bugün

Elleri, şehrin kalbinde duruyor. Kekeme trafik ışıkları; yeşili kırmızıya çeviriyor fasılayla yirmi dört saatin yirmidördünde de, bir adamın iki eli de cebinde yürüyorsa fena kork… retorik bir yanılsama olarak şehrin aydınlık erinçli havasını bozuyor bu adam, hepi topu bu.
Vaadinde kahrolayım, cebi adamın; şehrin içinde kayboluyor, şehir adamın cebinden büyüyor. Keskin bir hülya sırtından akıyor, ensesi boynu ekşi ter kokusu… bir ölmek hayal ediyor adam, bir yaşamak hınç ile… bir susmak hayal ediyor ne deseler konuşmayacak bir kırgınlıkla, bir söylemek umuyor adam içini felaha erdirecek bir solukla.
Şahkülü kaymış gönyesi bozuk hayallerinde bulanıp durulayım, anlat uzun samsuna bölüp kahrını, anlat menamin çay tabakları demir küllükler berisinde, sekiz yıl önce kaplattığın kimliğindeki vesikalık fotoğrafın ciddiyetine aldırmadan… nasıl oluyor nasıl nasıl oluyor da? Neyse hiç girme oralara sende haklısın, ucundan bir hayat yaşamak böyle bir şey demek hakeza?
Diyeceğim şu aslında, yormayacağım kalbimi, yormayacağım inan olsun, şu bizim kahrımız abi, şu iki kelamı bölüşmüşlüğümüz ötesinde kendiliğinden bir ömür berisinde öyle susuyoruz ya kelimelerin ağırlığından usanıp… usanıp abi susuyoruz ya hani? Ne olacak halimiz abi? isnat ettiğin sancına dolanayım, kahrına ortak koşayım çığlığımı ne olacak halımız böyle?
Kaskatı kesilince keder, parmaklarımdan hatta tüm vucudumdan dökülüşünce harfler; içimden araba farları, metro istasyonları sokulgan bir yalnızlık geçerken… ha deyince söylenemeyen, teşehhüt miktarı gülümseyen bir hayale doğru eğrilirken anlam, mekan, zaman; penye tişörtler ürpertirken, aceleyle içime biriken bir hatıra yanağıma ağladı, sonra ben yanağıma ağladım.
Ayakkabıma derman allah’ım! ayaklarım zaten kendinden azatlı, toz şeker dökülmüş çay tepsisi kadar evimizdeki, idealize edilmemiş duru hatta yavan anlatışları olan bir ‘sıradan’ı anlatan sıradan hepsini anlatan mütamadi bir hatıraydı işte, günün orta yerine düştü, sonra ümit sandığım kalelerim düştü birbir, demiştim ya yanağıma göz yaşım düştü, yüzüm düştü… düştü yüzüm güzel bir düştü... Niye biz yürüyor yürüyor gidemiyoruz, niye günler geçer geçer geçerken biz hep aynı yerde çırpınıyoruz, umudumun hakkı hatıralarımın ahdi için abi şu şuncağız yüreğimizin bir emanı olmayacak mı? içime hep ikindiler okunuyor, içim hep akşam üstü… ne karanlığım tepeden tırnağa ne pırıl pırıl aydınlık, ikindi vaktinde uyunmaz, içim uyuyor boynum sırtım ekşi ter kokusu şehirler içinde vitrinler içinde hatıralara vuruldum kanım bir alışveriş merkezinin camdan kapılarına akıyor, bir şehir sebepsiz benim gibi adamlarla büyüyor.