bugün

TÜRKiYE'DE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK

insan toplumları,toplu göçler,savaşlar ve benzer sebeplerle sayısız hareketlilikler yaşadıkları sürece kaynaşmış ve farklı kültürlerin bir arada yaşadıkları çeşitli toplumsal kompozisyonlar oluşturmuşlardır.Çokkültürcülük bağlamında kayda değer olan,bütün bu toplumların bu farklılaşma sorunuyla nasıl baş etmiş olduklarıdır.Bu konuda genellkle devletlerin önünde 2 büyük seçenek olmuştur.Devletler,genellikle ya hakim grup içinde farklılıkları giderici,asimile edici bir program izlemişler ya da toplumsal farklılıkları bir gerçek olarak kabullenip bunları tanımışlardır.2.tutum genellikle bütün imparatorlukların takip ettiği bir yol olmuştur.Başlı başına bu bile gösterir ki çokkültürcülüğü tanıyan bir siyaset ile imparatorluk olmak arasında herzaman tarihsel bir yakınlık olmuştur.
Bu bağlamda Osmanlı imparatorluğunun içinde yaşatığı onca toplumsal farklılığı kabullenen bir tutum içinde olması da insan haklarıyla ilgili özel bir meziyetinden önce,imparatorluk ufkunun öğrettiği bir tarz olmuştur.Bu bakımdan çokkültürcülük Osmanlı imparatorluğu için de hakim ve kurucu bir unsurdur.
Bir imparatorluk olarak Osmanlı imparatorluğu içinde bile hiçbir zaman devletin belli bir türdeşlik arayışından vazgeçmemiş olması bir yana;Müslümanlaştırma yönünde bir asimilasyon siyaseti uyguladığı yerlerde bile bu,bir tekkültürlüleşme siyaseti ile aynı özelliklere sahip olarak işlememiştir.Osmanlı Devleti Müslümanlaşmalarını gözettiği gruplar üzerinde bile dinden başka konularda kolay kolay bir tekkültürlüleşme yoluna gitmemiştir.Bunu ister bir imparatorluk rasyonelliğinin bir gereği olarak isterse de dini ilkelerin bir gereği olarak yapmış olsun,bu siyaset Osmanlı toplum yapısının çokkültürlü bir niteliğinin oturmasında önemli bir etken olmuştur.
Bu çerçevede ise,Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetinin de çokkültürlü bir gelenekten geldiği reddedilemez.Türkiye bünyesinde birçok azınlığı barındırır.Öyle ki Türkiyedeki azınlıkları dinsel,etnik ve dilsel azınlık türleri arasından yalnızca bir kategoriye yerleştirmek neredeyse imkansızdır.Örneğin etnik bir azınlık olarak sayılan Kürtler,dinsel bir azınlık olarak da tanımlanabilir.Dünya sahnesinde Türkiye'de yaşayan en çok bilinen azınlık kuşkusuz Kürtler'dir.Türkiye'nin nüfus açısından en büyük azınlığı olan Kürtlerin nüfusu Türkiyenin nüfusunun %20'sinden fazlasını oluşturur.Bunun yanında Türkiye'de önem taşıyan bir başka azınlık,dini Hıristiyanlık olan Ermenilerdir.Ve nüfusları 50-60.000 arasındadır.Aynı zamanda Rumlar ve daha birçok azınlık da Türkiyenin çokkültürlü yapısında yer almaktadır.
Türkiye gibi ulus devlet yapısını türdeş bir millet tanımına dayandırmış olan ülkelerde çokkültürlülük tartışmasının aldığı biçim kendine özgü bir seyir izler.Bilindiği gibi Türkiyede millet tanımı Misak-ı Milli sınırlarında kalan herkesin Türk olduğu varsayımına dayandırılmıştır.Cumhuriyet'in ilk yıllarında bu kavram ciddi ırksal yüklemelerle beraber kullanılmışsa da nihai anlamda Türklük ırksal olmaktan ziyade bir çeşit anayasal vatandaşlık kavramı olarak geliştirilmeye çalışılmıştır.Anayasal vatandaşlık kavramı,ulusal devleti;din,dil,ırk gibi tarihten ya da coğrafyadan gelen kültürel kimlikler yerine,mensup olunan ülkenin siyasal kimliğine ve bu ülkenin eşit haklara dayalı vatandaşlığı kavramına bağlayan bir anlayışı dile getirmektedir.Türklüğün Cumhuriyetin kuruluşunda kazandığı bu içerik,değişik dönemlerde,değişik siyasal tutumlar yüzünden farklı müdahalelere,farklı işlemlere konu olmuş olsa da genellikle ifade edilmeyen dinsel bağ hep kalmıştır.Nitekim çokkültürlülük tartışmasının ilk çağrışımı,yaşanan 15 yıllık çatışmanın da doğal sonucu olarak hep Kürt sorunu ve bunun uyandırdığı bütünlükçü duyarlılıklar olmaktadır.