bugün

felsefede yanlışlanamayan bilgi, şüphe duyulamaz gerçeklik gibi kavramları karşılayan terimdir. bilimsel bir tanımı ise yapılamaz, zira bilim yanlışlanabilme üzerine kuruludur. bilimde öne sürülen her hipotez sorgulanabilir, aksi iddia edilebilir ve değiştirilebilirdir. fakat hakikat, sabit alınabilen bilgidir. olan şey değil, gözlenen şey değil, var olmaktan da muaf
oladır. peki hakikat zamanın neresindedir?
zamanın üç evresi vardır: geçmiş, gelecek ve şu an. geçmiş zaten geçmiş, gelecek ise henüz yaşanmamıştır. bu sebeple hakikati aramamamız gereken zaman şimdidir, olayın gerçekleştiği andır.
fakat bizler olayı gerçekleştiği andan sonra görürüz, olayı gördüğümüz an algıdır. olayı duyumsar, yorumlar ve sonucunda algılarız. algı her daim olayın arkasından gelir. algı ve olay arasındaki süreçte gerçekleşen ise yorumlama ve duyumsamadır, yani bozulmadır. bu tıpkı aynaya bakmak gibidir, aynaya baktığımızda da aynaya çarpan görüntümüzün gözümüze yansımasını görürüz. yani hiçbir zaman kendimizi değil, birkaç milisalise önceki halimizi. bu durumda "falat bu çok az bir süre, neredeyse şu an" düşüncesi akla gelebilir, burada ise devreye termodinamiğin ikinci yasası olan entropi girer. entropi sistemdeki bozulma katsayısına verilen isimdir, düzensizliğin artışıdır. bizim algımız da entropi'nin +sonsuz olduğu bir düzlemde olabilir, bu da bir saniyede tüm algımızın sonsuz kat bozulması demektir. özetle bizler şu anı asla göremiyoruz, şu an artık yok ve biz sadece vakanın geçmişine bakıyoruz.
bizim algımız bir ilüzyondan ibaret; şu anda ise olay var, mutlak hakikat var. yorum ve algıdan koptuğumuzda, serabral korteksimizi kullanmayı bıraktığımızda, ancak o zaman şu anı -mutlak hakikati- algılayabileceğiz. *
söz konusu zaman çizelgesini el yazımla şematize ettiğim görsel:

görsel
erişebilmenin şartı varlığını kabul etmekten geçer. "mutlak hakikat var mıdır veya yok mudur" sorusuna "evet vardır" diyorsanız ikinci aşamaya geçebilirsiniz. belitimizi bu şekilde oluşturduğumuzu varsayarsak, mutlak hakikate yani mutlak bilgiye erişmemizin duyularımız vasıtası ile gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şey olduğunu da anlamamız gerekir sanırım. mutlak bilgiyi anın içerisinde arıyorsak buna erişmemiz imkansızdır çünkü bizim gördüğümüz an aslında bir geçmiştir ve işin içine bizim yorumlamamız katıldığı için gerçekliğin kendisi bozuntuya uğruyordur doğrudur. ancak mutlak bilginin anın içerisinde yatıp yatmadığına dair kesin bir şey de söyleyemeyiz. ortada eksik bir şey var ki o da bence ölüm dediğimiz kavramdır. ölümden sonrası mutlak bilgiye açılan bir kapı olabilir. belki de mutlak bilginin anın içerisinde yattığı düşüncesinin dışına çıkarsak yaşadığımız süreç boyunca onun kendisinden öte bir şekilde yansımalarına tanık olup bunları kendimizce yorumlayarak algılıyoruzdur. belki de mutlak bilgi dediğimiz şey bu evrenin dışındadır. belki de ulaşılabilecek mutlak bir bilgi hiç yoktur.
mutlak hakikat yoktur, varsayım vardır.

örneğin 2+2 = 4 denklemi "mutlak hakikat" e en yakın denklemlerden biri olarak varsayılır.
kuantum fiziği ortaya çıktı çıkalı,

felsefi gerçeklik artık tartışılmıyor beyler..

digital devrimden sonra, felsefe ölmüştür.

çevremizdeki her şey bilgidir zaten.

bilgi olmazsa, benliğimiz de olmaz.

son akımlar, benlik algısının digital araştırmaları üzerine kurulu.

beynin frekanslarından, gösterilen resimlerin sözcüklere dökülmesi artık beyinde digital olarak izlenmeye başlandı bile.

uyanın da balığa çıkalım.

pardon yobazcım..

ürküttümmü ?