakti hiç unutmadı gözleri. gönül vermek göz koymaktan her zaman bir adım öndeydi. bunu bilmeyen kişi bir ömür mutsuz kalmaya mahkum! son sözlerini duymak istedi yusuf;

+ ne yani cool mu oldun sen şimdi!
- sen kul de ben maşuk diyim.
- hiç kimseye anlattığın oldu mu kendini?
+ hayır
- bence denemelisin
+ tamam.

yorgun bir çehre aynada kendisine bakarken unuttuğu doğum gününü hatırlatan annesine çevirdi yüzünü. onu bir yerden tanıyordu yusuf. anlayış beklediği tek kişiydi. sorsalar bir tanem derdi onun için. ama bir tanesi şuan beyaz güzelliği ile ikinci sigarasını yakmıştı. yusuf ender rastlanan bir duyguya kapılmıştı yine. hisseli harikalar diyarında eline aldığı çubuğu göğe kaldırıp "hokus pokus" dedi. değişen hiçbir şey olmadı.

-sonra bana şöyle bir baktı!
+bence senden hoşlandı...

gök neredeydi bu sabah. biri çuvalına koyup götürmüş müydü yoksa? yusuf onun gözlerindeki ay ışığına aşık olmuştu.kendisine bir lakap yakıştırdı: yakamoz. sonra güneş açtı ve o lakabı denize attı. son sözlerini söyleyen bir mahkum edasıyla bir tütün daha yaktı. balodan sonra bir daha asla göremeyeceğini bildiği kişi için. öpüp başını yastığa koyduktan sonra derin bir uykunun pençesinde buldu kendini. bir ses "kabusa hoşgeldiniz" bayım dedi.
- sizinle ilgili kötü şeyler düşünüyorum
+ olsun önemli değil.

her şey anlayışta saklıydı. saklı bahçedeki güller gibi açardı yusuf'un yüzü o anlayışı hissettiği zaman. yüreğini kaç kişiye açtıysa o kadar yara almıştı. sonra sen geldin her şey başa sardı. başa sarmak. sarmaşıklar içinde bir döngüydü bu. monotonluk maratonu denilen bu girdapta sağ kalanların tek eğlencesi dışarı çıkıp bi hava almak olmuştu. ya hava sizin onu ciğerlerinize çekmenizden hiç hoşnut değilse ? olsun önemli değil.

+ bu seanstan hiç verim alamadım!
- benim çok hoşuma gitmişti halbuki!

psikologlar insanı dinler. peki onları dinleyen kişileri kim dinlerdi? kimse! onlar kendi söküklerini dikebilecek insanlar yusuf. iç sesini çokça yanıltmıştı. ona yapması gerekenleri nutuk atıyormuşçasına söyleyen dilleri kesip attı bir gece yusuf. o geceden sağ çıkan bir benlik yaratmıştı ya rab o'na. peki biri ölü, diğeri ağır yaralı iki benlik bir bedene sığacak mıydı? yine cevap yoktu...
- bal kabakları neden bu kadar havalı?
+ puhaha! delirdin yine sen hayatım.

o gece balodan sonrasını hiç hatırlamak istemedi yusuf. o hain gecede gözlere dolan içkileri, kulaklardaki o boş sohbetleri elinin arkası ile geriye itmişti. bir yağmur hayal etti. o yağmurda bir kraliçe vardı; hüznünü yüreğinin en kuytu köşesine bırakmış, su kadar berrak bir kraliçeydi o. neden ona baktın öylece? cevap yok!

-saat 12'den sonra o bal kabağı bizi götürür görükleye!
+ iyi sen bekle o zaman, ben gidiyorum!

onu bekleyeni değil de hayatında hiç olmaması gerekeni beklemişti saatlerce yusuf. kara bir bulut hançere benzeyen bir yağmur damlası sapladı yüreğine. eline aldı yüreğini. kaldırıp fırlatmak istedi. sonra onu açılan yerinden içeri tıktı. o artık samsundaydı...
+senden nefret ediyorum, git burdan!
- tamam.

yerine kimsenin koyulamayacağı bir sevgili arıyorken gözler, yusuf o gün yine annesinin yaptığı patates kızartmasını yiyordu. dışarı çıkmak için birinin bedenini ileriye doğru itmesi gerekiyordu. ah şu ruhu özgürlükten arındıran hediye seçme telaşı. o gün gördüğü o gözler aklından hiç çıkmadı yusuf'un. aşkın buz gibi soğuk olduğu bir gündü o gün. tarafını seçti yusuf. gülşah'ı kendisine aşık etmenin bir yolunu bulacaktı.

+ onu takip ediyormuşsun, bu doğru mu?
- evet ama artık bir anlamı yok!

sen hiç bir kızı hıçkıra hıçkıra ağlattın mı? aynada gözlerinin ne kadar büyük olduğunu kendisine istemeye istemeye itiraf ederken, ağlatmadım dedi yusuf. o an sanki biri ölmüş gibi bir sessizlik oldu. yalan söylemeyi asla beceremeyen yusuf, aynada kendine yalan söylemişti. yalanını kendi yüzüne vurmak onu rahatlatmıştı ama sonra en derinden bir çığlık koptu. gülşah artık ona aşıktı...
- katran siyahı bir yalnızlık bu!
+ ehee başladı yine

gözünden kaçmasına fırsat vermek için bekledi. ağzından dökülmek için bekleyen iki çift lafı vardı ama her zaman yaptığı gibi sustu. aşağı tarafta iki tane mantolu kız sözlerini hiç esirgemeden yukarıya doğru geliyordu. bu sefer başaracaktı. onlara ne kadar çirkin olduklarını söyledikten sonra bir sigara yaktı. bu bir hayaldi. sahi insanlar iltifata tabiiydi değil mi? sigarasından derin bir fırt çekti. içlerinden biri koluna girdi. aşk diyen diller koptu ve yere düştü.

-madem sevmiyordun neden birlikte oldun onunla.
+ çivi çiviyi söker diye düşündüm.

insanlar hata yapmayı lüks olarak görürler. oysa hata yapmak ölümcüldür. sen hiç direksiyonu şarampole doğru çeviren bir insanın kendini affettiğini gördün mü? biliyorum "o beni seviyor" deyip aşkının boşa çıktığını duydun mu peki? ben senin en büyük hatanım. terk et gözlerimi, neşterle kes bileklerimi, aklına gelirsem eğer çek tetiği. çünkü sen benim en büyük hatamsın.
güncel Önemli Başlıklar