beni anlatan başlıktır. Sağ görüşlü bir ailede doğdum. Asker bir babanın milliyetçi söylemleri ve çocukken okutulan kahramanlık temalı kitaplar ile büyüdüm. Çocukluğumda bana anlatılan destanlar, kahramanlık hikayeleri benim fikir dünyamın oluşmasına en büyük etken oldu. ilkokul yıllarında dahi milliyetçi fikriyata sahiptim. Ortaokulun sonlarında lisenin başlarında tanıştığım H.Nihal Atsız, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, ismail Gaspıralı gibi isimler ideolojik alt yapımın temelini oluşturdular. içerisinde bulunduğum çevrenin bana lanse ettiği "solcular vatan hainidir, dinsizdir" söylemlerinin bilinç altıma girmesiyle beraber sol görüş benim için açık bir düşman halini almıştı. Bu nedenle sosyalizm/komünizm benim için savaşılması gereken bir şeydi. Ancak
babamın bana vermiş olduğu en büyük faydanın kitap okuma alışkanlığı olduğunu söylemeliyim. Bu alışkanlık sayesinde ortaokul-lise yıllarımı araştırmayı seven bir "çocuk" olarak geçirdim. Yanlış hatırlamıyorsam lise son sınıftayken Karl Marx - Das Kapital'i (O zamanlar bildiğim tek komünist kitap oydu) okumayı denemiştim. Ama sizinde tahmin edebileceğiniz gibi kısa bir süre sonra okumayı bırakmıştım.
Das Kapital'i anla(ya)mamamın etkisinden dolayı komünizm benim için o gün bitmişti...
Sonra aradan 1 sene geçti ve bağlı bulunduğum, sahip olduğum ideolojinin fikirsel eksikleri olduğunu gözlemlemeye başladım. iktisadi, siyasi bir duruşu, noktası bulunmayan bir fikrin "ne gibi bir faydası olabilir?" diye düşünmeye başladım. Çünkü Türkçü-Turancı ideolojinin temel prensibi "devlet yönetiminin Türklerin kontrolünde olması ve Türklerin tek bir çatı altında birleştirilmesiydi." Ancak bu yolda ki yardımcı etkenler ve yolun sonundaki temel işleyişi sağlayacak temel etmenler eksik ve kesinlik içermiyordu. Örnek vermek gerekirse: Turancılık kimilerinin tanımına göre yalnızca Türkleri kapsıyor; kimilerine göre ise bütün Ural-Altay'ı (Finler, Türkler, Moğollar, Tunguzlar, Macarlar, Japonlar, Koreliler) kapsıyordu. iktisadi ilkesiyse kimilerine göre solidarizm, korporatizm; kimilerine göre ise toplumculuk yani bir nevi sosyalizmdi...
Bu kadar çok birbirinden farklı hatta zıt görüşlerin olduğu bir fikir bende bir çok soru işaretine sebep oldu.
Ayrıca kendilerini Türkçü, milliyetçi, vatansever olarak tanımlayan insanların aslında çıkar peşinde koşan kişiler olduğunu fark ettim. Asıl amaçlarının Türk Milleti olduğunu iddia eden bu kişiler ezilen Türk Köylüsü ve sömürülen Türk işçisi için kıllarını dahi kıpırdatmıyordu. Gençlerin kanından beslenen teşkilatların başkanları ise şahsi çıkar ve maddiyat için hiç bir değeri ve ahlakı saymıyordu. Irk kavramını "müritlerini" sömürmek için ustalıkla kullanıyorlardı. Yoksulluğun, açlığın, sefaletin, acının günden güne arttığı dünyada üç maymunu oynuyor, kendi ırklarının acılarını ise acımasızca sömürüyorlardı. Uzun bir süre bu gerçekleri göremedim ve onların bu aşağılık hallerinin basit bir kuklası oldum. Ancak gerçekleri gördüğümde artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı...
Nasıl ki toplumlar devrime gebeyse aynı şekilde insanlarda devrimciliğe gebedir. insanı bilinç, akıl bazında diğer canlılardan ayıran temel özellik yaptığı yanlışın farkına varmasıyla ondan uzaklaşmasıdır. Yani kendi yanlışlarını "devirerek" yerine yeni doğrular inşa etmesidir. Ben, devrimlerin en zorunu yani kendi devrimimi gerçekleştirdiğime inanıyorum.