bugün

gecenin avucunda bir saate tıkılıp kaldıysanız, sizin için güzel bir önerimiz var! hemen ekranın sağ üst köşesindeki numaralarımızdan bize ulaşın! sadece kısa bir süre için...

21 temmuz
4:59

mevsimin en sıcak günlerini ve tabii en bunaltıcı gecelerini yaşıyordu samsun. buranın yabancısı olan biri için tam bir kabustu. nefes alamaz, yutkunmakta zorlanır ve daha fenası uykusuzluk çekebilirdiniz. bunları neden yazıyorum? bilmem, doktorlarımdan biri günlük tutmanın bana iyi geleceğini söyledi. ben hiç tavsiye dinlemedim şimdiye dek. belki bu sefer uysallığımın faydasını görürüm.

televizyonun sesini kıssam da uykuya dalmadan önce kapanmasına tahammül edemiyorum. sahi, en son ne zaman; insan sesine uzun vakit tahammül edebildim? hatırlamıyorum. bu yerde delirmemek için, sabit bir ses ve ışığa ihtiyaç duyuyorum. çayımın bitmesine az kalmış. televizyonun ışığında öyle güzel dans ediyor ki, içmeye kıyamıyorum. aşınmış kahverengi mobilya gibi bir an, sonra şafak vaktinin rengine bürünüyor. artık uyumalıyım...

10:01

günaydın! hemşirem seslenmeyi ve beni bu saatte uyandırmayı alışkanlık haline getirdi. biri ona kötü alışkanlıklarından kurtulması için yardım etmeli. yoksa günün birinde delinin biri kendisini fena benzetecektir. beni görmezden gelerek mi kırıtıyor önümde? yoksa alışkanlıktan mı? yine iğne vakti. o derin, kaçınılmaz ve aniden sizi bulan demirden korku sarınca içinizi; nereye saklanabilirsiniz?

ben çok küçükken... diye başlayan bir mazisi yok bu korkunun. bu hemen hepinizin yaşadığı bir şey, fark etmek için sadece durup düşünmeye ihtiyacınız var. iğneden korktuğumu düşünebilirsiniz. yazdıklarıma bakarak bunu zannetmek çok olağan.

ben, bir insanın bana dokunmasından korkuyorum. bu ne demek az çok bilirsiniz. bir ilişkinizin bittiği yerde en çok "dokunuşları" özlersiniz. ve özlediğinize ulaşamadıkça, bir daha asla elde edemeyeceğinizi bildiğiniz şeyin; ömür boyu sizden alınacağından korkarsınız. çözümü bir sonraki ilişkinizde daha sıkı sarılmak olabilir. hayır, her zaman böyle olmuyor. benim ilişkim böyle değildi. çok farklıydı.

geçen yaz, annemi son defa gördüğümden habersiz, tatile uğurluyordum. çilli oluşumla alay ederek, öyle güzel sarıldı ki; neredeyse ağlayacaktım. hayatta görmeyi en fazla istediği yere, roma'ya gidiyordu. gülümsedik. onu hayallerine uğurladım. çok sevdiği çellosunu dikkatle aldı. "bir gün sen de çalacaksın, sana çok yakışacak" dedi. kadıköy'e en son o zaman gitmiştim, şimdi hatırlıyorum. gece oldu. annem telefon açtı. "bebeğim, biliyorum kızacaksın. ama babandan kaçmam için, nefes alabilmem için bu şarttı. artık dönemem. seni çok seviyorum. bunu hiç unutma. konserlerimin her birini sana yollıycam. mutlaka..." gerisini dinlemedim. o gün sarıldığımızı ve dokunuşunu yüzüme, unutmayacaktım. geriye kalan her şeyi, tanrının bitmek bilmeyen merhametiyle kuşatılmış cehennemine yollamıştım.

necla, gülümseyerek "merhaba" dedi. ben sessiz ve ürkek yatağın ücra bir köşesi varsa bulup kaybolmak için iki büklüm oldum. "aa, artık korkmuyorsunuz sanıyordum iğneden?" dedi. ben cevapsız ve sessiz kalmaya devam ettim. sanırım teslim olup bir an önce bitmesini sağlamalıydım. kendimi yatağa bıraktım, sakinleşmiş gibi... "oldu işte, iyi uykular..." dedi, sigarayı bıraktığım günkü gibi yürüyüşümü taklit ederek gitti sanki. daha yeni uyanmıştım ben! lanet...

