bugün

moruk,,yalı ile bu dağ evini takas ettiğim iyi oldu. yemyeşil ağaçlarla beraber tüm ormanı yutan bir sessizlik hakim buralara. bırak huzur vermeyi, ister istemez içine çekiyorsun o ferahlatıcı oksijenle beraber yaşattığı dinginliği.
bahçede tahta bir masa var, tertemiz toprağın üstündeyiz hayat ile beraber. acılı melemene bandırarak yiyiyorum ekmeğimi. terliklerin bile üstüne basmışım düşün!
sonra keyif sigarası ve çay.
güneş, yaprakların aralarından illa yakalıyor gözümü. kısıyorum bakarken ara sıra. göz kırpıyorum hayat'a.
marangoza kestirdiğim tahtaları çıkarıyorum çayım biter bimez. projemi çıkarıp arka cebimden başlıyorum köpeğime verdiğim sözü yerine getirmeye. hayat kızıyor ''sabah sabah hemen gerekli miydi bu?'' diye. söz sözdür diyorum, köpeğe de versen tutmalısın.
annanemin bir lafı çocukluktan beri hiç aklımdan çıkmaz, o alıştırdı beni böyle; ''kaç tane verdiğin sözü tutmaz isen o kadar duan kabul olmaz'' derdi annanem.
dualar önemlidir benim için, asla yok sayamam, çöpe atamam.
ya vereceksen tutacaksın ya da tutmayacaksan vermeyeceksin o sözü; böyle öğrendik.
her renkten boyalar var kutularda. oldum olası boya kokusunu sevmişimdir, temizliği, güneşi çağrıştırır bana nedense.
bir tarafından hayat bir tarafından ben, gökkuşağı gibi rengarenk boyadık kulübeyi. inanılmaz bir uğraş, süper bir deneyim oldu bu bizim için.
yaklaşık bir saat sonra böğürtlen toplayalım diye tutturdu hayat. ona hayır demek ne mümkün. başladık dikenli çalılar arasından kan kırmızı böğürtlenleri tabaklarımıza doldurmaya. arada çaktırmadan yediklerimi bilmiyor; buna rağmen ondan daha fazla topladım yine de.
tahta masa, kahvaltı şöleninin üstüne şimdi de böğürtlen ziyafetine ev sahipliği yapıyor. inanılmaz keyifli anlar yaşıyoruz hayat'la beraber.
bir yandan böğürtlenleri lüpletirken bir yandan da rüzgar çıktığında uçurmak için heveslendiğim uçurtma için uğraşıyorum. hayat hem yiyip hem de parmaklarını yalayarak seyrediyor beni. uçurtma bile nasibini alıyor bu durumdan. hep beraber gülüyoruz böğürtlenli uçurtmaya.
köpeğe kulübeyi yaptık yapmasına ama hala ona bir isim bulabilmiş değiliz. hayat düşünüp duruyor; benim favorim ''şanslı'', o ise hala kararsız. hiçbir ismi beğenmiyor.
çifte kumruları davet ettim akşam yemeğine, araçları bakımdaymış ''çok isterdim ama gelemeyiz'' dedi.
''dur lan gelip alırım neymiş o gelemeyiz'' dedim.
üstü açık döküntü arabamla bir de servis yaptım eve hırboları.
mangalda yağlı uskumru yaptık bol salata ve rakı eşliğinde. inanılmaz güzel bir hava, yeşillikler içinde bir bahçe ve en önemlisi sımsıcak bir dostluk eşliğinde yapılan o muhabbet. hiçbir şeye değişilecek bir olgu değil bu!
eşli okey oynadık iddialı; kaybeden bulaşıkları yıkar. valla misafir falan dinlemem kazandık ve yıkattım bulaşıkları. televizyonun karşısına kurulup sonra, ağır drama bir filme taktık kendimizi. elimizde tatlılar ağlaya ağlaya seyrettik filmi. hem tatlı hem tuzlu; ne büyük ironi.
arada şebeklik yapıp güldürdüm onları. gülerek ağlamak güzeldir, her zaman yaşanılacak bir şey de değil hem. saatler geçti ve çifte kumruların gitme vakti geldi.
hep beraber atladık külüstüre, teyp çalışmadı yine, düet yaptık biz de hep birlikte.
döndük evimize. bahçede kurulu hamak, üstüme atla der gibi bakıyordu sanki. yattım öylece, hayat gelip uzandı göğsüme.
hava sıcaktı, dudaklarımız kadar değil ama. rüya görmeye gerek kalmadan kapattık gözlerimizi.
uyandığımda unutmamak için not ettim gördüklerimi. bir tek çifte kumruların yüzlerini getiremedim gözlerimin önüne.