bugün

yabancı, otorite kimselerin sultan ikinci abdulhamit han hakkındaki objektif yorumlarıdır.

kaynakça yazının sonunda verilmiştir.

ingiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, siyasi hayatı boyunca rakibi olmasına rağmen Sultan II. Abdülhamid Han’ın vefatını öğrendiği zaman onun büyüklüğünü takdirden kendini alamamıştır; “Ne büyük kayıp! Hasmımdı, ama onun ölümüyle diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti! Tahttan indirilmeseydi Balkan Savaşı’nı önler ve 1.Dünya Savaşı’nı çıkarttırmazdı” (1).

Aynı konuda, 40 yıl süreyle Osmanlı donanmasında hizmet etmiş Amiral Sir Henry Woods da şu çarpıcı görüş ve iddiayı öne sürmüştür: “Abdülhamid şimdiye kadar gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları arasında en müstesna yeri işgal edenlerden biridir. Abdülhamid tahttan indirilmemiş olsaydı, Avrupa devletlerinin yaralarını sarmaya çalıştığı o büyük felaket (1. Dünya Savaşı) meydana gelmeyecekti. Aksini farzetsek dahi Abdülhamid, büyük bir ihtimalle Türkiye’nin tarafsız kalmasını sağlayarak, memleketine bir zafer hediye etmiş olacaktı. (2).”

1877’de istanbul’a gelen Avusturya-Macaristan büyükelçisi Victor Graf Dubsky, önce babıalide’ki hükümet erkanı ile görüşüp ardından da Sultan II. Abdülhamid ile görüştükten sonra Ulu Hakan hakkında düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Hayret verici bir şey ama doğruydu. Devlet erkanı sadece kısa mesafede ileriyi görebiliyordu. Geniş zaviyeli bir ihata kabiliyetleri yoktu. Abdülhamid’in ise aksine fazla ihata niteliği vardı. Bu zıtlık telafi edilemezdi. Edilemeyince de devlet idaresinde başlayan aksaklıklar ileride daha vahim sonuçlar verecekti. Biz bunları iyi kullanmalıydık” (3).

ingiliz casusu olarak bilinen, Yahudi asıllı Türkolog Arminius Vambery, ingiliz dışişlerine gönderdiği 7 Mayıs 1884 tarihli raporda Sultan II. Abdülhamid için şunları söylemiştir: “Padişah elindeki büyün imkanları seferber ederek, hayırseverliğini her fırsatta göstermekten kaçınmıyor. Eğitim ve sağlık hizmetleri için büyük miktarlar harcamakta, halkının selamet, refah ve mutluluğu için yorulmak bilmeden çalışmaktadır. Padişahtan korkabilir, hatta nefret edebilirsiniz; ama çalışkanlığını ve adaletini asla inkar edemezsiniz.” Vambery, başka bir seferinde de şu orijinal analizde bulunmuştur: “Demir gibi bir irade, makul bir akl-ı selim, kibar ve nazik bir tavr-ı hareket, Türk ve islam mümessili (temsilcisi)! işte Sultan Hamid budur.”

“Onun, değil yalnız Osmanlı imparatorluğu hakkında, bütün dünya meseleleri hakkında derin bir vukufu vardır. Avrupa’yı istiladan kurtaran odur. O, mutaassıp (tutucu) bir Hristiyan düşmanı değildir. Olmuş olsaydı onları işbaşına getirmiş olmazdı. Eğer bir mani çıkmazsa o, Türkiye’yi ileriye götürecektir ve götürebilecek tek adamdır (4).”

Vambery gibi Amerikan büyükelçisi S.S. Cox da Osmanlı’nın kalkınması ve yıkılmaktan kurtulması için Abdülhamid’in “tek şans” olduğu konusunda hemfikirdir.

“Türklerin ilerlemesini gerçekleştirebilecek yegane şahıs sultan Hamid’dir. Bütün vaktinide buna haşretmiştir. Müsahamalı bir hükümdardır. Bazı kibirli Avrupa Devletleri onu örnek kabul etmelidirler (5).”

Elisabeth Warmeley Latimer, 19 asırda Rusya ve Türkiye isimli eserinde, Abdülhamid Han’ın batmakta olan devleti olağanüstü bir gayretle nasıl kurtarmaya çalıştığıyla ilgili şu manidar tespitleri yapmıştır: “II. Abdülhamid, Türk tarihinin en karanlık ve buhranlı zamanında, muazzam mesuliyeti üzerine alarak tahta oturdu. Sultan Hamid vezirlerini fersah fersah geride bırakan bir enerjiyle çalışır, Çok çalışkandır. Okumadan hiçbirşeyi imza etmez. Avrupa gazetelerini tercüme ettirerek okur. Az bir zamanda yüksek bir diplomat olduğunu ispat etmiştir. Mahvolmakta olan koca Osmanlı imparatorluğu’nu fevkalede iyi idare etmekle kalmamış, onu yükseltmeye çalışmıştır (6).”

