bugün

''T.C.'' adlı yapı devlet değil, kurumları kurum değil... fikiri vermesi için: ( http://trosmtr.blogspot.c...im-daha-cok-devletse.html )

Kim Daha Devletse...
''Devlet etme sanatı'' Merhum Ömer Lütfü Mete'nin, ''Gizli Servisler'' adlı kitapta okurken rastladığım, birçok sorunlarımızı aşmamıza yardımcı olacak, bir çok kapıyı açacak olan anahtar sözü...

Peki Osmanlı'yı tasfiye ederek ''Türkiye Cumhuriyeti''ne geçenlerin devleti ne kadar devlet olabilme kapasitesinde ya da bu kadrolar ne kadar devlet etme yeteneğine sahipti?

Bakıldığında öyle ya da böyle 600 yıl bir çok farklı toplumları, inançları, yapıları heterojen bir şekilde bünyesinde barındırabilen Osmanlı nasıl bir sanatın ürünüydü? Bu sorunun cevabı iki milleti bile bir arada tutarken 'zorlanmış' bir devlete elzemdir diye düşünüyorum. 'Osmanlı sistemi'ni oluşturan enderunda yetiştirilmiş bürokrasisi-yöneticileri ve bunlarla ve 'Osmanlı sitemiyle' birlikte hata yapma lüksü olmayan, en muhteşem şekilde yetiştirilmiş bir padişahın sırrı neydi? Bu devletin kanunları, uygulamaları nelerdi?

Bu sırlara ulaşabilmek, bunları idrak edebilmek için bugünkü çarpık 'devlet etme' anlayışımıza, çokça verilebilecek örneklerden benim bildiklerim, idrak edebildiklerim ve beni özellikle rahatsız edenlerinden bahsetmek istiyorum. Bu çarpıcı ve birbirinden bağımsız örnekler yekun olarak değerlendirildiğinde 'devlet etme sanatımıza' işaret etmekte:

Mesela bir devletin kolluk kuvvetleri suçlu karşısında bizimkisi kadar aciz midir, kolluk güçlerinin suça ve suçluya karşı sertlik derecesi nedir? Mesela Emre Uslu'nun belirttiğine göre ABD polisi çok serttir. Ancak ABD polisinin ne yapıp ne yapmayacağı bellidir. Kurallara uyarsanız hiç bir sorun yaşamazsınız. Akılda canlandırmak için 'eğlenceli' (aslında hiç de eğlenceli değil ve insanın ağırına giden) bir örnek zihinlerde canlanması açısından önemli: Justin Bieber Polonya'da üstü soyularak ülkeye girebilmiş, bizde baş komiser peşinde oyuncak olmuştur. Başka bir örnek; Yiğit Bulut Türk uçağındaki sarhoş Azerileri rezaleti üzerine, Batı ülkelerinde pilotun böyle durumlarda sarhoşları ihbar ettiğini ve özel timlerin buna benzer olaylarda hava alanında müdahale ettiğini belirtmişti.

Bakın şurası çok ilginçtir. (bize 'çiçek' sözleşme diye anlatılarak zerkedilen sözleşmenin bu maddesini , öğrenince, ne yalan söyleyeyim, çok garibime gitmişti) Avrupa insan Hakları Sözleşmesi ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması için insan öldürmeye izin verir. Burada sadece şunu demek istiyorum, yanlış anlaşılmamalı, gezi olaylarından endişelenen Merkel ülkesinde gezi vari olaylar olsa ne emirler verirdi ya da sistemlerinin yaptıklarına nasıl kılıflar uydurup; nasıl göz yumar, hatta belki de göz yummak zorunda kalırdı. G-8 zirvesine karşı protestoculara ingiliz polisinin tepkisi de ortadaydı.Türk polisi, ingiliz polisi gibi çirkin görüntülere sebep olmasın tabi ancak suçlu karşısındaki acizliğinden mutlaka kurtarılmalı.''Sertlik''ten bahsederken asla ABD ve diğer Avrupa devletlerinde rastlanan kanunsuz bir kolluk şiddetinden bahsetmediğimi tekrar belirtmek istiyorum...