Çokkültürlülük ve bunun siyasal sonuçları ile ilgili tartışmanın hep bu hassas alanda karşılandığı Türkiyede bu yüzden ciddi bir mesafe katedilememektedir.Oysa çokkültürlülük çok daha geniş ve açık-uçlu bir siyasal proje olarak tartışıldığında önümüzdeki tek kültürel eksenin Türklük-Kürtlük ekseni olmadığı,bunun çok daha kapsamlı bir demokratik açılımın uygun bir zemin oldUğu görülebilir.Türkiyede farklı kültür denildiğinde akla gelen Kürtler,Çerkezler,Lazlar,Zazalar gibi etnik unsurlar kadar,Aleviler,Sünniler,Nakşıbendiler ve cemaatler gibi dinsel ve mezhepsel unsurlar veya Masonlar,Çevreciler gibi daha modern örgütlenmeler etrafındaki alt-kültürel oluşumların her biri kendini ifade etmenin,kendini tanıtmanın yollarını arıyor.Bunların herbirinin siyasi ve toplumsal hayattaki varoluş mücadelelerini çokkültürcülük sorunu kapsamında görmek konuyu biraz basitleştirmek olabilir.Aslında bütün bu unsurların yer aldıkları toplumsal ve siyasal özne konumları,demokratik süreçlerin seyrine daha uygun düşüyor.Buradaki uyum sorununu ortaya çıkaran bütün bu unsurların bir bakıma birbirlerinin üstüne binen öznel konumlarıdır.Yani çokkültürlülük içinde aynı anda birçok kültürel aidiyetin bir grupta veya bir bireyde temsil edilmesi söz konusu olabilmektedir.Örneğin islami bir kültürel farkta bulunan bir insan Türklük,Kürtlük,Çerkezlik veya Lazlığın oluşturabildiği farklara sahip olabildiği gibi Alevilik veya Nakşıbendilik hatta feministlik farkını da iddia edebilmektedir.Birçok yerde olduğu gibi Türkiyede de söylemin kurucu rolünün önemi atlandığı takdirde kültürel fark olarak gösterilen hiçbir özellik,sınırı daha fazla belirginleştirmiyor aksine daha da belirsizleştiriyor.Bir tanınma siyaseti izlemek,bir cemaat olarak varolma sürecinin tabiatı gereğidir.Yalnız buarada gözlenen sorun,bu kültürel fakı iddia edebilen tanıma ve tanınma sürecine dahil olan iktidar ilişkilerinin farkına varabilen bir entelektüel söyleme sahip olmayanların sergiledikleri kültürün ne olacağı sorunudur.Yani kültür kavramının anlaşılması,Türkiyede de çokkültürcülük sorununu farklı bir noktaya taşımaktadır.Türkiyede çokkültürcülüğün tartışıldığı bağlam,ülkenin bölünmez bütünlüğüne tehdit oluşturan bölücü terör ile ülkeyi geriye götürmeye kasteden irticai hareketler çerçevesinde belirlenmektedir.Her 2 tehdit konsepti ve bu konseptlerin tepki verdiği tehditler,kültür kavramı hakkında derinlemesine herhangi bir analizin yapılabilmesini zorlaştırmaktadır.Bunun yanında kurucu ideolojisi itibariyle modern ulus devletin değerlerinden olan tekçiliğin uyumuyla şekillenen ideoloji farklılığının her çeşidini tehdit olarak karşılayan bir bünyeyi özenle işlemiştir.Tarihi itibariyle mozaik bir yapı arzeden Türkiye hukuken tedrisatın,siyasetin,ülkenin,ideolojinin birliğini hedeflemiştir.Ama bu birliği sağlamak,Osmanlı imparatorluğu gibi bir mirasın varlığı düşünülürse hiç de kolay olmamıştır.Bunun yanında farklı kültürlere karşı hassasiyet sadece devletin kurup,gözetip.geliştirdiği bir hassasiyat olmayabiliyor.Türkiye örneğinde görüldüğü gibi devletin kurucu bir siyaseti olabiliyorsa da ,toplumun farklılık talebine verdiği tepki pek farklı olmamaktadır.Bu da genellikle farklılık veya tanınma siyasetlerinin en trajik anlarından biridir ve sadece Türkiyeye özgü bir durum da değildir.Çokkültürlülükten söz etmemizi gerektiren bütün ülkelerde tanınma mücadeleleri,sonuçta başarılı olmuş ve ancak bir devlet iradesinin hakemliği sonucunda son aşama kaydedilebilmiştir.
Sonuç olarak;çokkültürlü bir yapı her demokrasinin ideal kültürüdür.Ama bu ideal kültüre ulaşma yolundaki en büyük engel,farklılıkları daha da fazla belirginleştirerek aradaki uçurumu açmaktır.Aslında biz,içimizdeki farklılıklardan bahsettiğimizde bile 'biz' dediğimiz zamirin içinde tamamen eritilemeyen,tam anlamıyla bizden olmayan birşeye gönderme yapıyoruz.Bunu genellikle,Türkiye örneğinde de gördüğümüz gibi bütünlükçü,ulusal birlikçi söylemlerin içinde sıkça karşılaştığımız 'biz' zamirlerinden bolca gözlemleriz.O yüzden demin bahsettiğimiz bu ideal kültüre ulaşmak için söylemsel ayrımları en aza indirgemeli ve demokrasinin,farkları tanıyan ve bu farkları yurttaşlık sözleşmesi içindeki katılım olasılığını sonuna kadar açık tutan bir yönelimi olmasını sağlamalıyız.
(bkz: ya ne olacağıdı)
imdi efenim yüzyıllarca pusulanın bir çok yönünden defalarca işgale uğramış bir toprağın üzerinde çokkültürlülük olmasında ne olsun? kronolojik sırayı bilemeyeceğim ama hatırladığım kadarıyla sayıyorum.....

