bugün

Tanrı’nın doğa yasalarını ihlal edip etmediği’ hakkındaki
soruya cevap vermek için doğa yasalarının tam olarak neyi
ifade ettiklerinin keşfedilmiş olması gerekir. Oysa bu husus
özellikle modern fiziğin mikro alanındaki gelişmelerle iyice
karmaşıklaşmıştır. Tanrı’ya inanan bir dindar, Tanrı’nın doğa
yasalarını ihlal ederek evrene müdahale ister ettiğini ister etmediğini
savunuyor olsun; kendi savunduğunun tam aksi şıkkın
da Tanrı isterse mümkün olduğunu kabul etmek durumundadır.
Hiçbir dindar, “Tanrı doğa yasalarını ihlal ederek veya
ihlal etmeden türleri yaratamaz veya mucizeleri oluşturamaz”
diyemez. Sonuçta, yine, Tanrı için iki türlü şıkkın da mümkün
olduğu; fakat Tanrısal hikmetin, bu şıklardan hangisinin tercih
edilmesini gerektirdiğini bilemeyeceğimiz bir durumla karşı
karşıyayız. Ben Evrim Teorisi’ne karşı tavırda olduğu gibi, bu
hususta da ‘teolojik agnostisizm’i öneriyorum. Tanrı’nın türleri
‘nasıl’ yarattığını veya mucizeleri ‘nasıl’ yarattığını gözlemleyemiyoruz.
Burada önemli olan, sadece bunları gözlemleyemememiz
değil, bunları gözlemlemiş bile olsak, ‘nasıllığının’
gözlemlenemiyor olmasıdır. Örneğin Hz. Musa’nın denizi ikiye
yardığını gözlemleseydik bile, bunun ‘nasıllığı’ bize yine meçhul
olurdu; Tanrı’nın bu ‘mucize’yi doğa yasalarını ihlal ederek
mi yoksa ihlal etmeden mi yarattığını yine söyleyemezdik.
Doğa yasalarının neliği hakkındaki bilgimizin sınırları
ve makroda seyrettiğimiz olguların moleküler seviyesindeki
oluşumlarını gözleyemememiz; denizin yarılması gibi mucizeleri
görsek bile, bunun doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamını
taşıyıp taşımadığını söyleyemeyeceğimiz anlamına gelir.
Bence, Kutsal Metinler’deki ifadelerden yola çıkarak da
Tanrı’nın doğa yasalarını ihlal edip etmediğine dair bir şey söylemek
mümkün değildir; bu konuda da ‘teolojik agnostisizm’i
savunmanın bir nedeni budur. Üç tek Tanrılı dinin kaynakları
incelendiğinde, bu kitaplarda doğanın mekanik işleyişindeki
tüm olağan hadiselerin Tanrı’nın yaratışı olarak sunulduğunu,
sadece olağandışı veya olağanüstü hadiselerin Tanrısal
yaratılış olarak sunulmadığını görmek mümkündür. Kutsal
Metinler’e göre bir bitkinin bitişi de -sırf ilk bitkinin yaratılması
değil- Tanrısaldır. Kutsal Metinler’in şu bölümleri buna
delildir:
O Allah ki bulutlarla gökleri kaplar, yer için yağmur hazırlar,
dağlarda ot bitirir. Hayvanlara, çığırışan karga yavrularına
yiyeceklerini verir.---------------------------------- (CANER TASLAMAN'IN EVRiM TEORiSi FELSEFE VE TANRI KiTABINDAN ALINTIDIR.)
(bkz: caner taslaman sen misin)
kilit soru "aşkın nesnel bir gerçeklik var mı yoksa sadece zihinlerimizde var olan bir idealar evreninde miyiz" dir. idealar evreninde her şey manipülasyona açık ve müdahale edilebilir durumdadır ancak ilk akla gelen ayın ikiye bölünmesi mucizesi örneğin kütle çekim yasalarınca imkansızdır, ay ve dünya ortak bir çekim merkeziyle birbirlerine kenetlenmiş gibi hareket ederler, ayın çekim kuvvetinde meydana gelebilecek böylesi anlık bir değişikliğin dünyaya olan etkisi en basit tanımıyla kıyamet olacaktır.
Uyduruk kavramlar ile felsefi bir konu tartışıyormuş izlenimi verip gerçekte anlam içermeyen yapay sorunsal.

