bugün

Dünyada Türkler ne ise Türkiye'de de milliyetçiler odur. Dünyada oluşturulan algıya göre Türk barbardır, gayri medenidir, ilkeldir, kana susamıştır, cahildir velhasıl kötülüklerin kaynağıdır. Türkiye'de milliyetçiler ama özellikle de Ülkücülerin etrafında inşa edilmeye çalışılan algı da böyledir.

Dünyanın her yerinde 100 yıldır Ermeni tehciri konuşulur ama Balkan göçlerini kimse umursamaz. Yahudilerin 2. Dünya savaşında yaşadıkları acılar dillere destandır. Kırım'dan bir halkın kundaktaki bebeleri, yürümeye mecalsiz nineleri bir gecede sürgüne gönderilişlerinden bırakın dünyayı, kendi milletimizin bile pek haberi yoktur.

Gelelim Türkiye'ye. Nazım Hikmet'i herkes bilir. Kendisi ülkesini gönüllü olarak terk etmiş; gitmiş Sovyetlerdeki Türklüğün bütün aydınlarını katleden, Kırımı ve Kafkasları sürgüne gönderen Stalin'e sığınmayı tercih etmiştir. Aynı dönemlerde başına gelmedik kalmayan fikir ve edebiyat adamı Atsız'ın çektiklerinden kimlerin haberi vardır peki? 1940'larda Türkçü fikir ve edebiyat adamlarının yaşadıkları zulümleri kimler bilir?

Deniz, Mahir, Yusuf'u herkes bilir de Mustafa'yı, Halil'i, Selçuk'u kimler hatırlar? imamoğlu, Özmen, Önkuzu kimlerin hafızasındadır? Diyarbakır dillere destandır da Mamak'ta yaşananları kimlere duyurabildik?

Milliyetçiliğin bu "mağduriyeti", "sistemin-merkezin" dışına itilmesi sadece bir döneme has bir durum değildir, her dönem böyledir. Ayrıntılara girmeden sizlere her 10 yılda milliyetçilerin başına gelenleri aktarayım.

1910'lar; Mücadele ve küllerinden doğuş: Milliyetçiler dernekler kurdular, yazılar yazdılar, günü geldiğinde Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olduğu gibi koşarak canlarını verdiler... Hayalleri Türkiye'den Oğuz illerine, Turan'a kadardı...

1920'ler; Zafer ve kuruluş: Yıkıma giden bir imparatorluktan hayalini kurdukları adı Türkiye, dili Türkçe, tavrı milliyetçi olan bir devlet kurdular... Hayaller gerçekleşiyordu nihayet. Lakin...

1930'lar; Yönünü kaybediş ve yapaylaşma: Milliyetçiliğin içi boşaltıldı, Türk kavramı "yapaylaştırıldı". Ziya Gökalp'in "Türkleşmek ve islamlaşmak" örtüştürmesinden tamamen vazgeçildi. Dilde ve tarihte gerçeklikten "kurguculuğa" geçildi. Dahası, Cumhuriyet'in cefa döneminde en önde olan milliyetçileri "sefa" söz konusu olduğunda bir grup "elit" tarafından dışlandılar. Tabii-sosyolojik Türk ile "yapay" Türk arasında makas açılmaya başladı. Milliyetçilik-Ulusalcılık ayrımının netleştiği noktaya gelindi...

1940'lar; Yargılanış: Türkçülük ve Turancılık resmen idamla yargılandı. Milliyetçilerin işleri ve aşları ellerinden alındı. Savaş zamanı pek ortalıkta görünmeyenlerin saltanatları pekişti... inönü birçok "milli" fırsatı ıskaladı ve Türkiye'yi içine kapanık ve büyük düşünmekten alıkoyan kısır bir tavra alıştırdı...

1950'ler; Sağdan tasfiye: inönü-Menderes çekişmesinde birçok şey değişti. iktidar, sermaye, bürokrasi, hatta askeriyede güç merkezleri "sağa" doğru kaydı. Değişmeyen ise milliyetçilerin talihi oldu. Türk Milliyetçiler Derneği "ırkçılık-şeriatçılık" suçlaması ile kapatıldı. Milliyetçi söylemi yüksek Millet Partisi ve Türkiye Köylü Partisi kapatıldı. Birçok düşünce adamı yargılandı... Akla hayale gelmeyecek zulümler yapıldı. Devlet imkânları "gayri milli" ancak her her zaman "sistemci işadamlarına" bol keseden dağıtıldı...

1960'lar; Sürgün: Menderes ve ekibine karşı yapılan ihtilalin yönü inönü'ye dönüktü. iktidarın kolayından tekrar inönü'ye verilmesinin önüne geçmek isteyen rahmetli Türkeş ve arkadaşları kendilerini bu "kopup gelen darbe çığının" içine atıverdiler. Ancak "sistem" tekrar reaksiyona girdi. Milliyetçiler dışlandı. idamla yargılandı, sürgün edildi.

