bugün

Bu başlığı açmazsam yeminle içime dert olurdu.
Geçen hafta başıma gelen bir olay insanların pişkinliği hakkındaki düşüncelerimi bir kat daha güçlendirdi.

Geçen hafta bi sabah 7:15 civarında her zaman olduğu gibi götüm donarak metrobüs durağına geldim. Hayır tamam Metrobüsün kalabalığını, o cıvıl cıvıllığını hepimiz seviyoruz ama (bok seviyoruz) böyle sabahlarda içerinin sıcaklığı biraz hoşuma gitmiyor değil yani *

Neyse haldır huldur itiş kakış derken metrobüse girdim ve akrabalık bağlarımı hemmen geliştirmeye başladım. Arkama da bir kaç uzuv sonra bir amca geldi durdu. Amca da uzaktan bakınca öyle naif, öyle kendi halinde bir amca görünümünde yani!
Meğerse öyle değilmiş.. Bir kaç durak geçtikten sonra amca ile aramdaki boşluk azaldı ama sıkışıklıktan öyle bir pozisyona girdim ki uzansam amcayı kulak memesinden öpeceğim o derece...

Neyse efendim amca çevresine bakınıyo, kafasını hareket ettirebilirse elindeki gazetede görebildiklerini falan okuyor derken kendisinden beklenmedik bir performans sergiledi ve hafiften bırakayım yeahh kim farkedecek derken hoş bir sada ile osurdu.
Lan çevreme bakıyorum kimse oralı olmadı, kendi kendime diyorum lan ben mi yanlış duydum, yoo çünkü içeride aromatik bir koku da oluştu. Ulan şimdi adama napıyosun lan desem insanlar koskoca adamı rezil etti diyecek, söylemesem ben burada oksijen yetmezliğinden gidecem. Öyle böyle derken dedim siktir et birazdan geçer.

Neyse istasyonlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken sonunda içeride biraz boşluk oluştu ve ben de cam kenarına yaslanıp beklemeye başladım. Arada da amcaya bakıyorum ama adam pişkinlik seviyesinde zirve yapmış. Geldi yanıma elindeki gazeteyi açtı okumaya başladı. Tam bu sırada sanki beni takip ediyor gibi yanımda ikinci bombayı da bıraktı. Sanki kokarca pezevenk!
Dedim bu kez kesin söyleyecem. Tam "amca gel ağzıma sıç rahatla" demeye hazırlanırken amca gazeteyi önüne eğip benimle göz göze geldi ve "Bu insanlarda saygı kalmamış, her tarafı bok götürüyor şu kokuya bak yahu. Neyse haydi iyi günler oğlum" deyip aynı yavşaklıkla kapısı açılan Metrobüsten indi.

Peki ben?
Peki benim o içimde tutupta amcaya kusacağım laflar?
Onlar da götüme kaçtı...

Demem o ki, içinizde tutmayın. Biri böyle boklar yedi mi aynen giydirin ki başkalarının üstüne atacak kadar mallaşmasınlar.

Saygılar
(bkz: the metrobüs an unexpected journey)
rotamı belirlemisim, en fazla 20 adım uzaklıkta varmak istedigim turnike. önumde 50 rakip, hepsi birbirinden yırtık, aynı zamanda yorgun gorunuyor. tanıdık geliyor oyle degil mi? hani kafaların basamak olduğu..

elleri cebe sokup dirseklerim ile rakiplerimi safdışı bırakıyorum, galiba oluyor; son 8 adım. 7-6-5-4; bam!. bir dusurme hamlesi, nasıl hazırlıksızım..iyi ki naif kişiliğimi giymişim üzerime- tabii ki dusmedim, dusemedim.

istasyon macerası baslıyor. ya da faciası. bekledigim yer daima hatalı, her metrobus digerinin durdugu yerden bir tık ilerisinde veya gerisinde duruyor. matematikciler hesap makinalarını cıkartıp x'i y'ye vurduruyor; kapıyı denk getiremiyor. neyse ki cok gecmeden birine atıyorum kapağı karanlığa dusen ışık huzmesi gibi.

baskasının aldığı nefesi devirdaim edip tasarruflu kullanmak zor is. o topa girmeyip cıkartıyorum oksijen tüpümü; sonra alıyorlar elimden, cekiyorlar fisini, bir dusurme hamlesi daha; bu sefer dusuyorum dostlar.. gozden degil, gönülden bir acı..

-20'lik disim; artik çeneme gömülü degil.