22:59

yaşasın! you are lost little girl çalıyor! ninni gibiydi, uykuma dalarken çalardı annem. piyano sesiyle uykuya dalmak ne acayip şeydi. üstelik, şarkıda piyano yoktu. pek severdi doors'u, her notasını ezberlemiş olduğundan çalmakta zorlanmıyordu. çello çalan bir insan için tuhaf geliyordu bana... saat fena geçmiş, sürekli uyumaktan unutuyorum bile bazen. aaa! rüya gördüm, anlatayım...

her yer yine öyle karanlıktı ki; bunun bir rüya olduğuna emindim. çok derinden bir çello sesi ve ona eşlik eden piyano geliyordu. sanırım babamdı. sonra uyandım zaten, anlayamadım da. bu konuda bir şikayetim var. sayın tanrı, lütfen biraz daha uzat bu rüyaları!

22 temmuz
5:01

sanırım saatlerle ilgili bir takıntım var. ne zaman uyansam, mutlaka küsuratlı. masamın üzerinde, içmem için bırakılmış bir bardak su var. oysa, çay veya ıhlamur olurdu. yanlış mı hatırlıyorum? off! annemi çok özledim, zaten babam da uzun zamandır gelmiyor. kafayı yemek üzereyim!

14:59

dışarısı güneşli ve bunaltıcı her zaman olduğu gibi. babam gelmiş, dışarıdan beni izliyorlar. ona el salladım. gülümsedi bana. yakışıklıydı babam. gözleri yeşil, açık kahverengi saçları ve her zaman elinin gittiği sakalıyla kahramanımdı. keşke terk etmeseydi annem, orkestra konserleri sırasında tanıştığı italyan şef için. böylece, ona olan nefretim dinerdi.

"efendim, saat hiç çalışmadı. saat durmuştu, 5:00 da." dedi hemşire necla ve devam etti:

"hasta, 17 yaşında... cinsiyet, kadın... teşhis, şizofreni...

kendini, bitmiş bir hayatın içinde zannediyor. içinde olduğumuz hayatı, yine başka bir yerde, bir arkadaşına anlatırken hatırladığını ve burayı hayal ettiğini; aslında orada yaşadığını düşünüyor. uzun zaman önce yaşanıp geçmiş olan anılarını temize çekmek ya da birine anlatmak gibi. gerçek dünyayı orada sanıyor. kendisinin yirmi yedi yaşında ve şu anda kaza geçirmiş, bir hastanede olduğunu; günlük hayatında sakin bir sınıf öğretmeni olduğunu biliyor. tatil için gittiğiniz bir yeri, samsun'a benzetip yaşadığı yer olarak benimsemiş. yazdığı günlüklerden öğrendik bunları. günlük tutmasını sağlayana dek daha tutarsız ve huzursuzdu. sürekli belirsiz bir korkudan bahsediyordu. olayları ve zamanı daima karıştırıyor. ilginçtir, hastada hem haptofobi hem de manyofobi var..."

23 temmuz 2022
5:00

hiç bu saatte uyanmamıştım. çok acayip, sanırım bugün taburcu olup çıkabileceğim. öğrencilerim kim bilir nasıl özlemiştir! doğum günümü kutlamak için neler neler düşünmüşlerdir! elbisemi hazırlatsaydım keşke, beyaz önlük çok yakışıyor bana. "işte böyle necla, başımdan neler geçtiğine kim inanırdı!". göğsümün hemen üzerindeki öğr. ferda nesrin alpin yazan karta uzandım. "soyadıma hiç dikkat etmemiştim"...

"anlıyorum nesrin" dedi doktor. yakışıklıydı, babama benziyordu. radyoda farewell çalıyor. biri benim için istek yapmış sanırım. bu şarkı, öyle sakinlik veriyor ki, şaşırıyorum doğrusu. gergin çellolar arasından çıkan bu sesle, bir ben sakinleşebiliyor olmalıyım. muhtemelen, kazada zedelenen sol kolumu kontrol etmeye geldi. evet, kolumu tuttuğuna göre...

ağaçların yeşilini böyle görmemiştim hiç, sanki belgrad ormanları gibi. çok tuhaf...

23 temmuz 2012 - sarıyer
5:00

"kızım" dedi semih demir alpin. göz yaşlarını sakladı.

radyoda gözyaşlarımızı bitti mi sandın çalıyordu. nesrin, uykusunda kendine sarılmış sayıklıyordu:

"sessiz olun... çocuklar..."