bugün

hz.mevlana nın ölümsüz eseri mesnevi'de varolan ,düşündüren ve birçok hikmeti içinde barındıran herkes tarafından bilinmesi gereken bol bol okunulası, ders alınası hikayelerdir.

deveci ile filozof
çöllerde avare dolaşan bir filozof, devesi ile yolculuk yapan bir köylüye rastladı. nereden gelip nereye gittiğini öğrendikten sonra, devenin iki yanına sarkmış çuvallarda neler olduğunu sordu.
köylü:
-onların birine buğday,diğerine kum doldurdum... diye cevap verdi.
filozof:
- buğdayı anladım ama, kumu niçin doldurdun? diye sorunca köylü:
-ikinci çuval boş kalsaydı denge bozulurdu! dedi. filozof gülmeye başladı:
- denge sağlamak için buğdayın yarısını bir çuvala,diğer yarısını da öbürüne doldursaydın herhalde daha akıllıca davranmış,zavallı devenin yükünü de azaltmış olurdun dedi.
köylü şaşırmış, bu bilge adama hayranlıkla bakmaya başlamıştı.
- sen, dedi, padişah yahut vezir olmalısın! bu kadar akılancak onlarda bulunabilir.
- hayır dedi filozof, ben ne padişahım, ne de vezir.
- öyleyse dükkan sahibi zengin birisin...
- ne gezer, cebinde mangırı bile olmayan bir adamım ben! bunca bilgi ve hikmetin karşılığı olarak elimdeki şu deynek ve hırpani kıyafetlerimle gezip duruyorum çöllerde...
köylü bu cevap karşısında hiç memnun olmamıştı:
-çekil git yanımdan! diye bağırdı. senin bilgi ve hikmet dediğin şeyin bir faydası bulunsaydı,önce sana yarardı.
torbamın birinde kum, diğerinde buğday olması, senin içi boş bilgi ve felsefenden çok daha iyidir!.

bilgin ile kayikçi

kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine.
kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
denizin orta yerine geldikleri sırada bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-sen hiç gramer okudun mu?.. dil biliminden anlar mısın?
kayıkçı:
-hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-vah vah dedi bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!..
böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. denizde fırtına çıkmış, bilgin korkmaya başlamıştı.
kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. gördü ki artık kurtuluş ümidi yok, bilgine dönüp sordu:
-efendim, yüzme bilir misiniz?
bilgin:
-ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
o zaman kayıkçı:
-vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.

fare ile deve

çok eskiden, kendini beğenmiş şımarık bir fare ile, akıllı ve alçak gönüllü bir deve yaşardı.

bir gün karşılaşıp arkadaş oldular.

fare:
-sana kılavuzluk etmeliyim! dedi... yularından çekip istediğim yere götürmeliyim!...
deve arkadaşının küstahça teklifine razı oldu. bir süre gittikten sonra küçük bir dere kenarına ulaştılar.
devenin diz kapaklarına bile ulaşmayan su, fare için uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi...
-ben buradan geçemem diye fısıldadı korkuyla...
deve:-ne bekliyorsun? diye çıkıştı. kılavuz önden gider, dal bakalım suya...
-ama... diye kekeledi fare, görmüyor musun su çok derin?
fare mahcup olmuş, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti...
-sizin için küçük ama, bana göre çok büyük bir su... diye inledi. ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. keşke daha önceden düşünseydim de boyumdan büyük işlere girişmeseydim.
-evet, dedi deve, yumuşak bir sesle, herkes kendi haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı...

ayrıntılı bilgi için: http://www.mevleviler.net