bugün

OSMANLIYI KiM BATIRDI

Ağustos Ayı sadece Türk Tarihi'nde Büyük Zaferler Ayı değil aynı zamanda muazzez Türk matbuatının lâf kıtlığında asma budama ayıdır da! Bu Ağustos budanan asmalardan biri de şu oldu: Matbaa denen 'gâvur icadını' bu kör olasıca Osmanlılar 283 yıl gecikmeyle alırken bu rötara sebep yobazlıkları mıydı yoksa elyazması kitap üretimiyle geçinen loncaların ekmek parasıyla oynamama kaygısı mı? Herkes canı ne isterse onu tartışmakta elbet hürdür. Fakat iş tekrar dönüp dolaşıp birtakım Batı yanaşması Neo-Tanzîmatistlerin 'fırsat bu fırsattır' diye Osmanlı'ya bir iki hakarette daha bulunmasına ve böylece tatmin olmalarına vesile teşkil edince benim canım sıkıldı.

Cumhuriyet'i kabul etmek için Osmanlı'yı inkâr etmek gerekir sanan bu çorak gönüllü ve kavruk beyinlilere benim zaten ne hikmetse hep canım sıkılır. Tek bir yazıyı temel alarak hepsine cevap vermek istiyo¬rum:

14 Ağustos 2001 tarihli Cumhuriyet'te Orhan Bursalı adlı köşe yazarı 'OSMANLI'YI HATTATLAR ÇÖKERTTi!' başlığı altında şu görüşlere yer veriyor:

-Genç Türkiye; bilim, düşünce, bilgi bakımından Osmanlı'dan sıfıra yakın miras devralmış ve modern bilgi ve bilimi kendi kurmak zorunda kalmıştır.

-Birtakım sağcı yazarlar, Niyazi Berkes'in çok kısır ve sığ bir yorumuna sarılarak matbaanın geç gelmesini dini sebeplere değil, nakkaşlarla hattatların geçimine engel olmama endişesine bağlarlar.

-Ancak asıl sebep, Osmanlı'da kitaba ve okumaya talep olmamasıdır.

-Avrupa'da prenslikler daha 11. Yüzyıl'dan itibaren eğitimi yaygınlaştırmaya başlamışlardı.

-Hatta Almanya'da Büyük Frederik 5-14 yaş arası çocuk ve gençlere okul mecburiyeti getirmişti.

-Hatta ve hatta 1642'de şehirli ve köylü çocuklara okuma-yazma, din, doğa bilimleri, müzik vs. okutulmaya başlanmıştır.

-Osmanlı, Avrupa'daki bu gelişimin tamamen dışındaydı.

Eğer Rahmetli Arkadaşım Uğur Mumcu bu satırları okumuş olsaydı herhalde acı acı gülümser ve derdi ki "işte Yağmur, benim hep söylediğim bilgi sahibi olmaksızın fikir sahibi olma meselesine iyi bir örnek."

1.Sayın Bay Bursalı hattat(kaligraf) ve müstensih(kopist) arasındaki farkı bilmiyor. Ayrıca nakkaş, duvar ve tavanlara yağlıboya resim, motif ve süslemeler işleyen sanatkârlara verilen addır. Matbaayla ilgisi yoktur.

2.Osmanlı Mimarisi, Sudan'dan Çekoslovakya'ya, Fas'tan Doğu Hindistan'a kadar devasa bir bölgeyi yüzlerce yıl "sıfıra yakın" teknik yetenekle mi etkisi altına aldı? Tâc-Mahal'i yahut dünyanın en büyük kubbesi olan Gül-Kümbet'i Osmanlı mimarları inşa etmediler mi? Selimiye'nin minareleri afsun gücüyle mi dikildi? Budapeşte'deki hamamları Çinliler mi kurdu? Bugün Mogadişu'da hala kullanılan kanalizasyon şebekesini 17. Asır'da işletmeye açanlar Osmanlı mühendisleri değil miydi? Can çekişme devrimiz olan 1880'lerde Taif'te -bugün hala işler halde bulunan- tuzlu su arıtma tesislerini yine bir iki mütevazı, ama yetenekli Osmanlı mühendisi değil de 11. Yüzyıl Avrupa prenslerinin okuttuğu üstün zekâlı veletler mi geliştirdi?

3.Tarih ve coğrafya alanlarında muazzam eserler veren ve Copernicus'dan yüz küsur sene önce " Acaibü-l Mahlûkat" adlı eserinde (1415) arzın yuvarlak olduğunu vurgulayan Rükneddin Ahmet, ayrıca Piri Reis, Kâtip Çelebi, Hacı Halife yahut Evliya Çelebi gibi, eserleri daha mürekkepleri kurumadan Batı dillerine çevrilen ölümsüz bilim adamlarını yok saymak Bay Orhan Bursalı'nın -eğer varsa- vicdanını hiç mi sızlatmıyor?