Ordumuzun profesyonel bir orduya geçemeyişi ise tabiri caizse sözün bittiği yerdir, diye düşünüyorum.

Mafyaların devletin izin verdiği kadar iş yapabildiğinden, mafyayı belli ölçülerde tutmak, için onun bir nevi devletin kontrolünde olduğundan bahsedilir. Peki bizde hint kenevirleri yeni mi bulunabildi yoksa devletimiz yeni yeni mi devlet olmaya başlayabildi de OHAL'in rezaletleri, doğurduğu devlet boşluğu kapatılıyor. Peki jandarma ne zaman hakiki bir kolluk kuvvetine dönüşecek? (Sedat Laçiner'in ''Polis nedir, ne değildir'' köşe yazısını tavsiye ederim: http://haber.stargazete.c...r-ne-degildir/yazi-766157 ) Ayrıca çok ilginç bir güvenlik rezaleti: 1929 yılında cezaevleri gardiyanlara yarım olarak emanet ediliyor; sonuç koordinasyonsuzluk ve ceza evine girmemesi gereken şeyler konusunda jandarmayla gardiyanların birbirini suçlaması. ''Tatar Ramazan Sürgünde'' adlı filmde Tatar Ramazan'ın ceza evi müdürüyle konuştuğu sahnelerinde değinilen bu rezalet şimdilerde ceza evlerinde dış güvenliğin de infaz ve koruma memurlarına emanet edilme hazırlıklarıyla aşılmaya çalışılıyor.

Tamam torpil hiç bir devlet kurumunda olmasın ama devlet gibi devletlerde bizimkinde olduğu gibi uzun yıllarca istihbarat teşkilatına da torpille girme durumlarına rastlanılmış mıdır? (Mehmet Eymür ''Analiz'' adlı kitabında kendisinin de ilk başlarda 'yine gelen torpillilerden' zannedildiğini belirtiyordu. Ve yine aynı kitaptan çıkan sonuçla) Bu teşkilattan sorumlu başkanlar tabiri caizse zırt pırt değişmiş midir? Normalde devletin yüz yıllık geleceğini planlaması gereken bu kurumdan sorumlu başkan (müsteşar) ele geçirilmiş bir medyanın ağzıyla konuşup ''islami terör'' ifadesini tam da dış güçlerin yüklediği manayla kullanır mı? Mahir Kaynak'ın 17 Temmuz 1991'de Zaman gazetesine verdiği röportajdaki şu cümlelerine bakalım:
''Milli istihbarat Teşkilatı Müsteşarı Teoman Koman o sözlerini söylerken samimiyetle Türkiye'de bir islami Terör olacağına inanıyor idi. Açıkça söyleyeyim: Türkiye'de MiT müsteşarları da basındaki, genel kamuoyundaki havadan farklı bir şey düşünemez. 12 Eylül'den önce de böyleydi, sonra da böyledir. Genel havaya bakın MiT'in ne düşündüğünü anlarsınız.'' Kişilerle doğrudan alakası yok; Sedat Laçiner'in bir köşe yazısında belirttiği üzere -yıllar öncesinden yaşadığı bir olayı yazıyordu- ''Suriye'de Kürt mü varmış?'' diyen ''yüksek düzey bir bürokrat'', ''devlet etme sanatı''mızın ortaya çıkardığı ''devlet örgütü''müzün verdiği ürünlerdendir.

Yakın zamanlarda şöyle bir haber vardı: 'Emniyet ve MiT'in ağır silah alımına itiraz bu sefer sivillerden geldi'. Var mı böyle bir saçmalık; devletin istihbarat kurumu faaliyette bulunmak için yıllarca ordudan izin almak mecburiyetinde oluyor.

