bugün

üç yolcusu kalmış bir minibüsün neferleriydik biz. şoför yanında oturan şapkalı genç, önümdeki yaşlı amca ve ben... sonra istemedi şoför bizi. arkadaki minibüse binin dedi. itildik, horlandık, ama yılmadık. istenmedik belki, ama biz seçmemiştik bindiğimiz minibüsü, o gelmişti bize. sokağın başında dat dat korna çalarak o beklemişti bizi. şimdi de işi bitince bizle paramızı alıp atmıştı minibüsünden...

hayat ne garip, minibüsler falan... kah bir kişi kadıköy uzatıyorsun, kah inmek için müsait bir şey arıyorsun. sonra geliyor seni bir minibüsçü, seni kendi aracından indirip, hoyratça arkadaki minibüse binmeye zorluyor.

hadi diyelim indin, peki ya yeni minibüste sana yönelen bakışlar... onlar ne olacak? durun kardeşlerim! ben de sizin gibi bir kadıköy uzattım az evvel şoför amcaya, ama o sizin şoförünüz kadar vefalı değildi...

işte böyle... hayat ne garip minibüsler, dolmuşlar ve hatta vapurlar falan...
' içgüveysinden hallice ' sözünü aklımıza getiren durum.
(bkz: freud e sormak lazım bunu)*
eğer indiğiniz otobüste oturuyorsanız, "aman çabuk olayım, acele edeyimde gene oturabileyim" şeklinde bir psikolojidir.
sığıntı, ezilmiş, kakılmış bir insan gibi düşünmeye başlar insan ilk başta daha sonra ne var lan bende para verdim diye düşünmeye koyulur ve tam düşüncesinde netleşecekken yolculuk son ermiştir.
+ parasını veremeyen var mı?
- aktarılan yolcu: biz diğerine vermiştik ama...
+ para veremeyennn?
- şoför bey bizi aktardılar ya..
+ lütfen paraları uzatalım.
- ama biz verdiydik hani...
+ yav kardeşim bir susu yav sana demiyoz bu ne psikolojidir anlamadım a.q
- hııı ?!?!?
bindiği aracın bozulması sonucunda başka bir araca aktarılan yolcu rahattır, götüne yer bulabilmiştir de aktarıldığı aracın yolcularının yüzünde beliren ifade pek bir görülmeye değerdir doğrusu;

"sen ne ayaksın la ha sktr" tarzı bakışlara maruz kalacak olan yolcu kendini sığıntı gibi hisseder, aşağılanmışlık ve ortama en son gelen grup üyesi gibi dışlanmış hali sarar bünyesini acı acı.

asla oturacak bir yer bulamayacağı gibi, tutunacak dalları bile çoktan tutulmuş, kapılmıştır. eğer ki, birisinin ceketinin çüklet kadar yerinden tutabilecekse ne aladır.
Farkında olmadan bizi gideceğimiz yere yürütürler. Fakat "aktarılan yolcu psikolojisi" içindeyken dolmuşla gittiğimizi sanarız.
aktarıldığı minibüsün yolcuları tarafından üvey evlat muamelesi görmektedirler. zira aktarılan yolcular; söylenir, o dolmuşun yolcularının oturdukları yerlere bakarlar haset ve hüzünlü gözlerle.boş olan yere hafif çekingen ama mutlulukla otursalarda bilirler aslında oraya ait olmadıklarını.
(bkz: dagdan gelip bagdakini kovmak)
(bkz: hayal gücünün esiri olmak) *
ilticacı gibi hissetmektir.
o psikolojiyi yaşadım ben. hem de bütün duygularıyla.

kötü, ruhsuz ve komik.

dolmuş kırmızı ışıkta durduğunda kapısı açıktı. pek karşılaşılmadık bir durumdu. atladım tabi hemen bir şevk ve aceleyle. şöförün "arkadaşım binmesen iyiydi ama neyse" bakışını hissettim yüreğimin en derininde. sonra süper şöför beni öne davet etti, "abi öne gel bi zahmet de şimdi polislerle papaz olmayalım"

antiparantez belirtmeliyimdir ki, denizli şehrinde ayakta yolcu almak yasaktır dolmuşlarda.

nerden bilebilirdi ki, ön kapısı bozuk olduğu için atladığım dolmuşun şöför amcası beni aslında trajikomik bir hikayenin en eğlenen insanlarından birisi yapacaktı. kırmızı ışığı geçtik. kapı kapanmıyor tabi. yolcular sesleniyor. bir yandan da şöför umutla düğmeye tekrar tekrar basıyor. yok yok işte olmuyor. sonra telsizden bir dolmuş siparişi veriyor ve dolmuşu kenara çekiyooor. buraya kadar herşey normal.

bir sonraki dolu dolmuş bizim kenara çektiğimizi görünce babacan bir tavırla duruyor ve ustavari bir edayla, şöför amcamıza sesleniyor "hayırdır amca nesi var kapının" tabi öyle el kol hareketleriyle olmuyor ustalık. yapamıyor haliyle ve gidiyor ki, bu arada ben hala önde oturmaktayım ve inatla buz gibi olan dışarıya çıkmıyorum. tabiiki murphy kuralları gereğince de acelem var.

bir sonraki dolmuştan bir amca indi. dolmuşun başına geldi. kapıyla uğraşmaya başladı. olmayınca, bizim inmemizi istedi, zira bizim oturduğumuz yerin çekmecesinde birşeyler varmış. o buz gibi soğukta indik aşağı. bu arada arkada oturanlardan sigarasını bitirenler tekrar girdi dolmuşa. dışarıda kimse kalmadı bizden başka. amcam kapıyla uğraştı uğraştı sonra şöföre "bas bakem bilader" şeklinde bir cümle sarfetti. şöför bastı, şuluuuk diye kapı kapandı. işte tam bu sırada aynı anda iki tane, ortamın seyrini değiştirecek olay oldu.

birincisi, yeni bir dolmuş geldi yarı dolu, şöför isteyenler bu dolmuşa binsin dedi.
ikincisi ise, tamirci olan şahıs şöföre kapı otomatiğine bir daha bas dedi.

dışarıdaki ben ve ekürim önce ikinci sorunun cevabını izledik tabi. sonuç hüsrandı. kapı açılmadı. üç dakika durduk orada, sanki o dolmuştakileri yalnız bırakmak istemezmişcesine, hiç acelemiz yokmuşçasına.. ama lanet kapı açılmadı ve biz orda değildik. içerideki yaklaşık 15 kişi bize mahsun mahsun bakıyordu, çünkü diğer dolmuş bizi bekliyordu ve onlar kapısı açılmayan bir dolmuşun kapının açılması gerektiği tarafındaydılar. ve murphy'yi katledercesine biz onların arasında değildik.

tüm duygularımı bir yana bırakıp, acımasızca diğer dolmuşa binip gittim.

psikolojim ise, trajikomedyanın, komedi tarafında bitti.

bu da sana kapak olsun murphy