bugün

7 yıldan daha uzun bir süredir iş hayatının içindeyim. Burada iş hayatının içinde olmakla kast ettiğim, birebir benim işverenle muhatap olduğum, iş yapıp karşılığında önceden belirlenmiş *kontrat üzerinden para kazandığım zaman dilimidir. Bu dönem içinde sürekli patron şirketlerinde çalıştım. Onun dışında basketbol federasyonu amatör liglerinde masa hakemliği, çeşitli mekanlarda müzisyenlik gibi işler de yaptım. Dolayısıyla, kurumsal olmayan veya kurumsallığa yakın duran Türk şirketlerinin yapısını çok iyi, anne-babası öğretmen bir çocuk olmanın etkisiyle de
devlet kurumlarının yapısını orta düzeyde biliyorum.

Bu dönemde kendimle ilgili fark ettiğim şey, insanların iş detayları ile ilgili uğraşmak istemediğidir. ne işgören kesimi elindeki işi daha nitelikli hale getirmeye çabalamakta, ne de yöneticiler altındaki çalışanların hangi işte ne şekilde performans gösterdiğinin detayına inmektedir. Bu sistemde olan biten hep sözlü ağızdan ağıza dolaşan dedikodu sistemi ve anlık olaylarla karar verme üzerine kurulmuştur. Bu nedenle de, 3Y prensibi olarak yalakalık, yıldırma ve yalancılık şirketlerde süregelmiştir. Sürecin tamamının irdelenmesi yerine, bir sorun ortaya çıktığı zaman bir tane günah keçisi aranmakta, bu süreçte kendini en iyi sıyıracak kadar kurnazlık yapan kişi paçayı kurtarırken; işlerin tamamına hakim, iş bitiriciliği yüksek, konu bilgisi olması gerekenin çok üstünde çalışanlar harcanıp gitmektedir.

Diğer taraftan bilgisayar bilmeyen, öğrenme kapasitesi sınırlı, üstü ne derse baş sallayıp her türlü hakareti kaldırmaya endeksli, reaktif yöneticilerin sayısı da gün be gün artmaktadır.Üst yönetimlere gelince, üst yönetimdeki de yetki devretme ve astlarına danışma özelliklerinden yoksun tüccarlardan meydana gelir. Bu tüccarlığı da sakın ticari zeka kokan, zeka dolu hareketlerden ibaret beklemeyin. Koca koca şirketlerin başındaki genel müdürlerin köyüne gelen turisti kazıklayıp o an kazandığı parayı kar gören cahil köylü profilinden bir gram artısı varsa iki olsun! Uzun vadeli kampanyalar, müşteri memnuniyeti ve imaja dönük çalışmaların tamamı maliyettir, yapanlar da kesin elindeki para sakınabileceğinden fazla olduğu için bunu yapmaktadır.

Sosyolojik olarak bakıldığında, çoğunluğu tarımcılıktan gelen bir toplumun ticaret hayatı ile ilgili fikir gelişiminin çok sağlıklı olamayacağı sürpriz değildir. Bununla beraber, ne yazık ki olgunlaşma döneminin sürmesi ile bilimsel gerçekleri kabul etmemek birbirinden farklı şeylerdir.

Canım ülkemde herhangi bir sektörel atakla ilgili politika bulunmamaktadır. Çağın en eski işi olan satış danışmanlığı ve mağaza yöneticiliğinin; halk diliyle tezgahtarlık, dükkan sahipliğinin hala mesleki standartlarının olmaması bundandır. Binlerce tekstil üretim firmasının, yıllarca devam edip kuşaklar atlayan nitelikli işgücüne rağmen bir tane uluslararası marka çıkartamaması bu yüzdendir.

Buraya gelip topu başkalarına atacağımı düşünenler yanılıyor. Hep düşündüm; daha iyisini yapabilmek için benim payıma düşen nedir, ben ne yapabilirim diye. Ülkemde sürüp giden ergenekon davası, kürt açılımı, darbe ihtimalleri... Memleket darboğaza giriyor ve ben birşey yapamıyorum diyorum, ama birşeyler yapmalı! insanları örgütleyip bir partinin peşine mi takılmadım, köşeyi dönüp sonra edindiklerimi mi dağıtmadım; hayal kurmanın sonu yok. Ama sonra, yanıtın aslında çok basit olduğunu gördüm: Herkesin kendi payına düşen işi en iyi şekilde yapmasıydı yanıt. Söz gelimi, ben gidip hükümeti eleştiriyorum bi işi niye şöyle böyle yaptın diye. Ama iş hayatında üzerimden geçen geçene bir ortamda gıkımı çıkartmıyorum. Ee? Daha basit bir iş olgusunu beceremeyen ben, ne halt etmeye memleketi düzelteceğim ki? Kağıt üzerinde
uygulanabilir fikir üretmek kolay kolay olmasına ama, sıkıyorsa firesiz uygula bakalım?

Ama önümüzde hep çeşitli engeller var. Herşeyden çok da basmakalıp düşünce ve yargılar kişiyi engelliyor. aman krizde işini kaybetmek olmaz, yok şimdi eğlenme vakti değil, ne zaman evleniyorsun... Ulan? aylardır maaş alamıyorum, işyerinin morali tamamen çökmüş, eşşek gibi çalışıp, akşam uyuklayıp, sabah tekrar aynı boktan yere gidiyorum; yaşım daha 30 bile değilken kendi hayatımın kontrolünü sağlayamıyorum da, bi de gidip bir başkasının mı başını yakacağım?

Bu iş odaklı bir yazı oldu, lakin her eylemi bir iş yapma süreci olarak ele alırsak, öğrencilik dönemindekilerin de, boşta kalanların da yapacağı çok işi var. Çünkü canım ülkemde herhangi bir basit işte uzmanlaşıp onu hayat tarzı olarak benimsemek mümkün değil. Hem başka hayatlara özendiren dezenformasyon, hem de tarım toplumundan daha ticari yaşantıya geçememiş şirket patronları yüzünden. Halbuki herkes kapısının önünü süpürse, herkes kendi farklı yolunu çizmeye uğraşıp etrafından saygıyı esirgemese ne güzel olacak herşey... Ülkede herkesin maddi durumu yerinde olsa, birbirimizi bu derece yiyeceğimizi hiç mi hiç sanmıyorum.
Bunu umarım kendi neslimizin ve çağımızın şartlarıyla yaşamaya başladığımızda aşacağız. Ben de yakında istifayı basıp çıkıyorum zaten, keşke acı çekerek çalışmak zorunda olan bir sürü arkadaşım da imkanı elverse de, bu odun düzenini bir sonraki kuşaklara taşımasak...
yoktur. y kuşağının ana babaları "aman yavrımın özgüveni sarsılmasın" diye bir höt demediği için bu embesiller hayatlarında ilk zılgıtı iş hayatında yerler. kusura bakmayın kardeşler iş hayatı güçsüz ağlaklara göre değildir. artık mecburen büyümek zorunda kalacaksınız, burada kimse sizin kıçınızı kollamak zorunda değil...