Eser Karakaş bir yazısında Türkiye'nin 'bırak hukuk devletini, tüzük ve yönetmelik devleti bile olamadığını' anlatıyordu. Ömer Lütfü Mete ise Cem Küçük'ün hazırladığı ''Gizli Servisler'' adlı kitapta sağlıklı bir kovuşturma sistemimizin olmadığını, 'yapanın yanına kar kaldığını' belirtiyordu.

Devlet gibi devletlerde herhangi bir siyasetçinin (kurucu olduğu iddia edilse bile) ismini gerekli gereksiz her yere vermek, resimlerini ve onun olduğu addedilen sözlerini her yerlere asmak var mıdır? Turgay Güler'in ''Sıradışı Tarih'' adlı programında Prof. Mehmet Çelik şöyle konuşuyordu: ' Mesela ingiltere'de Churchill'in vatanımıza hizmeti çok büyüktür ismini şu kültür merkezine verelim gibisinden bir şey diyen olursa onu derhal akıl hastanesine kapatırlar!' Mehmet Çelik kimin uzmanlık alanı, hizmeti ne ise onun adını ona göre bazı yerlere verildiğini belirtiyordu. Yani Mustafa Kemal'i iyi bir siyasetçi ya da asker olarak kabul ederseniz kışlalara ya da siyaset fakültesine ismini verebilirsiniz. Ülkede sanatçı kalmadığından mı ''Atatürk Kültür Merkezi''diye bir 'ucube' var; halbuki onun olduğu iddia edilen sözde kendisi belirtiyor herkesin sanatçı olamayacağını. Bir toplumun aklının nasıl alındığını görüyoruz...

Eğitim sistemimizin ayrı bir fecaat da olduğu malumunuz; uzun yıllar belli bir azınlığın çıkarlarını korumak için görevli 'resmi sistemin nesilleri' resmi ideoloji ve tarihle (prangalar ve -çok açık söylüyorum- yalan dolanla) yetişti...

Türkiye hakiki bir devlet miydi yoksa bir muz cumhuriyeti miydi; diğer devletlerde askerler savaş anılarını, askeri tarihi, askeri makaleleri falan yazar, bizde darbe anılarını. Onlar hizmetleriyle göğüslerini madalyalarla doldurur bizde darbe faaliyetleriyle olmuştur bu.

Ekonomik sitemimiz ibrahim Kahvecinin belirttiği üzere faizden daha tehlikeli olan 'faizin sistemi' üzerine kuruludur ve Yiğit Bulut'un ifadesiyle faiz lobisi 30 yılda Türk halkının 1.5 Trilyon dolarını çalmıştır. Bu örnekler Türkiye'nin bu güne kadar gizli bir sömürge olduğunun ispatlarından biridir.

Ekonomi ve bürokrasinin, yöneticilerin halini ve acziyetini ortaya koyan başka bir örnek daha sunmak istiyorum: 2001 krizinde merkez bankası özerk olmadığı halde merkez bankası başkanının kriz şartlarında görevini kötüye kullanarak yaptıkları da malumunuz.

Aytunç Altındal'ın Yiğit Bulut'un ''Sansürsüz'' adlı programında belirttikleri olayı net bir şekilde özetliyor: Alman bürokratlar Aytunç Altındal'ın yüzüne karşı 'siz devlet misiniz ki, yapmacık bir yapınız var, sizi böleceğiz' gibisinden konuşurmuş. Bu tür yapmacık-eğreti yapılar, toplumun değerlerine ters iktidarlar da zaten sömürge devletlerinde ya da diktatörlükle yönetilen büyük devletlerin oyuncağı olan gizli sömürgelerde olur elbette. Ve örnekler çoğaltılabilir.

