bugün

ilkel toplumlarda üretim ilişkileri, üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanmaktaydı. insanlar her şeyi birlikte yapıyor, birlikte yaşıyor ve çalışıyorlardı. Bu ortaklaşa çalışma da üretim araçlarının ve emeğin ürünler için ortaklaşa mülkiyetine yol açıyordu.
Marx ve Engels Alman ideolojisi' nde, insanlığın başlangıcında, insanların sadece avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği zamanlarda egemen düzenin mülkiyetinin ortaklaşa mülkiyet olduğunu belirtmişlerdir. 1880'li yıllarda burjuva bilimine dair toplanan belgeleri incelemeye girişen Marx Amerikalı bilgin Henry Morgan'ın ilkel Toplum adlı kitabından da yararlanarak toplumsal sınıflar, özel mülkiyet ve devlet gibi kavramların kalıcı değil geçici olduğunu vurgulamıştır. Morgan'ın kitabında Aztekler doğayla etkileşimini, avcılık ve toplayıcılıkla belirliyorlardı. Dolayısıyla birikim yoktu ve buna bağlı olarak da özel mülkiyet yoktu. insanın insan tarafından sömürülmesi ve sınıflar yönünde hiçbir düşünce söz konusu değildi.

Ken Loach, The Navigators adlı filmde kapitalizm ortamında yaşama tutunmak için çabalayan, çabaladıkça birbirlerine yabancılaşan bir grup demiryolu işçisinin öyküsünü anlatmaktadır.

'' Yabancı kavramını en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx'a göre bu kavram ürünlerin, insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir.''

Filmin senaryosu, hayatı boyunca demiryollarında işçi olarak çalışan sonra zorla emekli edilen daha sonra da işçilik hayatı boyunca yoğun asbestle çalıştığı için akciğer kanseri olan ve kırkbeş yaşında hayatını kaybeden Rob Dawber'e aittir. Dawber'in hayatından kesitler taşıyan The Navigators insanı kendi türüne yabancılaştıran kapitalizmin yarattığı vahşi ortamın insanlığa dayattıklarını tüm çıplaklığıyla yansıtıyor.

Filmin ilk sahneleri demiryolu şirketinin özelleştirilmesi ve ardından işçilerin kendilerine dayatılan insan dışı koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaları ile ilgili. Yetkili işçilere: '' Kimse burada yerleşik değil, ilk olarak bunu bilmenizi isterim... Sadece bir iş yapmak önemli değil, pazar ortamında yeni şirketin başarılı ve yeterli işlere imza atmasını istiyoruz. Misyonumuz için, performansınızı artırmalı ve işinizi en verimli şekilde yapmalısınız'' diyor ve yeni şirketin dayattığı anlaşmayı imzalamak zorunda olduklarını söylüyor. Vermeden almak isteyen sistem, gittikçe fakirleştirmeye çalıştığı işçi sınıfına dair planlarını, çalışma koşullarıyla belirlemiştir artık. işçiler doğal isteklerini karşılayabilmek için, aç kalmamak için kendilerini fiziksel bir canlıdan öte meta olarak gören yeni patronlarının çıkarları uğruna çalışmaya başlıyorlar. Ne kadar işe bağımlıysa bir işçi insana özgü duygularını o denli kaybetmeye, hissizleşmeye başlamış demektir. Gerçek dünyadan kopmuş, hayati organları olan kalpleriyle değil eklem yerlerininin hızlarıyla varlıklarını hissedebilen yaratıklara dönüşmüşlerdir.

Şirket işçilere sözde bir yaşam sunuyor fakat bu yaşam, hümanizmanın ölçüt olarak aldığı iNSAN ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan, insanı insana, iş arkadaşlarına yabancılaştıran, toplumsal dayanışmayı yok eden, insanda hayvansı güdüler uyandıran sözde bir yaşam...

Jack, yemek almaya gittiği yerde promosyon olarak verdiklerini zannettiği yiyeceğe sahip olamadığı için satıcıya saldırıyor. Karnı biraz daha tok tutabilmenin yolunun şiddetten geçtiğini görüyoruz. Film, sistemin zorbalık üzerine kuruluşunu ve bizim bunu yadsımayışımızı yüzümüze vuruyor.

işçilerden bir diğeri Paul, kızlarını mutlu etmek ve eski karısından onların velayetlerini almak ister. Bu yüzden mesaiye kalır ve çalışma koşullarınaa katlanmak zorundadır, işten çıkma gibi bir lüksü yoktur. Filmin sonunda yıllardır beraber çalıştığı arkadaşı olan John'a tren çarpar ve John ne kadar ölüme yaklaşmışsa Paul, insanlığından o kadar uzaklaşmıştır. Çünkü; Mick ve Paul ağır yaralı olan arkadaşlarını, güvenli çalışmadıklarından dolayı işten çıkarılabilecekleri düşüncesiyle demiryolu alanın dışına taşırlar ve John yaşama şansı varken ölür, öldürülür.
'' Doğaya şekil verme, daha fazla ürün elde etme çabası, aletler, makineler, fabrikalar... insan doğayı kısmen kullanarak hayatını devam ettiriyor. insan ekmeğini çıkardığı doğayı artık alınıp satılabilen bir mal olarak görüyor. insan kendi gözünde tanrılaştı ama bu tanrılaşma SADECE KISMEN gerçekleşti. Tanrısal adaletten, iyilik ve merhametten eser yok. Bunun için daha hızlı ve daha ucuza üretiyor ama üretileni adilce paylaşmanın yollarını bulamıyor.''

Filmin başında kapitalizmin dayattıklarıyla dalga geçen neşeli, birbirlerini kollayan, birbirlerine sahip çıkan, dayanışma içinde olan ve en önemlisi hayatlarından memnun olan John, Mick, Paul, Jim... rekabet ortamında artık birer insan değil, mesleklerine, ürettiklerine ve birbirlerine yabancılaşan, kendi ürettiklerinin altında acı çeken sadece birer peşin emek satıcısı...

içinde bulunduğumuz sistemin temeli insanlık değil, bencilliktir. Rekabet ortamı bencilliği artırırken, toplumsal dayanışmayı kırar. Marx'ın yabancılaşma düzleminde insanlık durumunun gerçek sefaletini görebilirsiniz. Ancak bunun bir şekilde üstesinden gelindiğinde gerçek mutluluğa yeniden kavuşulabilir.

Şimdi soruyorum size yazının başında avcılıkla geçinen ilk insan mı daha vahşi yoksa hiçbir şey görmemeye, sorgulamamaya şartlandırılmış, birbirlerini çürümesine seyirci kalan, kendi emeklerinin sahibi olamayan, kaybolan hislerinin yerini bir avuç maaşı alan günümüz sözde modern insanı mı?