bugün

kainatın varoluşundan bu yana eksik olmayan yarrak gibi adamların, insanlık tarihine belki de en büyük katkısı/zararı sigaranın bulunuşuna ön ayak olmalarıdır. yemekten, cigi cigiden yahut uzun bir yolculuktan sonra gelen "bir şeyler yakma isteği"nin kökeni, bundan binlerce yıl öncesine dayanır.

daştan tekerleğini yontup, kendi halinde takılan büyük büyük dedem, kendi taşını oymaktan aciz bir adamın tekerleğini de "hatır için" oymak zorunda kalır. tekerlek yontmaktan gocunan bir adam değildir lakin herifin ısrarla yanında dikilmesi, sorular sorması, tavırları ve hayata olan bakışı; büyük dedemi çileden çıkartmaya başlar. her gün sabahtan gelip akşama kadar gitmeyen, dedemin dinlenmesi gereken zamanda zevzeklik yapan, ağustos böceği yavşaklığında olan bu adam kaldıkça kalır. haftalar geçer, dedemin bir saatini alacak olan işi yarrak gibi adam o kadar değiştirir ve dedem çalışırken dikkatini o kadar fazla dağıtır ki; yontmataş devrinin ünlü tasarımcılarından olan dedem, nereden geldiği belli olmayan bir şevkle "sikerim senin ızdırabını ulan" diyerek, elindeki taşı ve keskiyi bırakıp koşmaya başlar.

sakinleşmek için değişik bir şeye ihtiyacı vardır. haftalardır sabrede sabrede ne sabır kalmıştır; ne de yarrak gibi adamın tavırlarında iyileşme. mucidinin kendisi olduğu cep diye tümleşik bir heybeden çakmak taşını çıkaran büyük dedem, siniri yatışsın diye küçük kıvılcımlar çıkarmaya başlar. bu sırada, eskiden yeşil olduğunu hatırladığı bir tarlanın tuhaf bitkileri de kurumuş ve kavrulmuştur. "bari şunları yakayım da sinirim yatışsın; yoksa ilk seri katil ben olacağım, cilalıya kadar insan bırakmayacağım mınasok" diyerek; cilalı taş devrinin, seri katilliğin ve "amına koyayım" bazlı cümlelerin isim hakkını da, farkında olmadan tesciller.

yabani tütünün yanması ve dumanı dedemin sinirini yatıştırır. içinden bir ses "içine çek" der. doğru zamanda dünyaya gelse peygamberliğe kadar yükselebilecek olan talihsiz dedem, içinden geçen emirlere boyun eğerek tarihteki ilk sigarayı bulur. kafayı dumanlayıp sakinleşirken, içinden bir ses "dumandan halka yap" der. açık havada, bir ağacın hafif esintili yamacında halka falan olmaz tabi; dedem haftalardır sabretmenin ruhunda açtığı yaraları bu yeni bulduğu meretle giderir.

her şeyi bırakıp gidecek kadar çok şey yoktur piyasada. insanı köleleştiren sistemleri yaratacak hastalıklı zihniyetlerin çıkmasına bile daha uzun süre varken, bu yontma yarrak gibi adam da nereden gelmiştir, neden onu bulmuş ve ondan sürekli bir şey istemektedir? aynı tekerleği belli bir süre uğraşsa kendisi bile yapacakken, başkasının sırtından geçinmek nasıl bir asalaklıktır? üzerine sinen dumandan rahatsız olan dedem, ceplerini kuru tütün ile doldurup geri döner. yga orada beklemekte ve tekerleğe bakmaktadır. "yapacağın işin, mezolitik çağının amına koyayım" dercesine bakan büyük dedem, on bin sene sonra torunlarından birisinin de aynı düşünceler içinde olacağını hafiften hissederek bıkkın hareketlerle işine koyulur.

on bin sene sonra...

başımdaki yarrak gibi adam ve yarrak gibi projeyle; bilgisayarın başında oturmuş bıkkın nefesler verirken, "adamın projesini ben niye çiziyorum?" sorusunu büyük büyük dedemsiz geçen her yıl için kendime sordum. "hatır için" çekilecek dert değildi, zaten benim hatrım da değildi. yaklaşık altı asır önce, bağımsızlık mücadelesinde arkadaşına doğru gelen okun önüne atlamış ve onu kurtarırken kendisi ölmüş başka bir büyük dedem; inandığı değerler için ölürken, ben inanmadığım değerler için yaşamaya çalışıyordum. dedelerimin suçlar bakışları ve "isyan etmeyen torunun kafasına sıçayım" serzenişleri her gün gözümün önüne geliyor, doğru zamanı bekliyordum. dün de, bu bekleyişlerden birisinde yga dibimde oturup bir rahat bırakmazken, gitmesi için nefret ettiğim msn'e bile girip, "vaay hacı napıyon" diye son 85 ayda konuşmadığım insanlara yaltaklandım. yga yazdıklarımı okuyup güldü:( msn listeme baktı, maillerime girdim. "ekstre mi gelmiş?" dedi, yine gitmedi.

sonunda ben gittim. patronun zulasını patlatıp, tek dal sigara ile ofisten kaçtım. çocuk parkında bir banka oturup, güneşin altında, hayatımın belki de en önemli sigarasını içtim. oysa sigaradan hoşlanan birisi değilim ama o halet-i ruhiyede sigara hiç bulunmamış olsa, icat ederdim. tütün tarlalarını yakar, ateşin ortasında rahipler gibi otururdum. derin nefesler aldım, içimden bir ses "dumandan halka yap" dedi. ağzımdan duman çıkmıyordu ki, bir de halka yapayım. nikotin ihtiyacı ile kendinden geçen hücreler, dumanı bile geriye vermiyordu. sigarayı içmedim, yedim sanki. geride bir şey kalmamıştı.

bankta otururken, "sigarayı bulan adam başlığında neler yazıyordur acaba" diye düşünüp, yavaştan kalktım. sözlüğe bile girecek fırsatım olmuyordu. bu da, işten nefret etmeme neden oluyor ve sözlük-iş senkronumu bozduğundan, yazarak rahatlamamı engelliyordu. akşam bakarım deyip, bilgisayarın başına geçtim.

"ya hocam, şöyle değil de böyle mi denesek?" dedi yga.içimden "deneyelim ızdırabını sikeyim" deyip, sert hareketlerle mouse'u aldım elime. aklmıza gelmişken yalan olmasın diye de, deli sikmiş gibi sabahın köründen beri entry yazıyorum.

sigara, keyiften değil mecburiyetten bulunmuştur. sen çok yaşa yarrak gibi adam.
BULMUŞ DA BOYUMU UZAMIŞ? BULDUĞUNDAN BU ZAMANA KADAR SiGARAYI BIRAKAMAYANLARIN VE KANSER OLANLARIN ÜZERiNE BOŞALDIĞI BiRi OLMUŞ.
nasıl bir kafa yaşadıysa artık. içmemiş, bulmuş.
Ulan kim bilir nasıl efkarlandırdılar ki adam sigarayı buldu aq.