4.Büyük Matematikçi, silah uzmanı, kartograf, ressam ve tarihçi Matrakçı Nasuh Bey ki aynı zamanda bir sancak beyi, yani tümgeneraldi, istanbul rasathanesi Müdürü Takıyyeddin Efendi, Büyük Tarihçi Nâimâ ve daha düzinelerce bilgin "Barbar Osmanlı"nın, yani o kitaba ve okumaya hiç ilgi göstermeyen "talancı kavmin" mensuplarıydılar öyle mi?

5.Daha 15. Yüzyıl'da Batı Avrupa dillerine tercüme edilen tıp araştırmaları, mesela Amasyalı Sabuncuoğlu Şerafeddin Efendi'nin 1465'te Fatih'e sunduğu "Cerrahiyye-i ifhaniyye" adlı büyük başvuru kitabından haberiniz var mı? 19. Yüzyıl'a kadar akıl ve sinir hastalıkları tedavisinde dünyanın en ileri çizgisini muhafaza edebilen, ruh hastalıklarını (diğer metotların yanı sıra) musiki ile gideren, çiçek aşısını icat edenler de herhalde Eskimolardı. Sayın Bay Bursalı, siz Fatih Medresesinde okutulan cebir derslerinin, 15. Yüzyıl sonralarından itibaren sırasıyla Venedik, Padova, Bologna ve Floransa Üniversitelerinde de aynen iktibas yoluyla okutulmaya başladığını biliyor muydunuz?

Avrupa'daki prensliklerin daha 11. Yüzyıl'dan itibaren eğitimi yaygınlaştırdıkları iddiası bir palavradır. O çağlarda, henüz asilzadeler arasında bile okuma yazma bilenlerin oranı yüzde onları, on beşleri aşmıyordu. O bir yana manastırlardaki rahiplerden bile en iyimser tahminle ancak yarısı harfleri tanıyordu. Siz bırakınız 11. yüzyılı, o tarihlerden 100-150 yıl sonra o sizin yerlere göklere koyamadığınız Avrupalılar Kudüs'te gerek Müslümanlara gerekse Musevîlere akla hayale gelmedik eziyetlerde bulunuyor, derin bir vahşet içinde onların eserlerini de yok ediyorlardı. 1492'den sonra ispanya'da ettiklerini şöyle bir hatırlayınız!

11. Yüzyıl'dan Büyük Frederik'e geçmenizi de anlayamadım. Belki Frederik Barbarossa ile karıştırıyor olabilirsiniz. Fakat Büyük Frederik 11. Yüzyıl'ın değil 18. Yüzyıl'ın bir hükümdarıdır. Bilginize!

1642 yılında şehirli ve köylü çocuklar arasında başlatıldığını iddia ettiğiniz muazzam eğitim kampanyası da bir garibe. 1642, Avrupa'da Otuz Yıl Savaşı'nın(1618-1648) bütün dehşetiyle, bütün sefaletiyle sürdüğü bir zamana, savaşın en kanlı bölümüne rastlar. Öyle ki halk bazı kasaba ve şehirlerde insan eti yemeğe başlamıştı. O devirde yaygın eğitim seferberliği, öyle mi?

sahi Siz neden bahsettiğinizin farkında mısınız?

Son olarak şu noktayı vurgulamak isterim: 18. Yüzyıl'ın ikinci yarısına kadar Osmanlı'da okuma-yazma oranı çok yüksekti. 1700'lere kadar okul sayısı da Avrupa ülkelerindekine nazaran adamakıllı daha yüksekti.

Şimdi gelelim matbaa meselesine:

Matbaa, daha ilk yıllarından itibaren Osmanlı imparatorluğu'nun birçok şehrinde kullanılmaya başlandı. En eskisi 1495'te, yani ispanya'dan sürülüp Türkler tarafından davet edilmelerinden hemen üç yıl sonra, Selanik'te kurulan Yahudi matbaasıdır. Yahudiler aynı yıl istanbul'da da bir matbaa açmışlardır. ilk Ermeni matbaası 1567'de istanbul'da, ilk Rum matbaası ise yine istanbul'da ve 1627'de kurulmuştur.

Ancak ilk Türk matbaası 1727'de Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin fetvası ve III. Ahmet'in fermanı ile faaliyete başladı. Müesseseyi kuranlar ibrahim Müteferrika ve (daha sonraların Sadrazamı) Yirmisekizçelebizade Sait Efendi idi.

O sıralar sayıları sadece Dersaadet'te 90.000'e yaklaştığı yabancı gözlemciler tarafından öne sürülen(Y.Conte Marsigli) müstensihlerin ekmek kapısı kapanmasın diye dini kitaplar basımdan vareste tutuldu.