hititler
mısırlar
persler
yunanlar
tekrar persler
makedonlar
romalılar
bizans
selçuklar
osmanlılar
moğollar
tekrar osmalılar
ingilizler-yunanlar-fransızlar-italyanlar***
ve fin
türkler .....

yani bu topraklarda çokkültürlülük olmayacakta ne olacak. bütün bu toplumarın dilleri farklı , gelenekleri farklı , geldikleri yerler farklı , dinleri bile farklı efenim. önemli olan hoşgörüfür arkadaşım. ne demiş şair : yaşamak tek bir ağaç gibi.
bu topraklar hepimizin , herkes kan dökmüş vakti zamanında. ha 80 yıl önce ha 800 yıl önce. en son şükür bize kalmış. kıymetini bilelim ama kıymetini bilirken de kimseye haksızlık etmeyelim. yazıktır. bu topraklar bu kadar verimliyle üzerine bu kadar kan döküldüğü için ve altında bu kadar can helak olduğu içindir.

edit : imla hatalrı

büdüt : haçlı seferlerini unuttum ben , ayrıca ermeniler ve pontusları da.
türkiye'de imkansız olan durum. şöyle ki yer yer kültürlü insan görülse de çok kültürlü insan hiç bulunmamaktadır çünkü devlet tarafından altyapı çalışmaları yapılmamıştır bu konuyla ilgili derken içimdeki kaçma isteğine gem vuramadığımdan aranızdan ayrılırım.

(bkz: başlığı götünden anlamak)