1970'ler; Destan ve kurşunlanma: Bozkurtlar, ülkücüler belki Cumhuriyet tarihinin en büyük toparlanma ve "gönül seferberliği" yürüyüşüne başladılar. Bir dönem sessizliğe gömülmüş "Milliyetçi Türkiye", "Turan" marşları yüksek tondan ve yüzbinler tarafından dile getiriliyordu. Rus, Amerikan, Çin emperyalizmine topyekûn karşı çıkıyorlardı. Sol "emperyalizm" konusunda "dürüst" olamamıştır. Amerikan emperyalizmine karşı çıkarken eline "orak-çekiçli" "kızıl yıldızlı" bayrakları almaktan çekinmemiştir. Vietnam'a ağıt yakarken bir gün olsun Doğu Türkistan'ın acısını dile getirmemiştir. işte bu ortamda Bozkurtlar birer, üçer, beşer kurşunlanmaya başlandılar. Türkiye'yi istikrarsızlaştıranlar 1990'larda doğacak Türk Dünyasına hazırlıksız bir Türkiye için Ülkücüleri hedef yaptılar. 1990'larda başlayacak Ortadoğu işgaline Türkiye'den gelebilecek tepkileri yok etmek için milliyetçi ve bağımsızlık yanlısı yapılanmalara karşı "derin" operasyonlar yürüttüler. Başardılar da. Binlerce Ülkücü şehit oldu. Bağımsızlık yanlısı olan solcu gençler de kurşunlardan nasiplerini aldılar. istikrarsızlaştırma başarılı oldu.

1980'ler; idamlar ve soykırım: ihtilali yapanlar güya "Atatürk Milliyetçisi" idiler. Ama sadece Türk milliyetçilerini değil, Türk Milliyetçiliğini de hukuksuz delilsiz yargıladılar, idam ettiler, işkenceden geçirdiler, psikolojik operasyonlara tabi tuttular ve Ülkücülerin büyük kervanını dağıttılar. Fikir-edebiyat üretkenliğine son verdiler. Özgüvenlerine musallat oldular. inançlarını ve ülkülerini sorgulatmak için toplum mühendisliği yaptılar. Sahte, "ikame milliyetçiler" ürettiler...

1990'lar: "Ulusal tehdit"e dönüşme: 1990'larda büyük bölücü tehlikeye rağmen "milliyetçilik" sistemin yüksek tehdit algıladığı kavram olmaya devam etti. Milli Güvenlik Kurulu'nun Kırmızı Kitabına "bölücülük, irtica tehlikelerinin yanına yine "aşırı milliyetçiliği" yerleştiriverdiler dönemin "ulusalcı" generalleri. Anlaşıldı ki Türk Dünyası ve Ortadoğu yeni yapılanmaların eşiğindedir ve Türk milliyetçiliğinin bu süreçte gösterebileceği direniş emperyal kurgulamaları bozabilir. Millet yine de MHP'ye "dengeli" bir destek verdi ve 2. Parti olarak hükümette yer almasının yolunu açtı. Ama..

2000'ler; Operasyonlar ve itibarsızlaştırma: Irak işgal edilecekti, Ortadoğu yeniden şekillendirilecekti. Milli duruşa sahip kitlelere müsamaha edilemezdi. Edilmedi de. Önce "finansal itibarsızlaştırma" başlatıldı, ardından siyasi. ikisinde de başarılı olundu. Ardından "BOP Eşbaşkanlığına" talip "gömlek çıkarıp ılımanlaşan" bir düşünce iktidara oturtuldu. Bütün parçalar birleştirildi. Bu süreçte hesapları bozan yegâne kale MHP oldu ve yıkılmadı. Lakin MHP'nin başına 2011 seçimlerinde neler geldiği malumunuz. Hikâye devam ediyor, mücadele de... Biz yine "sistemin" en dışında ve "öz yurdunda sürgündeyiz". Ne gam?

Sonuç: a- Her dönem milliyetçiler "sistemin" dışında tutulmuşlardır.

b- "Amerikan emellerine alet olmakla" suçlanan milliyetçiler en "Amerikancı" iktidarlar (DP) ve darbelerde (1980) felaketlerin büyüğünü yaşamışlardır. idamla yargılanmış, işkencelerden geçmişlerdir.

c- Tam tersine "sol" hem "sistem" hem de "sermaye" tarafından istisnalar dışında korunmuş ve şımartılmıştır. Solun sermaye ile olan "mutlu" beraberliğini görmek için medyaya bakmak yeter...

d- Dünyada "milli sermayedar sınıfın" milliyetçiliği desteklediğine örnekler çoktur. Türkiye'de sermayedar sınıfın 1950'lerde oluştuğunu var sayarsak bizim sermayedarların "devletçi-sistemci" ancak "milliyetçi olmadıkları" genellemesi yapılabilir.

f- Milliyetçi isen "yalnızsın" ve bu senin mukadderatındır. Ardında Amerika, Rusya, Çin, AB, Arabistan, iran yoktur. Hıristiyan Demokratlar, Sosyalist Enternasyonel ile paslaşamazsın. Atsız Beğ'in "Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden/itler bile gülecek kimsesizliğimize" kehaneti bir yafta olarak ebediyen yakana yapışır. Olsun. Ya "sonuna kadar!'" dersin veya kervanı terk edip ülkü yorgunluğuna, iman eksikliğine kılıf ararsın...

Bu böyledir!

etikhaber.com | Prof. Dr. Recai COŞKUN
yazının link'i: http://www.etikhaber.com/...etcilerinin-bana-gelenler