Gerçi bundan önce de Avrupa'da pek çok Türkçe kitap basılıp Osmanlı topraklarında satılıyordu ama bunlara pek de büyük bir ilgi duyulmuyordu. Ne var ki bu az ilginin sebebi, birtakım körleme Batı hayranı zihni yanaşmaların iddiası gibi Türklerin kitap düşmanlığı değil tam tersine Türkler arasındaki kitap bolluğu idi.

Türkleri kitap düşmanı bir millet olarak nitelemek, eğer tüyler ürpertici bir cehaletten kaynaklanmıyorsa, en az onun kadar feci hâinâne bir bühtandır. Gerek Fatih ve gerekse muâkıpları Avrupa'da basılan kitapları her zaman incelemişlerdir. Üstelik mesela Floransalı Francesco Berlinghieri adlı bir coğrafyacı, eserini resmen "Avrupa'nın En Büyük ilim Hamisi ve En Büyük Hükümdarı Sultan Mehmet"e, yani Fatih'e ithaf etmiş, ona sunmuştur. Basımı 1480. Şimdi, başta Bay Bursalı olmak üzere, herkese soruyorum: Bu karakterde bir devlete ve topluma "kitap düşmanı, bilimsel birikimi sıfır" gibi yaftalar yapıştırmak mantıkla bağdaşır mı?

Hayır, Türklerin matbaaya fazla ilgi göstermeyişleri, ellerindeki müstensih (kopist) ordusunun üretim gücünden ileri geliyordu. Zaten 18. Yüzyıl başlarına kadar matbaa basımı kitap, elyazması kitaptan pek de öyle kayda değer ölçüde ucuz değildi.

Neo-Tanzimatistlerin bilmediği yahut ezik egolarını tatmin için bilmezden geldikleri bir bilgiyi de bu vesileyle sunayım: 15.-16. ve kısmen 17. Yüzyıllarda Avrupa ülkelerinin genel eğitim düzeyi, yukarıda işaret ettiğim gibi Türkiye'dekine göre çok geriydi ama üstelik bunun neticesi olarak oralardaki kitap sayısı da -matbaaya rağmen- düşüktü. Batı Avrupa'da mesela bir 16. Yüzyıl hükümdarının bin kitaba sahip olması, efsane gibi dilden dile dolaşırdı. Oysa o çağlarda Osmanlı imparatorluğu'nda on bin üzerinde elyazması kitaba sahip pek çok özel şahıs bulunmaktaydı. Bana inanmayanlar Süleymaniye Kütüphanesindeki "Yazma Eserler Kataloğu"nu inceleyebilirler.

Bağlayacak olursak basma kitabın yazma kitaba gerçekten fark atmaya başlaması ancak 19. Yüzyıl başlarından itibarendir.

Peki, o zaman Türkiye teknolojide ve öbür bilim dallarında niçin geri kaldı?

Eğer 18. Yüzyıl'dan bu yana hangi ülkenin Sanayi Devrimine önayak olduğu ve ayak uydurabildiğini, hangilerinin ise -benzeri veya değişik sebeplerden ötürü- bu devrimi ıskaladığını incelerseniz bu sorunun cevabını daha sıhhatli bir şekilde verebilirsiniz.

Onun için Osmanlı'yı öyle hattatlar mattatlar batırmamıştır... Hele nakkaşların bu meselede hiç suçu yoktur. Lâf aramızda ben de bu konuda herhangi bir mesuliyet kabul etmiyorum! Belki mücellitler ve müzehhipler bir hergelelik etmiş olabilirler!

Osmanlı Kâinatına bakınca kapkara bir çölden başka bir şey göremeyen Sayın Bay Bursalı'ya tavsiyem "Bursa'da Zaman" şiirini okusun. Zayıf ümit ama belki içi aydınlanır! Eğer öylesine zifir bağlamış bir yerin aydınlanması mümkünse...

Ha, bir de asırları doğru saymayı öğrensin... Muhabbetle...

YAĞMUR ATSIZ
Köln, 25 Ağustos 2001
baskıyı ve yağlı mürekkebi kullanarak ilk kitabı basan, bilindiği gibi, johannes gutenberg idi; basılan ilk kitap ise incil'dir. (1440-1450). papa, bu yeni aracın kullanılmasına, ancak incil basılması koşulu ile müsaade etmiştir. bize 1728 yılında gelen baskı makinesinin çalıştırılmasına ise, günün şeyhülislamı, kuran basılmaması koşulu ile izin vermiştir. bundan da anlaşılıyor ki, bizde basılı kitap, daha başladığı günden iyi bir şey sayılmamıştır. 1728'den, latin abecesinin alındığı 1928 yılına dek, demek iki yüz yıl içinde, bizde basılan kitapların toplamı 30-35 bini bulur ancak. 1928'den bu yana ise yüz binler.
güncel Önemli Başlıklar