Şimdi Ferhat Ünlü'nün, Sıddık Yarman'ın katıldığı, ''istihbarat'' adlı programından bir kesiti ele alalım, Sıddık Yarman'ın 'istihbaratın matematiğiyle' ölçtüğü devletlerin güçlerine bakalım ve Amerika'nın çok da ''matah'' olmadığını şaşırarak görelim, bununla konuyu bağlayalım:

Ferhat Ünlü 'istihbaratın matematiğiyle' ve bilimsel çalışmalarla düşman ülkelerin veya örgütlerin güçlerinin ölçülüp ölçülemediğini soruyor. Sıddık Yarman fevkalade güzel ölçülebildiğini, kendisinin Harp Akademileri Komutanlığı nezdinde, istanbul Üniversitesi'nde yaptırmış olduğu mastır ve doktora çalışmalarında, ülkelerin 'milli gücünü' fevkalade ölçebilen matematik modelleri geliştirildiğinden bahsediyor. Devletlerin askeri gücü, ekonomik gücü, eğitim altyapısı, istihbarat gücü için ayrı ayrı modeller kurduklarından bahsediyor. Matematik modellerinin; fonksiyonları yazılarak, distribüsyonları çıkarılarak bilimsel olarak yazıldığına değiniyor. 2005 senedinde çok başarılı, fevkalade bir bilim insanı olarak olarak ifade ettiği, albay olarak emekli olmuş (Dr.) Naci Ünal adlı öğrencisiyle Türkiye'nin ve bölgede diğer ülkelerin ulusal gücünü, ''matematik olarak'' ölçtüklerini anlatıyor. Kendisinin batı eğitimiyle şartlanan biri olarak çıkan sonuçlara çok şaşırdığını belirtiyor. Bu ilginç sonuçları şöyle özetliyor: '' Tabi ki bölgede Rusya Federasyonunun en güçlü ülke olarak çıkması şaşılacak bir şey değil. Ama doğrusunu isterseniz ben iran'ın Türkiye kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. (Burada Ferhat Ünlü ''Türkiye kadar güçlü mü'' diye soruyor.) Hesaplarımız bize bunu gösterdi; Türkiye kadar güçlü iran; askeri olarak da, teknik alt yapısı olarak da. Başka bir gerçeği daha gördük hesaplardan: Türkiye ve iran'ı üst üste koyduğunuz zaman, bar diyagramlarıyla çalışıyoruz biz bunları, Türkiye artı iran Rusya Federasyonunu tartıyor, gücüne eşit. Bunun yanında Irak'ı koyduğunuzda onu da aşıyor. Çünkü petrol kaynakları var, doğal zenginlikleri var, gaz var.''

Ferhat Ünlü hangi ülkeleri yan yana koyunca Amerika yaptığını soruyor. Sıddık Yarman cevap olarak Amerikanın dünyanın en büyük ülkesi, dünyanın en büyük teknolojisine sahip ülkesi olduğunu belirterek şu cevabı veriyor: ''Türkiye, artı iran ve orta doğuda bir iki ülkeyi daha koyduğunuz zaman ,güç olarak, Amerika yapıyor.'' Bunun üzerine Ferhat Ünlü ''çok da matah bir şey değilmiş Amerikanın gücü'' diyor.

Bu kesitten benim çıkardığım şu: peki devletler bu potansiyele sahip olduğu halde neden olmaz, olmuyor: anlaşılıyor ki kim 'daha devletse' o kazanıyor. Amerika bu işin sırrını, ilmini biliyor. Neden devletler arasında sürekli yüksek tempoda cereyan eden istihbarat savaşları yaşandığı; neden dünyanın ''komplo teorileri'' şeklinde yaftalayıp, reddetmeye meyilli olduğumuz olaylar üzerinden yönetildiği ve aklın, istihbaratın, stratejinin, devlet olmanın gereklerini yapmanın önemi anlaşılıyor. Neden ''güçlü ordu güçlü Türkiye'' hezeyanıyla kandırılmaya çalışıldığımız, neden 'Osmanlı sistemi'nden vazgeçildiği anlaşılıyor...
Sadece down sendromlu bir spastik özürlünün sarfedebileceği söz.
bu kadar uzun yazmışın okumadan başlıktan dolayı eksi yiceksin.
(bkz: yaz kızım)