1890’larda Sultan Abdülhamid ile sarayda görüşüp tanışan, Amerikalı gazeteci Sidney Whitman, ondaki nezaket, vakar ve zerafete nasıl tutulduğu şu hayranlık dolu sözlerle dile getirmiştir: “Bu olağanüstü adamı küçültmek için o kadar şey yazılmıştır ki, üzerimde yarattığı nezaket ve içtenlik izlenimimi tekrarlamaktan kendimi alamayacağım. Abdülhamid, bahse değecek bir fiziki avantajı olmadığı halde kendisiyle temasa geçenlerin sempatisini kazanmak için hesaplanmış ve gerçekten sempatisini kazandıran nadir rastlanan bir nezaket, sade bir vakar ve davranış nezaketine sahipti. Bakışında, hatta katibine hitap ederken emretme alışkanlığını ifşa eden hoş tonlu sesinin monoton dengesinde, yaşamı boyunca kesin, hatta kölece bir itaati zorla sağlayan bir şey vardı (7).”

Almanya’nın siyasi birliğini sağlayan ünlü politikacı Bismark da, Abdülhamid’in hakkıyla anlaşılamadığını ve haksız hükümlere maruz kaldığını düşünmektedir: “Sultan Abdülhamid Avrupa’da bir hasta olarak ele alınmaktadır. Fakar bana göre O, Haliç kıyılarında bulunanların hepsinden daha yüksek bir diplomattır. Ona karşı adilane hüküm verilmediği kanatindeyim (8).”

1905’te Sultan Abdülhamid’i çok merak edip görmeye muvaffak olan ve kendisine sürekli şekilde “vahşet canavarı” olarak tanıtılan padişah hakkındaki değişen kanaatlerini, italyan Filarmoni Akademisi Başkanı Enrico di San Martino şöyle ifade etmiştir: “En büyük şaşkınlığa kendisiyle görüşünce uğradım. Bu adamın kanlı vahşeti hakkında gazetelerin anlattıklarının etkisi altındaydım ve bir tür kaba vahşi ile karşılaşacağımı sanıyordum. Aksine, sesinde ve ifadesinde ince bir nezaket ve en büyük etkileyici yumuşaklığa rastladım (9).”

Sultan Abdülhamid’i, imparatorluk topraklarını yeniden fethe girişen ve Osmanlı geleneğini yeni bir yorumla çağa uyarlayan “ilginç bir devlet adamı portresi” olarak tanımlayan Fransız bilgin François Georgeon, büyük bir iddia ile şu söylemi seslendirmiştir: “Abdülhamid’i ve onun hükümdarlık dönemini anlamak, bir bakıma bugünkü Türkiye’yi tanımak demektir (10).”

ingiliz Yazar Joan Haslip’in iki önemli tespiti de şöyledir: “ittihatcılar yaptıkları hataları halktan gizlemek için, Sultan Hamid rejimi aleyhinde şiddetli bir kampanya açmışlardı. Sultan Hamid kadar hiç kimse, bir harpten memleketinin ne kadar az kazanacağını veya ne kadar çok şey kaybedeceğini bilemezdi (11).”

Abdülhamid devrinin büyük bir eğitim şahlanışına sahne olduğu konusunda, meşhur Hollandalı tarihçi Erik Jan Zürcher’in mühim tespitleri ise şöyledir: “Döneminde eğitim, idare, adalet ve iletişim gibi birçok alanda ıslahat yapıldı ya da yapılan ıslahatlar genişletildi. Eğitim ve iletişim alanlarındaki ıslahatlar özellikle kayda değerdir. Batı tarzı okulların gerek sayısı, gerek verdikleri mezun sayısı arttı ve 1900’de Darülfünun açıldı. Alt tabakalardan gelen öğrenciler artmış ve batı etkisi ilk defa yönetici elitin dışındaki kitleye ulaşmıştır. Abdülhamid döneminde kitapların, dergilerin , gazetelerin trajı çok büyük ölçüde artmıştır. Bu yayınlar, modern bilim ve teknoloji ile imparatorluk dışındaki dünya hakkında halkın aydınlanmasını sağlamıştır (12).”

Tüm dünya büyük Hakan Sultan 2. Abdülhamid’in değerini anlamışken, Bizler o şanlı ecdadın torunları olarak onların yarım bıraktığı mirası Allah’ın izniyle tamamlayacağız!

Kaynakça için bkz;

(1) Nak. Refik, Efsane Soluklar, s. 133.
(2) Woods, A.g.e., s. 117.
(3) Bardakçı, imparatorluğa Veda, s. 89
(4) Nak. Necefzade, a.g.e., s. 82
(5) Nak. A.g.e., s. 83
(6) Nak. A.g.e,.s. 82
(7) Koloğlu A.g.e,. s, 353,354.
(8) Nak. Müftüoğlu, a.g.e,. s. 420.
(9) Koloğlu, a.g.e,. s, 354.
(10) Osmanlı Ansiklopedisi, s, 266-274
(11) Koloğlu, . A.g.e., s. 173-175
(12) Zürcher, Milli Mücadelede ittihatçılık, 28-29

vesselam.
''Dünyada 100gr akıl varsa 90'ı Abdulhamdin 5'i benim 5'i de diğer siyasetçilerindir'' (bismarck)