Birkaç felsefeci akademisyen arasında anlaşmalı bir tartışmaya göre tanrısal müdahale var mı yok mu bu tartışılıyor. akımlara kapılmak yerine kendisi de düşünen bir insan kendine hazır yedirilmeye çalışılan kelimeleri de sorgulamanın nesnesi yapar. Şimdi bu uydurmalara bakalım.

Tanrısal müdahale ile doğa yasaları ihlal ediliyor mu diye bir soru kabul edilemez. Bu sanki tanrı öyle koltuğunda otururken doğa otomatik işliyormuş gibi bir hayale dayanıyor. Bunun böyle olduğunu kim nereden uydurdu? Yani doğa yasası da nedir ki kimse sormuyor, kütleler birbirini ne diye çekiyor, bunları bir defa gözlediler mi hemen zaten otomatik böyledir diye yasa peyda ediyorlar. iste bu klasik bilim anlayışı varsayımsaldır. Temeli olmayan bir inancın üzerine felsefi tartışma inşa edilemez.

Tanrı her an her varlığa müdahale eder. Doğa yasası denen şey de tanrının yasasıdır. Mucize diye bir doğa yasası ihlali de yoktur ki bunun tartışması yapılsın. Çünkü denizlerin yarılması doğal değildir diyen birisi aslında "kendiliğinden olamayacak bir olaydır" demek istemekte. Peki kütle çekimi kendiliğinden niye olabilir? Cansız partiküllerden canlı hücre yapısı da kendiliğinden olmasını zorlayacak bir sebep yok. Bunları ihlal olarak görmek demek ihlal edilen kuralları kendine göre varsaymak demektir. Bu bir.

ikinci konu da şudur: teolojik agnostisizm. Bu be menem bir kelime, nasıl saçma sapan bir terkiptir. Aklına gelen her kelimeyi başkasıyla yan yana getirince bir kavram üreteceğine inanmak kendini felsefeci sanan her yarım bilgilinin alameti farikasıdır. Güya hazret bu terkip ile "dini konudaki belirsizlik görüşü" gibi bir anlam ifade edecek. Agnostisizm kelime olarak "gnosis"ten yani algılamaktan gelir. Yani onun olumsuzu "algılanamazlık" görüşüdür ve dikkat ediniz terimdir bu kelime. "Tanrı sorunsalının çözümlenemezliği" anlamına gelir. Yani her konuda değil tanrı konusunda "bilinemezlik" görüşüdür. Sen kalkıp ağzına sakız gibi her bilinemez kelimesini kullanacağın yere havalı olsun diye agnostik diyemezsin. Terimdir bu kelime. Yine bunla kalsa iyi. Agnostik de değil, teolojik agnostik. Teolojik ne demektir? Theos ve logos birleşimi ve hristiyanlığa özgü tanrıbilimdir. isa konusunda araştırmalardır. Teolojik yani tanrıbilimsel agnostik dendiğinde aslında anlamlı hiçbir şey söylenmiş olunmaz. "Teolojideki şimdi tartıştığım meseledeki iki farklı görüşten hangisinin doğru olduğu bilinemez" denmiş olunmuyor bu kelimelerle. Ama güya bu denmek istenmiş. Sen kalkıp psikoloji konusundaki freud ile jung un teorilerine "psikolojik teoriler" desen olur mu mesela? Sanki teorileri psikolojik olarak ruh hallerine göre oluşturmuşlar gibi bir anlam çıkar bu terkipten. Aynen teolojik agnostik de bundan daha az saçma değildir.