bugün

10 nisan 1976 tarihli tercüman gazetesinde, mareşal fevzi çakmak'ın anılarından alıntılandığı bildirilen şöyle bir tefrika yayımlandı;

'' Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.

-Paşa, durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu'da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana, Anadolu'da teşkilat kuracak, memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek paşaların bir listesini yapıp getirin.

Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. sonra, yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, tane tane konuşmaya başladı;

- Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır?
- Haşa! Padişahım.
- Bir namussuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır?
- Haşa! Padişahım.
- Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?
- Hayır! efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir.
- O halde, bu listeye niçin onun adını yazmadınız?

Hiç düşünmeden cevap verdim;

- Padişahım, Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır.

Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı. Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli itilaf devletleri (ingiliz, Fransız, italyan, Yunan) gemilerini göstererek:

- Paşa, Paşa, Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun. Kendisine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa'yı göreceğim.''

Mustafa Kemal, 15 mayıs 1919'da Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin ile yaptığı bu son görüşmeyi sonradan, mareşal fevzi çakmak'a şu şekilde anlatmıştır;

'' Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdettin'le adeta diz-dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Salonun Bogaziçi'ne doğru açılan pencerelerinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düşman zırhlıları, bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuştu. Manzarayı görmek için, oturduğumuz yerlerden baslarımızı sağa, sola çevirmek kafi idi.

Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya basladı;

- Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unut. Aslı, şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, paşa, devleti kurtarabilirsin!

- Hakkımdaki teveccüh ve itimadınıza arz-ı teşekkür ederim, elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyrunuz. Merak buyurmayınız efendimiz, nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. irade-i seniyye olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyuruklarınızı bir an unutmuyacağım.

- Muvaffak ol!

Hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çıktım. Seryaver Naci Paşa koridorda elinde ufak bir mahfaza içinde bir şey tutuyordu. bana uzatarak;

- Zat-ı şahane'nin ufak bir hatırasıdır.

dedi. Kapağın üstünde, Vahdettin'in inisyalleri işlenmiş bir saatti.

- Peki, teşekkür ederim.

dedim. Saati yaverim aldı. Sonra Yıldız Sarayı'ndan çıktığımız ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırtısını işitmekten korkarak, saraydan uzaklaştık. ''

tarihçi ve eğitimci yazarlardan vehbi vakkasoğlu tarafından yazılan, timaş yayınları tarafından basımı ve dağıtımı 1990 yılında yapılan, 'son bozgun' adlı kitabın birinci cildinde de aynı diyaloglara yer verilmektedir.

elbet! tüm bu yazılanlar düzmece de olabilir. ancak, eğer düzmece iseler, neden bir tepki gösterilmemiş ve bu yazar, yazdıklarından dolayı ortalığın ayağa kalkmasına neden olacak eleştiriler almamıştır. örneğin ben, vehbi vakkasoğlu'nu ve yazdığı bu kitabı başka bir konuda yaptığım araştırma sırasında, tesadüfen fark ettim. oysaki, şu diyaloglar; bizlere, ilkokul yıllarından itibaren şerefsiz, haysiyetsiz, vatan haini bir köpek gibi gösterilen vahdettin'in aslında hiç de öyle bir insan olmadığını kanıtlar niteliktedir.